Ramazan Ayı

Hilmiye KETENCİ                  

En güzel aylardan biri olan mübârek Ramazan ayına girmek üzereyiz. Bu ayı karşılamak için, pek çok kişinin maddî ve mânevî hazırlıklarını tamamlamak üzere olan bir zaman dilimindeyiz.

Ramazan kelimesinin anlamı ve mâhiyetine bakacak olursak: Kamerî aylardan dokuzuncusunun ismidir. Müslümanların oruç tutmakla mükellef oldukları, dinimizce yüce ve kutsal kabul edilen aydır.

Ramazan, Arapça bir kelimedir. Bu mübârek aya “Ramazan” isminin verilmesindeki hikmet eserde şöyle belirtilmiştir:

1- Yaz sonunda, güz mevsiminin evvelinde yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına “ramdâ” kelimesinden alınmıştır. Bu yağmurun yeryüzünü temizlediği gibi, Ramazan ay’ı da müminleri günah kirlerinden temizler. Nitekim bir hadis-i şerifte: Ebû Hureyre (r.a) Allah Resûlü (s.a.v) buyurdu: “Her kim, inanarak ve karşılığını yalnız Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” ( Buhârî, İmân: 38/37)[1]

2- Güneşin şiddetli hararetinden taşların yanıp kızması anlamına olan “ramad” kelimesinden alınmıştır. Böyle kızgın yerde yürüyenin ayakları yanar, zahmet ve meşakkat çeker. Bunun gibi oruç tutan kimse de açlık ve susuzluğun hararetine katlanır, meşakkat çeker, içi yanar. Kızgın yer orada yürüyenlerin ayaklarını yaktığı gibi, Ramazan da müminlerin günahlarını yakar, yok eder.

3- Kılıcın namlusunu veya ok demirini inceltip keskinleştirmek için iki taşın arasına koyup dövmek anlamına olan “ramd” dan alınmıştır. Bu aya Ramazan isminin verilmesi de Arapların bu ayda silahlarını bileyip hazırladıklarından dolayıdır.[2]

Ramazan ayı, manevî hayatımızda seçkin yeri olan bir aydır. Bu ay daha girer girmez, diğer aylardan farklı bir yaşantı içine gireriz. Gündüzleri yemek, içmek gibi hayatî zevklerden ve her türlü aşırılıklardan çekinerek tuttuğumuz oruçlarla, geceleri dînî bir vecd içinde kıldığımız terâvih namazları ile gönüllerimize imân nurunun ilâhî hüzmeleri dökülmeye başlar. Ramazan sonuna kadar devam eden ve günden güne gönüllerde feyzi artan manevî neşe ile mümin kendisine, ailesine ve içinde yaşadığı topluma ve hatta bütün insanlara yararlı bir kişi olarak bayrama erişir.

Ramazan ayı, rahmeti ve bereketi bol bir aydır. Bu ayın gelmesi ile iyilikler çoğalır, kötülükler azalır, yoksullara ve düşkünlere yardım elleri uzanır. Evet, bu ay rahmet ayıdır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v) ,bu ayın rahmet ve mağfiret ayı olduğunu bildirmiştir. Bu ayın, hiçbir kamerî ayla kıyaslanamayacak üstünlüğü vardır. Esasen aylar ve günler, zamanın dilimleri olmak itibâriyle aralarında bir fark yoktur. Ancak bazı önemli olayların meydana geldiği ay ve günler, diğer zaman dilimlerine göre farklıdır, farklı kabul edilir. İşte Ramazan ayı’ da bu farklı zaman dilimlerinden biridir. Çünkü insanlığın kararan ufkunu aydınlatan Kur’ân-ı Kerim, bu ayda inmeye başlamıştır. İslâm’ın beş temel ibadetinden biri olan oruç, bu aya tahsis edilmiştir. İnsanı Allah’a yaklaştıran nâfile ibadetlerimizden biri olan Teravih Namazı bu ayın gecelerini nurlandırmaktadır. Malî ibadetlerimizden biri olan Fıtır Sadakası’ da bu ayın sonunda verilmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de Ramazan ayı ile ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır: “Ramazan ayı ( öylesine faziletli bir aydır ki ) insanlara yol gösterici ve doğruyu eğriden ayırmanın delilleri olarak Kur’an (bu ayda) indirildi.”[3]

Mübârek Ramazan ayı, Allah Teâlâ’nın gaybî semalarından gelip ümmet ufuklarında dolaşan, kalb bahçelerimize feyiz ve bereketler saçan bir rahmet ve saadet nisanıdır. Nisan yağmurlarındaki şifa gibi, hayat veren, diriltici, bir unsur gibi, ramazan rahmeti de insanın yaratılışındaki gizli hakikat tohumlarını yeşerterek onun mükerremiyyetini ortaya çıkarır.

Ramazan, kendi benliğinden kurtulmak için ilâhi bir çağrıdır. Kendimizi yenileme fırsatı sunmasını, namazı mükemmelleştirmek, hakiki miraç namazı kılmak için, ahiret pazarına girmek ve ilahi alışveriş yapmak için, mânevî hastalıklarından şifâ bulmayı, cehâlet, gaflet ve şuursuzluktan, maddesel bağlantılardan kurtulmak için, itaat, imân, teslimiyet ve ibadet sevgisini artırmak için, gönüldeki putları kırmak için, hakiki pişmanlık ve tevbe etmek için bir çağrıdır. Böylece mübarek ay eşsiz bir terbiye ayıdır ve en büyük şifa kaynağı sayılır.

Ramazân-ı şerîf, ömür takvimi içerisinde müstesnâ bir lûtuf ve rahmet ayıdır. Mü’minler için mânevî kıymetlerle dolu ilâhî bir hazînedir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:“Eğer kullar, Ramazanın fazîletlerini bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını temennî ederlerdi” buyruluyor.[4]

Ramazân-ı şerîf, âdeta yoğunlaştırılmış bir mânevî tekâmül mektebidir. Öyle ki; gönülleri zenginleştiren, kalplere seviye kazandıran; oruç, iftar, sahur, terâvih, mukãbele, duâ-zikir, fitre-zekât, îtikâf, Kadir Gecesi ve bayram, bu mektebin temel dersleridir. Bütün bu dersleri lâyıkıyla idrâk edip imtihanlarından yüksek not alabilmek ise, ilâhî af bayramına ererek ebedî kurtuluş berâtını alabilmenin en güzel yolu bu mübarek ramazan ayıdır.

Bütün müminlere ibadet, taat ve iyiliğin her türlüsünü şevkle işleterek sürura ve huzura gark eden mübarek Ramazan ayları, İslâm topraklarının her yerinde, o yerin sahib olduğu özelliklere göre çeşitli heyecan ve duygularla yaşanır. Her beldenin müşterek temayüllerine göre, benimsediği, dînî naslara muhalif düşmedikçe hepsi de ayrı güzel örf ve adetlerdir.

Müslümanlık saadetinin yüzlerde açık seçik okunur şekilde üç kıtada yaşandığı asırlarda, Kâinatın Efendisini, Babüsselam’dan selamlayarak doğan hilal; bütün İslâm topraklarına Allah’ın ve Rasûlünün selamlarını Ramazan müjdesiyle birlikte ulaştırırken, Eyüp Sultan’da, Üsküdar’da, Sofya’da, Bursa’da, Edirne’de, Cezayir’de, Tunus’da, oruç tutan müslümanların kalbleri, Medine’de Rasûlullah’ın etrafını, sonsuz bir saadetin parlattığı nuranî simalarla çevreleyen müslümanların kalbleriyle beraber, hem de aynı yerde atıyordu. Allah Rasûlünün getirdiği Tevhîd nurlarının yeşerttiği bu vahdet duyguları, kendilerini hilallerde bulup mukaddes topraklara asırlarca süren hizmetler götürüyor, oruç günlerinin sonsuzluğa açılan saadetleri nesiller boyunca yaşanıyordu. Yani Ramazan ayının gelmesi ile gönüller tek bir noktada kilitleniyor, ilâhi ente maksudî ve rıdâke matlubî.(Ya Rabbi, benim maksudum Sensin ve senin rızanı talep ediyorum.)

Oruç ibadetinden esas gâye, Hakk’a kullukta makbul bir kıvama ulaşmak, îmânın kemâline ermek ve böylece Allâh’ın rızâsını kazanmaktır. Yani kul için mühim olan, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını tahsil yolunda samimiyet ve tevâzû ile yürümektir.

Oruç ibadetinden esas gâye aşk ile yaşanan îman, kalp ve beden âhengi içinde îfâ edilen bir ibadet, hayranlık uyandıran bir güzel ahlâk ile, huzûra ermiş bir kalp elde edebilmektir. Böylece Cenâb-ı Hakk’ın râzı olacağı bir kul hâline gelebilmenin gayreti içinde bulunmaktır. Bunların dışında kalan bütün gâyeler, kulu aslî maksadından uzaklaştıran boş arzulardır. Oruç ibadetinden esas gâye en şiddetli inançsızlık ve küfür fırtınaları karşısında dahî sarsılmayacak derecede, kalplerdeki îmânı kuvvetlendirmektir.

Ramazan ayı, mânâ âleminden olma, can şarabını içme, mânevî zevkler alma ayıdır. Ruhânî tasavvurlar,  pişmanlığı olmayan lezzetler, anlatılmaz güzellikler, bütün bu mânevî haller, neşeler, nefısle yapılan gizli savaştan başarılı çıkmak, Beden zindanından çıkmak, erenlerin gizli meclislerinde bulunmak, yahut da daha gizli olan sırrın da sırrından olma ayıdır. Dünyada görülen ve insanı büyüleyen bütün güzelliklerin güzellikleri, onun güzellik denizinden birer damla alma ayıdır.

Şol kadar mahv eyle sa’y it katreni tâ kim gönül
Bilmeyesin katre nedir sel nedir hem yem nedir .[5]

Hasan Sezâi Hazretlerinin buyurduğu gibi, Ramazan ayı,”Ey gönül öyle çalış ki sende senlikten zerrece eser kalmasın, tâ ki katre, sel, umman nedir ayırd etmeyecek duruma gel, hepsi bir olsun. Yâni, benliğini mahvet, Hak’ta fâni ol”.[6] buyuruyor.

Kuşeyri Risâlesinde, Şiblî (Ks) hazretlerinden şöyle bir kıssa nakledilir. Cafer ed-Deynârâ’dan soruldu: Siz Şibli’ye hizmet ettiniz. Onda gördüğünüz önemli bir şey nedir? Cevap olarak; «Şibli: Boynumda haksız olarak elde ettiğim bir dirhem para vardı. Şimdiye kadar o paranın sahibi namına binlerce sadaka verdim, yine de kâlbimi ondan daha fazla meşgul eden bir şey yoktur diyordu.» dedi

Şu yeryüzünde aradığımız rızıklardan başka, bu mübarek ayda ne gizli manevî rızıklar var. Sıcacık pideyi hazırlayan fırıncının fırınından başka yerlerde ne ekmekler pişebilmekte.. Yâr elinden vahdet şarabını içenlerin kesret meclisinde de neş’eleri devam eder bu mübarek ayda. Onlar kesrette vahdete erebilen bahtiyarlardır.

Ramazan ayı Kişinin Rabbine ne kadar yakın olduğunu hissetme ve yaşama ayıdır. Çünkü Allah (c.c), bir âyet-i kerîmesinde şöyle buyuruyor: “Şüphesiz insanı biz yarattık, nefsinin ona ne fısıldadığını da biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.”[7] Bu âyet-i kerîmede Allah Teâlâ kuluna ne kadar yakın olduğunu işâret etmektedir. Şu husus iyi bilinmelidir ki, Allah, bütün insanlara aynı oranda yakındır. Her insan, Allâh’ın kendisine yakın olduğunu bilmekle, Allâh’a yakın olmuş sayılmaz. Allâh’a yakın olanların da kendine has mertebeleri vardır.[8]

Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur: “Ey dostlar! Eğer sûretten geçer ve mânâ âlemine giderseniz, orasının cennet ve gülistan içinde gülistan olduğunu görürsünüz.”[9]

Ramazan ayı, bütün ibadetlerin sırrının özünü bünyesinde taşır. Hakikatte dirilmek üzere hakiki ölüme bir çağrı niteliğindedir. Bu mübarek ayda, ne korku ne de endişe vardır. burası mutlak imân, azim, güven, rıza ve huzur yeri. Burası gönüllü bir ölümü tercih etme zorunda olduğumuz yer. Ancak ve ancak kendimizi tüm kalbimizle ve kayıtsız şartsız verirsek, duayla fâni olursak, nefsimizi fedâ etmenin sırrını yaşarsak, ilahî bir ihsan olan hakîki sevgiye, ilâhi aşkla ebedi saadete, Huzur-u ilâhi meyvelerine mazhar oluruz. Bu ay Hakkın rızasına, hoşnutluğuna ve memnuniyetine erişebileceğimiz mübarek bir zaman dilimi. Allah Teâlâ’nın tükenmez muhabbet hazinelerini gözümüzle müşâhede edeceğimiz günler.

Tek isteğimiz Ya Rabbi! Seninle dost olmanın, Seninle sohbet etmenin tatlı kokusunu duymaktır. Zayıflığımız, çaresizliğimiz, iktidarsızlığımız, fakirliğimiz, çıplaklığımız, kusurlarımız, gafletimizle geldik ve Senden bize hidâyet, inâyet, gınâ, mağfiret, necat ve şifâ ihsan etmeni diliyoruz.

Bizi Senin marifetine mazhar olmaya çalışan kulların, Senden dilenen, hadsiz muhtaç, çıplak, fakir ve Senin Huzûr-u İlâhine yakınlık arzusuyla yanan mahlûkatın olarak kabul eyle, diye yalvarıyoruz Sana. Bize velâyet elbisebi giydir. Bizi, Senin sonsuz sıfatların ile bağışla.

Bu dünyâda bize, Senin mükerrem bir misâfirin olma şerefini bahşettiğin gibi kalplerimize de Senin misâfir olmanı diliyoruz Senden. Huzûr-u İlâhin sırrı ile kalplerimizi tatmin et. Ve saf coşku ile Sana ihtiyaç duymak, Seni tanımak, Seni sevmek ihsan eyle.”

DİPNOTLAR

[1] Buhari İman 2/6, H.no, 38,Cd. 37,  K. Savm,30/4 .H.no. 1802, Cd. 1768,  Terc. H.no:6 C.4/1770, Müslim. K. Salat ı Müsafir, H.no 759, 760, Cd. 1268, 1269, Tirmizi K.Sıyam ,6/54. H.no,683  Cd. 619  C,2/61, 796,

[2] M. Hamdi Yazir, Hak Dini Kur’an Dili, (t.y), I, 643-4)

[3] Bakara, 2/185

[4]Heysemî, c. III, sf. 141

[5] Hasan Sezâi Hz.

[6] Divânı Sezâ-i Gülşenî-Şahver Çelikoğlu

[7] Kâf,16

[8] İsmail Ankaravî, Minhacu’l Fukara, s.299-300

[9] Şerh-i Mesnevî, c.9,s.152

Yazar
Hilmiye KETENCİ

Hilmiye Ketenci, 1973 yılında Bursa ilinde doğdu. İlkokulu Bursa Minâreli Çavuş, Orta kısmı Mudanya İmam Hatip Lisesi, Liseyi Bursa Kız Lisesinde, Üniversite eğitimini Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesini bitirdi. Dinî eğitim... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen