Bize İrfân Gibi Bir Yâr-i Kadîm Lâzım

Turgut GÜLER

“Zamân”a dâir bütün bahislerde olduğu gibi, “mevsim” telâkkî ve ifâdesinde de insanın o ânki duruşu, düşüncesi, rûh hâli öne çıkıyor. Haddizâtında, ömrün içindeki mevsimler geçidi, tabiattakini aratmayacak zenginlikte. Dolayısıyla, dolu dolu bir mevsim tayfından geçiyoruz.

Eskiler yılı, teferruâta boğmadan iki bölüme ayırırlarmış. Ilık ve sıcak günler için “Hızır”, serin ve soğuk günler için de “Kasım” hânesi açılırmış. Aşağı-yukarı birbirine denk olan bu iki zaman dilimi, çok soğuk, çok sıcak demler için ayrı alt başlıklarda idrâk edilirmiş.

Bütün ahvâlimiz hesâbınca, mevsim anlayışımıza da sun’îlikler hâkim oldu. Ne yazı, ne kışı, ne de ilk ve son bahârları, arzûlanan keyfi ile yaşayabiliyoruz. Bunun en mühim sebebi, hayâtımıza soktuğumuz teknoloji etiketli yapmacıklıklar.

İnsan anatomisinin tıbbî yönden îzâhı, kâinâtın keşfine ve fethine kâfi gelirmiş gibi, inanılması imkânsız bir böbürlenmeye vesîle oldu. Hâlbuki ortada çok basit bir kasap ehliyeti bulunuyor. Az biraz sakatat, eh, bir o kadar da pirzola, biftek mahâreti, hepsi bu. Daha geride, bütün muammâ ve esrârıyla akıl, şuûr, zekâ, medeniyet çadırları duruyor. Hepsinin de kapıları sımsıkı kapalı.

Zâten, kendini tanıma cehdinde insanoğlu, bir-iki adım daha atabilmiş olsaydı, bugünün sıkıntılarından pek çoğu arkamızda kalırdı. İhtiyâcımız, elbette daha çok ilim. Evet ama “irfân”sız ilim hiçbir işe yaramıyor ki. Bize, “irfân” gibi bir “yâr-ı kadîm” lâzım…

O yâr-ı kadîm mi, yoksa yâr-i güzîn mi? Bize has mâzînin, iyice kaybolmuş izlerine, rastlasak rastlasak, yine musallâ taşı önünde rastlıyoruz. Farkında değiliz, ama “Türk” damgalı muazzam bir hâdiseler çıkınını, kara yere çalmak gayretindeyiz.

Bakî’nin “Kaanûnî Mersiyesi”ni okuyup Pâdişâh’ını kaybeden Cihân’ın manzarasına bakmak lâzım:

“Gün toğdı, Şâh-ı Âlem uyanmaz mı hâbdan
Kılmaz mı cilve, hayme-i gerdûn-cenâbdan
Yollarda kaldı gözlerimiz, gelmedi haber
Hâk-i cenâb-ı südde-i devlet-meâbdan”

Etrâfımızı ve içimizi sarıp sarmalayan gaflet, hamâkat dumanından nasıl kurtulur da, o şâheser nizâmın peşine düşeriz? Sormak kolay, lâkin cevap vermek zor, çâre ise müşkil. Boynumuz bükük, “Elimizden gelen budur.” diye sağa, sola göstermeye çalıştığımız, aczimizin fotoğrafı.

Târîhini, kültürünü işportada pazara çıkaranlar, “mîrâsyedi” lâfını bile istihzâya dâvet ediyorlar. Haysiyet mahrûmu topluluklar, ileride lâzım olduğunda, târîh ve kültür sâhibi yapılamıyorlar. Evdeki bulguru kaybedeceğimizi bile bile, birilerinin tahrîkiyle Dimyat’a pirince gidiyoruz. Sonra da kalkıp yel değirmenlerine Zül-fikâr sallıyoruz…

 

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen