8 Temmuz, Bir İmha Hareketinin Yıl Dönümü

A. Yılmaz SOYYER 

Osmanlı Devleti 8 Temmuz 1826 tarihinde Bektaşiliği yasaklamıştır. Bu olay Yeniçeriliğin tarihe gömülüşünden bir ay sonra olmuştur. Sultan II. Mahmud Topkapı Sarayı’ndaki camide ulema (medrese bilginleri) ve meşayıhı (tarikat şeyhlerini) toplantıya çağırarak Bektaşiliğin yasaklanma kararını aldırmıştır. Ulema zaten Bektaşiliğin yasaklanmasından yana tavır takınmış, tarikat şeyhlerinin bir kısmı bu girişime karşı oldukları halde devletin kararlı tutumu sonucu kapatılışa en azından ses çıkarmamak zorunda kalmışlardır.

Bu kararın sonucunda, devlet İstanbul başta olmak üzere Rumeli ve Anadolu’daki bütün Bektaşi tekkelerine girmiş, tekkelerin mal varlıkları kitaptan iğneye, öküzden buğdaya kadar tek tek sayılarak kayıt altına alınmıştır. Pirevi olarak adlandırılan Hacıbektaş ilçesindeki içinde Hacı Bektaş Veli’nin türbesin de bulunduğu merkez tekke Nakşibendî tekkesine çevrilmiş, 60 yıldan yeni olan tekkeler yıktırılmış, eski olanlar medreseye dönüştürülmüştür.

Osmanlı Devleti Bektaşi tekkelerini Yeniçerilerle olan yakınlıklarından dolayı kapatmıştır. Ancak kapatılış fermanında bu duruma hiçbir şekilde atıf yapılmamaktadır. Bu fermanda Bektaşiliğin, dine karşı laubali tavır sergilediği, Hulefa-i Raşidin’in (dört halife) üçüne saygısız davrandığı, Kuran sayfalarını içki şişelerine tıkaç yaptığı, namazı ve orucu terk etmeyi mübah gördüğü şeklindeki suçlamalarla kapatıldığı kayıtlıdır. Ne burada ne de sonradan yayınlanan fermanlarda Yeniçerilik-Bektaşilik ilişkisi vurgulanmaktadır. Çünkü bu ilişkinin kanıtlanması hem çok zordur hem de bu ilişki bir sivil toplum örgütü yapılanmasındaki bir tarikatı kapatmak için yeterli değildir. İncelediğimiz Osmanlı Arşivi kayıtlarına göre Bektaşilerle Yeniçeriler arasında ilişki bulunmaktadır. Bu ilişki Osmanlının toplum yapısının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yani meşruiyetini buradan almaktadır. Yeniçeri komutanlarının oturup dinlendikleri, sohbet ettikleri, hatta zaman zaman kaldıkları “Et Meydanı” adı verilen mekândaki yere tekke adı verilmektedir. Osmanlı toplumu zaten tekke ağırlıklı bir yapının ürünüdür. Bu genel tavı olarak böyledir, özelde ise Yeniçeri ortalarında sembolik Bektaşi babaları yer almaktadır. Arşiv kayıtları 99. Bektaşi ortasında Bektaşi babalarının bulunduğunu ve bunların diğer yeniçeriler gibi düzenli maaş aldıklarını belirtmektedir. Yeniçeri ayaklanmalarında bu babaların da yer aldığı bir gerçekliktir. Anca bütün bunlar böyle olmakla birlikte “Yeniçeriler Bektaşi’ydiler” yargısında bulunmak zor görünmektedir. Çünkü Bektaşi olabilmek için “ikrar ayini” denilen bir törenden geçmek gerekir. Oysa Yeniçeriler böyle bir törenden geçmemektedir. Onların Yeniçeriliğe giriş töreni (Saka Yeniçerilerinin töreni) yazma eser olarak Millet Kütüphanesinde mevcuttur. Bu da Bektaşi ikrarına değil, Ahi törenlerine benzemektedir. Bütün bunlar göz önüne alınırsa Yeniçeriler ancak Bektaşiliği seven, Hacı Bektaş Veli’ye gönül bağı taşıyan askerlerdir. Askerlerdir kelimesine yaptığımız vurgu önemlidir. Çünkü bir askerin tarikat yapılanmasında yer alması mesleki bakımdan da çok zordur. Asker komutanlarına, derviş ise baba ve dedelerine mutlak itaat zorundadır.

Bektaşiliğin kapatılışında karşımıza çıkan en önemli unsur Nakşibendilerin Bektaşilere olan olumsuz tavırlarıdır. Burada Şeriat kurallarına en sıkı bir biçimde bağlı bir tarikat olan Nakşibendîliğin, kadın erkek ilişkilerindeki rahatlıktan, dini algılayışlarındaki özgür tavra kadar bütün unsurlarına karşı çıktıkları Bektaşiliği yok etmek arzusu yatmaktadır. Zaten kapatılış fermanına konulan ve tek doğru suçlama olan Bektaşilerin kadın erkek beraber ibadet etmeleri konusu da Nakşîlerce her zaman ön plana çıkarılmış ve kullanılmıştır. Nakşibendîler bu kapatılış olayından sonra önce merkez tekkeyi (Pirevi) ele geçirmişler, sonra diğer kapatılan Bektaşi tekkelerini Nakşibendî tekkesi olarak açma girişimlerine başlamışlardır hem Bektaşiliğin ekonomik tabanına (tekkeler tarım ve ticaretle uğraştıklarından önemli gelir merkezleriydi) hem de bürokrasideki makam ve mevkilerine sahip çıkma emelleri içerisindedirler. Günümüzdeki Nakşibendî tarikatının Halidi kolu yapılanmasının ve etkinleşmesinin temelleri o dönemde atılmıştır. 19. yüzyıl bir bakıma Anadolu’nun Nakşibendîleşme dönemi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Nakşibendiler bu nüfuzlarını sağlayabilmek için II.Mahmud’un erkek kıyafetlerinde yaptığı inkılaplara onay vermişlerdir. Kadınların son derece sıkı bir kıyafet (örtünme) takibinde tutulduğu yüz yıl, erkeklerin Batılılara –sadece görünümde- benzeme asrı olmuştur.

Bu dönem yalnız Bektaşiliğin yasaklandığı bir süreç değildir. Mevlevilik gibi hem kadın erkek ilişkilerinde hem de sanat faaliyetlerinde müsamahakâr ve gelişmiş bir tasavvufi grup da son derece sıkı kontrollere tabi tutulmuştur. Bu önemde özellikle İstanbul’da tasavvufi çevreler büyük baskılar görmüşlerdir. Bunda kapatılan Bektaşiliğin dervişlerinin Mevlevilik, Halvetilik gibi tarikatlara sığınışının da önemli payı vardır. Tasavvuf yani tekkeler, kadın erkek ilişkilerinde her zaman medreseye göre daha toleranslı olagelmiştir. Bunun en önemli istisnası Nakşibendîliktir. Bugün de Çarşamba Cemaatinden İskenderpaşa Cemaatine kadar bütün Nakşibendî gruplar, kadınların giyimi ve kadın erkek ilişkilerinde son derece müsamahasızlardır. Kapatılan Bektaşi tekkelerinde o günün şartlarında mühim addedilecek çapta kütüphaneler bulunmaktadır. Örneğin Antalya Elmalı yakınlarındaki Abdal Musa Bektaşi tekkesi kütüphanesinde 150 civarında kitap vardır. Bu kitapların İstanbul’daki tekkelerde olması normal karşılanabilir ancak Elmalı gibi Anadolu’nun ücra bir yerindeki bir dergahta bu kadar kitabın oluşu çok önemlidir. 1826’da Bektaşi tekkelerinin yasaklanması Anadolu’daki eğitim ve kültür hayatına da çok olumsuz bir katkı yapmıştır.

Bektaşilik Sultan II. Mahmud’un ölümüyle tekrar canlanma ve bir uyanış faaliyetine başlamıştır. Burada, Padişah’ın (II. Mahmud’un) hanımı Pertevniyal Sultan’ın Bektaşilere olağanüstü yardım ve katkıları görülmektedir. Oğlu padişah olan ve kendisi de valide sultan olarak çok önemli güç kazanan Pertevniyal Valide Sultan açıkça Bektaşileri desteklemiştir. Ancak yine de medrese ve Nakşibendîleri aşarak tarikatın serbest bırakılmasını sağlayamamıştır. Osmanlının bu döneminde Bektaşilik hem yasaklıdır hem de gayrı resmi olarak serbesttir. Bürokraside yavaş yavaş güçlenen Bektaşiler de bu konuda etkili olamamışlardır. Devletin kurumları arasındaki güç mücadelesinin en önemli örnekleri bu dönemde görülmektedir. Şeyhülislamlık (Bab-ı Meşihat), medrese ve Nakşibendîler, Padişahın annesi ve bürokrasideki Bektaşilere karşı amansız bir örtülü mücadele vermişlerdir. Padişah bu konuda oldukça tarafsız bir tutum sergilemek zorunda kalmıştır. Hatta annesinin tarikatına karşı açık destek verememiştir.

8 Temmuz 1826 Anadolu’daki İslam anlayışının -bir bakıma- katılaşma dönemidir denilebilir. Bu tarih, Bektaşilerin, Mevlevilerin sanat ve güzellik dolu din anlayışlarının sekteye uğratılıp, toleranstan uzak dini tutumun yerleşme dönemidir.

 

Yazar
Ahmet Yılmaz SOYYER

A. Yılmaz Soyyer, 1960 yılında Konya’nın Ereğli ilçesinde doğdu. Annesi ve babası o henüz bebekken ayrıldıkları için annesinin yanında büyüdü ve dedesi 1924 Manastır muhacirlerinden Bektaş Ağa (Kaçar) tarafından yetiştirildi.... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen