Bangkok: Batı; Nereye Kadar ?

Muzaffer METİNTAŞ

Asya – Pasifik Solunum Derneği’nin 21. Kongresi’ndeki görevlerim nedeniyle Bangkok’a gittim. Daha önce Kore ve Japonya’da bulunmuştum, bu coğrafyalarda Batı’nın hakimiyeti çok açıktı, Bangkok’ta da benzer bir durumu gözledim, kanaatlerim daha bir pekişti.

Gözlediğim neydi ?

Tayland, eski adı Siyam Krallığı… Taylandılar fizik olarak bize ve Batılılara göre daha küçük yapıda, ama sakin, iyi huylu, rahat ve yardımsever insanlar, hallerinden sabırlı ve kanaâtkar oldukları anlaşılıyor. Demek ki tarihi ve kültürel seyirleri onlara bu karakteri kazandırmış. Nitekim Budizm’in oldukça güçlü yaşandığı bir coğrafya Siyam toprakları…

TAY12

Bangkok, başkent. Havaalanı oldukça büyük, modern ve işlek; uçaklar inişte peş peşeler, kalkışta bayağı sıra yapıyorlar, alanın her yeri cıvıl cıvıl insan dolu. Bizim Atatürk Havaalanı’ndan hem daha büyük, hem daha temiz, hem daha düzenli, hem daha kalabalık.

Şehire doğru yola çıkıyorsunuz; havaalanı çevresi gayet düzgün… Yollar geniş, tretuarlar çiçek saksılarıyla güzelleştirilmiş, çok şeritli otobanlar, zemin yolu hissettirmiyor. Yol boyu, içi su dolu yeşillikler-tarlalar, küme halinde binalar, dev reklam panoları, organize alanlar, üst üste yollar, skyline (skytrain) hatları, yolu dolduran yeni model araçlar, sakin ve nazik sürücüler… Hepsi Bangkok’da tarım ve ticaretin güçlü, nispi bir zenginliğin olduğunu gösteriyor.

TAY11

Şehir merkezine giriyorsunuz geniş zeminli görkemli binalar, gökdelenler, yine üst üste kesişen yollar, geniş caddeler, metro ve tren hatları, iyi inşa edilmiş, temiz tren istasyonları, bilinen her otel zincirine ait devasa oteller… Kısaca Bangkok Batılı, bir Batı şehri gibi… Ama sadece gibi! Bizimkiler gibi, Güney Afrika’daki gibi, Gürcistan’daki, Tunus’daki gibi… Gerçek bir Batı şehri değil. Kanada’da, ABD’de, Almanya’da, İngiltere’de, İtalya’da, İspanya’da gördüğünüz şehirler değil bunlar…

Neden değil ?

Sözünü ettiğim bu benzeme şehirlerin merkezi bölgeleri, Bangkok’da dahil, yukarıda tasvir ettiğim gibidir, her marka küresel şirketler oralardadır, küçük market zincirleri bile, örneğin 7-eleven… Büyük hastane binaları, görkemli ve güzel okul, üniversite binaları, devlet daireleri, bütün uluslararası şirketlerin gösterişli temsilcilik binaları, parklar…. Yani şehirlerin merkez hattı gayet iyi görünür, tabii buralarda yaşayanların da arabaları, giyimleri ve yüzleri farklı olur… Ama, hemen ana caddeye çıkan herhangi bir sokakta 30-40 metre yürürseniz her şeyin değişiverdiğini görürsünüz; işte gerçek; teneke veya briket dükkanlar, tahta – taş – tuğla karışımı evler, sokak satıcıları, sokak yemekçileri, sade, ucuz giyimli insanlar. İnsanların yüzlerinde zoraki gülen maskeler bu sokaklarda gitmiş olur, daha çok yaşadıkları hayatı yansıtan derin kaygı, umutsuzluk, huzursuzluk ve mutsuzluk işaretlerini okursunuz yüzlerinde. Kanaatim şu: Merkezde yüksek düzeyde yönetici ya da memur olan, yabancıların temsilcisi olan ya da ticareti elinde tutan küçük bir azınlık (küçük burjuvazi), ama hemen merkezden itibaren çevreye yayılan sıkıntılı çoğunluk; nispeten huzursuz, umutları zayıflamış, mutsuz ve tabii dar gelirli… Tayland’da da böyleydi… Tıpkı diğer az gelişmiş ülkelerde ya da gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi…

TAY5

Batı, bu coğrafyada da ekonomik, idari ve kısmen siyasi yapıyı istediği gibi oluşturmuş. Tayland’da yaşam ilişkileri Batı’nın ötekinde olmasını istediği şekle bürünmüş.

Tayland bir krallık. Krallarını da epey seviyorlar, ben oradayken yakında ölen Kral’ın yası tutuluyordu.

TAY8

İnsanlar, devlet memurları, gece ve gündüz bitmeyen bir geçit merasimi şeklinde ölen krallarına taziyelerini sunuyor, onun için tapınaklara doluşup, dua ediyorlardı. Çünkü rejim aslında hayatı daha iyi yapmak için tedbirler almaya çalışıyor, çocuklara bakıyor, öğrencileri, okulları, üniversiteleri destekliyor, nispeten kendi kültürünü de destekliyor, inançları ayakta tutmaya çalışıyor.

Tay1

Ama olmuyor işte; bir türlü Batı’nın istediği “öteki” kalıbından çıkılamıyor. Bizde de olduğu gibi… Çünkü idari ve siyasi sistem Batı’dan alınma, ekonomik sistem ve ilişkiler tümüyle Batı’nın istediği şekilde yürüyor. Bu tür ülkelerde, bizde olduğu gibi, bilgi üretimi yok, teknoloji de Batı’dan geliyor. O zaman -milli- kültür çabaları da folklorik değerden öte etki taşımıyor.

Hayat, onu okumaya çalışana öyle dersler veriyor ki. Bugüne değin onlarca uluslararası kongre açılışına katıldım. Kongre eğer gelişmekte olan veya gelişmemiş bir ülkede ise, genellikle kongreye davet edilen ve bir şeyler öğretmesi beklenen Batılıların hoşuna gidecek, onlar “Aaaa; harika !” dedirtecek folklorik sunular yapılır. En iyimser niyet “kültürümüzü tanıtıyoruz” savıyla dile getirilir. Biz de Mevlevi gösterileri veya folklor ekipleri, genellikle de Karadeniz, Gürcistan’da bıçak oynatma üzerine ve havaya zıplayarak yere diz vurmaya kurgulanmış halk dansları, bazı yerlerde uçar-kayar gibi yürüyen güzel kızlar, Kazakistan’da, Tunus’da, Kore’de ve Japonya’da benzer gösteriler. Bizde bazen aşağılık duygusu çok ağır basar, aradaki 1,500 yılı atlar, tarih öncesi efsanelere gider, Apollon, Afrodit heykellerini, heybetli ama melül sütunları ve kemerleri ile tapınakları gösterir “aslında biz buyuz” mesajı vermek isteriz bize bir şeyler anlatacak o Batılıya…

TAY9

Ama bir Amerikan ya da Avrupa kongresi açılışı çok farklı olur. Klasik müzik, ya da kadınların veya çocukların bir gösterisi – sunusu… Yaşadıkları hayattan nefis bir gösteri; kendilerinden, kendi anlayışlarından… Şu kadarcık ayrıntı bile Batı ile öteki arasındaki temel farklılaşmayı göstermiyor mu ? Bir Arap ülkesinin göğüs hastalıkları kongresindeyim. Kongre dili Fransızca… Üç Fransız var, yüzlerce Arap. Dernek başkanına sordum: “Kongre neden kendi dilinizde yapılmıyor?” Cevap karşısında şaşkına döndüm: “Arapça bilimsel bir kongre yapılır mı? Bilim dili Fransızcadır.” Alın size ötekinin, yarı sömürge aydının zihniyetini – küçük burjuva zihniyeti. Bu arkadaşın kızı ilkokulu o ülkedeki Fransız özel okulunda okumuş, orta ve yükske öğretimini de Fransa’da parayla yapmış. Şimdi de kendi ülkesinde bir Fransız şirketinin temsilci-yöneticiliğini yapıyor. Ne dersiniz ? Bunlar her sömürge ya da yarı sömürge ülkede böyle, biz de de örneklerini çevrenizde sıkça görmüyor musunuz?

Bangkok, Budizmin nispeten güçlü yaşandığı coğrafyalardan birisi. Çok görkemli tapınaklarını, Wat Arun, Wat Phra Kaew, Wat Trimitr’i, altın Buda’yı, yatan, Nirvana’ya ulaşmış Buda’yı, onun ayakları altına işlenmiş hikmetli sözleri, bu civarda yaşanan hayatı, turunculu erkek, beyazlı kadın rahipleri, ibadet ritüellerini görmek güzel ve heyecan verici gerçekten. Gözledikleriniz kanaatleriniz için çok önemli şekillenmelere de sebep olabilir. Tapınaklar, çoğunlukla 16. ve 18. Yüzyıllarda yapılmış, görünüşleri tek kelimeyle muhteşem; çok ince sanat-işçilik, müthiş ayrıntılar, altın ve değerli taşlar, inanılmaz bir zenginlik…

TAY7

TAY6

Sakin, saygılı, ölçülü insanların rükû ve secde içeren ibadetleri, bizimki gibi imameli tespihler… Dua ve kutsamalar. Rahipler kefen gibi turuncu bir beze sarınıyorlar, kişiler çok basit giyiniyor. Demek ki değer ve zenginlik dini yapı ve sembollere, insanlara düşen basitlik ve ölçülü olmak.

Tay2

Altın Buda

İbadet, diz üstü oturarak ve öne -Buda’ya doğru dizler üstünde yürüyerek başlıyor. Sonra o meşhur el selamı ve mırıldanarak kısa bir dua. Sonra 3 kez rükû ve secde, sonra yine dua ve diz üstünde rahibe yönelme. Rahibin gülümseyen dudaklarından sesli dualar, süpürge gibi bir el sopasıyla kutsal sudan serpme ve nihayet bileğe bağlanan bir sembolik ip… Bu seramonide genellikle rahiplere, yoksullara verilecek olan yiyecek, içeceklerden oluşmuş hediye paketleri de sunuluyor. İbadetini bitirenler gülümseyerek ve geri geri çekilerek tapınaktan ayrılıyorlar. Turistlerde dizleri üzerine oturup, hem ritüelleri hem muhteşem yapıların duvarlarını, tavanlarını inceliyorlar.

TAY10

Budist dünya görüşü Taylandlıların uyumlu, sakin, nazik, yavaş, kanaâtkar, sadık insanlar olmasını sağlamış. Ama Bangkok’a hâkim olan Budizm felsefesine uyması beklenen yaşantı değil, yukarıda bahsettiğim o dayatılan sosyal ve ekonomik hayat. Anlaşılan o ki Siyamın zenginlikleri artık tapınaklara değil, Batı’nın ilişkilerine akıyor. Bangkoklu insanların çok büyük çoğunluğunun mutsuz ve sıkıntılı olduğunu, sıkıntılı bir hayat yaşadıklarını yukarıda belirtmiştim, doğrusu, Bangkokluların hali Güney Afrika (Cape Town)’da teneke evlerde yaşayan zenciler kadar değildi, çünkü o zenciler Batılı için insan da değildi -hallerini görmeden inanmak zor gerçekten- ama Bangkok’da da mutlu azınlık dışında mutluluk gözlenemiyordu.

TAY4

THY uçağı Bangkok semalarında yükselirken aşağıda alabildiğince uzanan dümdüz ovada yayılan su dolu tarlalara, evlere, yollara, yeşilliklere ve uzaklarda kalmış sivri çatılı tapınakların, görkemli gökdelenlerin silüetlerine dalarak düşündüm: Dünyanın her yeri yüzünü Batı’ya dönmüş. Batı’nın istediği şekle sokamadığı coğrafya neredeyse yok. Batılı kendi değerleri ile kendi hayatını yaşıyor. Bu hayatı yaşayabilmek için ötekinin kendi istediği gibi olmasını bekliyor; kültürü folklorik düzeyde kalsın, medeniyetin yaratıcı gücü olmasın, hayat sadece ekonomik bir değer olsun. Bu beklentiye uydunuz mu, Kore, Japonya gibi, Brezilya, Meksika gibi mesele yok, nispi bir zenginliğiniz de olabilir. Uymadınız mı, ben varım; ben, tüm insanlığa mutluluk, adalet ve refah teklif etmeyi denesem mi dediniz; işte o zaman yandınız; tıpkı Müslüman coğrafyadaki yangınlar gibi… Bu yangınlar, ateş ve kan gölü neden dersiniz?

Bütün kalbimle şuna inanıyor, aklımla şu kanaati taşıyorum: Bize düşen, ötekilere düşen “Batı emperyalizmine karşı top yekün bir uyanış, bir öteki medeniyetler başkaldırısı olmalı”. Bilimde, felsefede, san’atda, edebiyatda top yekün bir başkaldırı. Batı’yı mutlaka, ama mutlaka durdurmalı, kendi coğrafyasına sıkıştırmalı, ötekini ona kabul ettirmeliyiz; insan olarak kalabilmek için bunu mutlaka başarmalıyız. Küresel ısınma, atmosfer hasarı, kuraklıklar, nükleer kirlilik, çevre felaketleri, savaşlar, katliamlar ve alabildiğine açık ya da kapalı sömürü ve direnç noktalarında kan gölleri, katliamlar, soy kırımlar… Eğer Batıyı durduramazsak, insanlığın sonu gelecek, dünyayı kaybedeceğiz.

Batı dışında yeni medeniyet tasavvurları, bütün coğrafyaların ve insanlığın en önemli ihtiyacı bence.
İşte Batı’ya Doğu’dan bakarken oluşan kanaatlerim. Birkaç hafta sonra Viyana’ya gideceğim. Bakalım Batı’ya Batı’dan bakarken neler düşüneceğim ?

Not: Yazımı okuyan dostlara, bir farklı değerlendirme için bu sütunda hemen üstte yer alan sayın Hasan Fevzi Batırel’in yazısını da okumalarını tavsiye ederim.

Yazar
Muzaffer METİNTAŞ

Muzaffer Metintaş, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde göğüs hastalıkları profesörüdür. Akademik çalışma alanı akciğer kanseri, mezotelyoma ve plevra hastalıklarıdır. Bilim felsefesi, medeniyet araştırmaları ve ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen