15 Temmuz 2017 Kalkışması Nereye Bakıyordu? Görünenin Ardındaki

Muzaffer METİNTAŞ

15 Temmuz 2016!

Kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına ve bekasına karşı içerden ve dışardan yapılmış en büyük saldırılardan birisinin yaşandığı geceydi. Saldırı pek şiddetliydi, bu şiddetine uyar şekilde de kan dökülmesine sebep oldu. Peki bu inanılmaz kalkışma sadece bir darbe teşebbüsü müydü, yoksa tarih yazanların uzun soluklu planları gereği bölgesel coğrafya yeniden mi şekillendirilecekti?

Olayı Türkiye’nin alışık olduğu darbeli iktidar mücadelelerinden birisi olarak değerlendirmemek gerekir. Yapılması gereken “15 Temmuz’un ötesinde nelerin olması planlanmıştı, 15 Temmuz’da darbeciler-kalkışmacılar başarılı olsaydı Türkiye’yi ve bölgesel coğrafyayı neler bekliyordu” yu duygu ve politik beklentilerden uzak, sakince irdelemektir. Ne yazık ki mevcut siyasi irade bu anlayışı yakalayamıyor ve hala olayı bir iktidar devirme- iktidar kapma mücadelesi olarak algılıyor. Böyle algılamasa, samimiyetle ve ısrarla ABD’den Fetullah Gülen’i ister, Batı ülkeleriyle “bu hainleri niye saklıyorsunuz” polemiklerine girer mi?

Bilenler bilirler, Fetullah Gülen hareketi, 1970li yıllarda gelişmeye başladı. Başlangıçta öğrenci yurtları, öğrenci evleri, basın unsurları şeklinde örgütlendi, ardından ticari kuruluşlar ve okullar geldi. 1980 darbesini pek yara almadan atlatan teşkilat (cemaat), 1980 sonrası okullar, dış ülke açılımları, özel üniversiteler ve büyük şirketlere dönüşmeye başladı. Kısa sürede Başbakanlık müsteşarlığı, YÖK gibi kritik birimler ele geçirildi ve cemaat mensupları hızla bürokrasiye, askeriyeye, üniversiteye dahil oldular. Lider, sağlık sorunlarını bahane ederek ABD’ye taşındı, merkez orada kuruldu, hareketin güvenliği de garantiye alınmış olundu.

Bu süreçte cemaatle ilgili tuhaf şeyler de olmuyor değildi; aynı tarihlerde Rusya cemaatin bütün okullarını “ABD ajanlığı” ile suçlayarak kapattı. Ama ne ilginçtir ki, Türkiye oligarşisinin meşhur 28 Şubatında, silahlı kuvvetlerden her içki içmeyen subay-astsubay, ülkücüler bile “gerici-islamcı” diye atılır, milliyetçi rektörler istifaya zorlanırken, bu teşkilatın adamları o süreçten zarar görmeden sıyrılmayı başarmıştı.  

Türkiye’nin son yıllardaki hakim siyasi iradesi iş başına gelince, başlangıçta kurulan güçlü ilişkiler ile cemaat mensupları giderek Türkiye’yi bir ağ gibi sardı. Artık hiç kimse ve hiçbir mevkii bu teşkilata “hayır” diyemiyordu; teknik, bürokratik, idari, askeri ve eğitsel bütün atamalar, atama-yükseltme jurileri teşkilatın istediği şekilde oluşturuluyordu. Teşkilatın düzenlediği gecelerde, o bölgedeki bütün protokol  boy gösteriyor, cemaatle arasını iyi tutmaya çalışıyor, cemaatin il imamları illerin en güçlü iradesi haline geliyordu.

Siyasi iradenin yakınları-içten taraftarları ise seyri şaşkınlıkla izliyor, hayli kıskanıyor, biraz biraz da itiraz sesleri yükseltiyorlardı. Türkiye’nin sıradan halkı da hayretler içindeydi; sermayenin – burjuvazinin en güçlü temsilcileri cemaat lideri önünde diz vurup, el öpüyor, ihale bahşişlerini alıyorlardı.

Kısacası 2010lu yıllarda Türkiye’nin bütün kaleleri ve mevzileri neredeyse bu melun teşkilat tarafından ele geçirilmişti.

Türkiye’de, aynı zamanlarda başka şeylerde oluyordu. Bölücülük gittikçe güçlenirken, memleket evlatlarının birkaç kez yok etme noktasına getirdikleri PKK, bir şekilde tekrar diriltiliyor, bölücü Kürtler adeta dokunulmazlığa doğru ilerliyorlardı. Yakın coğrafyada da paralel nitelikli olaylar oluyordu ve bunlar belli bir istikamete doğru gelişiyordu: Kuzey Irak’ta gittikçe kurumsallaşan bağımsız Kürdistan, Kerkük bölgesinde PKK yerleşimi, Kuzey Suriye’de PKK-PYD askeri ve siyasi hakimiyeti… Onları koruyan ve destekleyen ABD ve Batılılar…

Ülkemizin içinde ve dışında, yeni dünya düzeni – yeni Orta Doğu/ Ön Asya için işler kıvamına geldiğinde, Türkiye’de birden 15 Temmuz kalkışması başlatıldı. Gazi Meclise, kendi asker ve polisine, kendi milletine acımasızca saldıran bir kalkışma… Kalkışmanın Fetöcüler tarafından yapıldığı açıktı. ABD’den ve Batıdan destek aldığı da.

ABD ve diğer Batılılar, kalkışma başarılı olursa, tarihte hiç olmadıkları ölçüde hakim olabildikleri bir Orta Doğu/Ön Asya düzeni oluşturabileceklerdi. Türkiye’de siyasi ve ekonomik düzeni ele geçiren Fetöcüler, Türk Devleti’ni Batılıların istedikleri kıvamda bir boyunduruğa alacaklardı. ABD mandasında-kontrollü- bir Türkiye… Irak ve Suriye’de Kürtler zaten tam kontrol altındaydı. Böylece Türkiye’nin güneyi ile, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde bir Türkiye-Kürdistan konfederasyonu oluşturulacaktı. Aşağıda, Körfez’de Suudi Arabistan, Küveyt, BAE gibi, ABD tarafından bütün zenginliği ile tam kontrol edilen bir coğrafya vardı. Daha yukarıda, ortalarda İsrail ve uyumlu Mısır. Yukarıda, kuzeyde ABDci Türkiye-Kürdistan konfederasyonu ile coğrafyanın yeni şekli, tüm Orta-Doğu ve Ön Asya’da ABD – Batı çemberi tamamlanmış olacaktı. Sadece idari, siyasi ve ekonomik yönden değildi  hakimiyet hayali. Böyle bir Orta-Doğu Ön Asya siyasi yapılanması, Batı medeniyeti için en büyük tehdit algısı, müslüman coğrafyanın yegane medeniyet şansı, “yeniden Türk medeniyeti tasavvuru” da ortadan kaldırılmış olunacaktı. Aklınıza sakın komplo teorileri gelmesin! Büyük devletler, günlük taktiklerle ilerlemezler, böylesi stratejiler yaparlar.

Çok şükür Türk milleti bu darbeyi bertaraf etti, kalkışmayı ezdi. O günlerdeki fotoğrafları hatırlayın, sadece AKP taraftarları değil, daha çoğu milliyetçi gençler kızlı, erkekli tankların karşısındaydı.

Ancak, tarihi yazanların, her sonuca göre, amaçlarına ulaşacak şekilde hazırlanmış planları olur. 15 Temmuz kalkışması başarısız oldu; ama, başarısızlığa göre kurgulanmış beklentiler de hazırdı.

Stratejistler, hain kalkışmanın, en azından Türkiye’nin en önemli gücü olan, 30 yıllık terör mücadelesini götürürken tecrübe ve sıkı eğitimi birleştirerek dünyanın en etkili ordularından olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin “Türkiye dışı müdahale gücünü büyük ölçüde zayıflattığı” kanaatindeler. Yani, yine ABD ve Batılıların istediği oldu. Türkiye’nin yakın çevresine müdahale etme gücü zayıflatıldı. Sonuçta, onların desteklediği kalkışma-darbe başarısız oldu, ama sonuçları, tesiri onlar için başarılı, onların istediği gibi oldu. Sadece, çizecekleri coğrafyanın hayata geçeceği tarih biraz değişti, ileriye uzadı.

Bu bir süreçti; stratejik süreç. Yani onlarca yıl önce bir strateji geliştirilmişti. Olanalar o stratejinin gerekleriydi.   Büyük devletler, dünya devletleri, stratejilere sahiptir, iktidarlar değişir, başkanlar değişir, hepsi o stratejilere hizmet eder.  Stratejileri de bir veya birkaç siyasi değil, o devletin bütün dinamik unsurları birlikte yapar; bilim insanları, felsefeciler, sanatçılar, eğitimciler, din insanları, tüccarlar, sanayiciler, işçiler, askerler…  Siyasetçiler  onların yaptığını hayata geçirmekle yükümlüdürler. Bizim bir türlü anlayamadığımız bu ve tabii devlet, millet stratejilerimiz yok. Çünkü bir dünya görüşümüz yok, ideolojimiz yok, medeniyetimiz yok. Bizde işleri günlük hakim siyasetçilerin siyaseti yürütüyor; tabii bunlar da hep hüsranla sonuçlanıyor.

Merkez sağda yeni bir “milli” nitelikli siyasi partinin kurulmakta olduğundan bahsediliyor. Bir umudunuz var mı? Benim yok! Çünkü felsefesi, dünya görüşü, ahlak sistemi, ekonomi politiği olmayan bir siyasi hareket, günlük siyasetin karmaşasına katılmaktan başka ne yapabilir?  İşte “İslamcı” ların siyaseti, bugün her konuya hakim, tek otorite, ama ne yaptı, ne yapabildi? 

Dünyada tarih yazanlar, tarihi yazmaya çalışıyorlar da, gerçekleşecek kararı onlar mı veriyor?

Varlığın sahibi, tek işleyen, tek karar verici ve uygulayıcı “beyanında açıkça belirttiği asker milletinin böylesi yok edilmesine izin verir miydi?”. Kalben tam inanıyoruz ki “elbette hayır!”. Nitekim Anadolu coğrafyasında hızla yayılan ve işleyen “Türk müslümanlığı” ve “yeniden Türk medeniyeti tasavvuru” geleceğin asıl karar verici tarafından çizilen yönünü göstermektedir.

Bu noktada, tekrar belirtmek istiyorum. Türk entelektüeller, günlük siyasetle değil, kültür, bilim ve diğer medeniyet unsurları ile ilgilenmeli, bütün enerjilerini şimdilik buralara yığmalıdırlar.

Yapılması gereken, bir an önce “Türk felsefesi”, “Türk Müslümanlığı”, “millet ve halklar meselesi”, “ekonomi-politik”, “Avrasya ve Turan” gibi temel konuları sistematize etmek ve oradan müşahhas bir ideoloji çıkarmaktır.

Sonrası o kadar kolay olur ki…

Yazar
Muzaffer METİNTAŞ

Muzaffer Metintaş, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde göğüs hastalıkları profesörüdür. Akademik çalışma alanı akciğer kanseri, mezotelyoma ve plevra hastalıklarıdır. Bilim felsefesi, medeniyet araştırmaları ve ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen