Türk’ü Anlamak İçin ‘Türkü’ Dinleyin

Tuğba ÖNCE

Bir kültür, bir medeniyet tasavvur edin bu medeniyet ki içinde barındırdığı her sanat dalıyla ahenk içerisinde olsun.. Bu köklü ve kadim Türk kültürünün içinde geçmişten günümüze tüm duruluğu ile kültürümüzdeki yerini koruyan bir sanat, kulağa gönle ve dahi ruha sirayet etmiş timsali olmayan bizi anlatan, bizce konuşan, hüznümüz mutluluğumuz olan bir sanat Türk mûsikîsinin şah damarı türküler…

“Türk’ü anlamak için, türkü dinlemek gerekir.” derler. Çünkü; türkünün Türk kelimesi ile bizatihî alâkası olduğu aşikârdır. Türkü kelimesi “Türk’ten” yani Türki kelimesinden gelir. Türki ise, “Türk’e ait, Türk’e özgü, Türk’le ilgili” demektir. Aşık Veysel üstâd mısralarında şöyle der, “Türk’üz, türkü çığırırız.”

Anadolu insanı kendini hep türkülerle ifade etti. Üstelik mısralarında kendi coğrafyasının özelliklerini taşıyarak türküler söyledi. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu sözünü hatırlamak gerek “Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler, ona mutlaka türkülerden gitmelidir.”

“Efe”, “zeybek” kelimelerini gördüysek önümüze açılan coğrafya Ege bölgesi olur. Bir başkadır efelerin zeybeği.. Başkadır diz çöküşü.. Efeler bir sevdiğinin önünde bir de zeybek oynarken diz çöker derler.. Bir “bozlak”sa bizi alıp götüreceği diyârlar Avşar Türkmen oymakları olur.. “Hoyrat” der demez ise aklımıza eşinden dostundan ayrılanların diyârı can Kerkük cânân Kerkük gelir..

Böyledir işte türküler içinde hep bizden bir iz taşır.. Kimi zaman aşığın sevgiliye olan aşkını, sevdasını anlattı türküler.

“Gül kuruttum gül kuruttum,
Yâri sinemde uyuttum
Yâr söyledi ben unuttum. ” dedik..

Bir başka türküde şöyle söyledik;

“Yâr deyince kalem elden düşüyor,
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban..” dedik..

Kimi zaman gönül gurbettekini aradı firakiyle vuslatı arzuladı şöyle dedi;

“Şu garip hâlimden işveli nazlı,
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen?” dedik..

Bir başka mısralarda şöyle dedik;

“Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun
Gördün güzelleri beni unuttun
Sılaya dönmeye yemin mi ettin?
Gayrı dayanacak gücüm kalmadı
Mektubu yazacak sözüm kalmadı..” dedik..

Kimi zaman vuslatı oldu sevdalıların türküler..

“Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca
Akar can özümde sel gizli gizli
Bir tenhada can cânânı bulunca..” dedik..

Kimi zaman sevdası yalnızca vatan oldu, bayrak oldu, Türkiye oldu sevdasını işledi kelâmlara şöyle dedi, Türküler..

“Baş koymuşum Türkiye’min yoluna,
Düzlüğüne, yokuşuna ölürüm
Asırlardır kır atımı suladım,
Irmağının akışına ölürüm..” dedik..

Bu millet kahramanlık türküleri de yazdı şöyle dedi;

“Tuna nehri akmam diyor,
Etrafımı yıkmam diyor
Şanı büyük Osman Paşa
Plevne’den çıkmam diyor.” dedik..

İşte bizden hep bir iz taşıdı türküler. Aynı zamanda toplumsal bir hafızadır türküler. Geçmiş ile gelecek arasında bağ kurar, köprü vazifesini üstlenir. Bizden Anadolu’dan bir parça taşır. Türk’ü anlatır türküler. Bu sebeple kendi kadim kültürümüzün türkülerini özümsemeyip Batı’nın senfonisini operasını kendimize örnek alıyoruz. Batı’nın kültürünü almak yerine ilmink fennini alsak bu millet muasır medeniyet yolunda büyük adımlar atacaktır. Bu kafin kültürün türkülerini özümsemeden, derûnunda hissetmeden Batı’nın operasını dinlemişsin bir önem teşkil etmez. Bir gönlün bestesini ahenkli sâdasını dinlemeyen nesle aşinâ değiliz.

Böyledir işte türküler. Başımızın sevda yeli, gurbete gidip dönmeyen yavuklu, savaşa gidip şehit olan atamızdır.

Sazla, sözle, şiirle ve türkü ile kalın efendim.

Yazar
Tuğba ÖNCE

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen