İslam’da Sunni Fıkıh Mezheplerin Ortaya Çıkışı

Akın Eraslan BALCI

Sünni fıkıh mezhepleri olarak Hanefilik, Malikilik, Şafiilik ve Hanbelilik sayılmaktadır.

Hz. Peygamber vefat ettikten sonra vahiy kesilince yapılan içtihatların vahyin denetiminden geçme yolu da ortadan kalkıyor. Dini ve hukuki konularda hüküm vermek gerektiğinde ilk zamanlar alimlik mertebesindeki sahabilerin görüşleri esas alınmaya başladı. Ancak ileri sürülen görüşler farklı olduğunda hangisinin esas alınacağını belirleyen bir merci yoktu. Dolayısıyla her farklı görüş kendi içinde geçerliydi. Müslümanlar yaşadıkları bölgenin önde gelen alimi kimse onun görüşlerine uymak suretiyle bu farklı görüşlerden birini seçiyordu. Önemli görülen konularda yönetici otorite danışma kurulları oluşturuyor ve fikir birliği sağlandığında bir kural niteliği kazanıyordu. Bütün konularda böyle bir fikir birliğinin sağlanması mümkün olamadı. Farklı görüş sahiplerinin görüşlerini anlatabilecekleri uygun ortam da yoktu.

Peygamberi görenler (sahabe) dönemi sonrasındaki tabiin döneminde (peygamberi görenleri görenler dönemi) fikir ayrılıkları keskinleşmeye başladı ve coğrafi farklılığa bağlı fikir farklılıklarını belirtmek üzere Ehl-i Hicaz (Hicaz bölgesindekiler) ve Ehl-i Irak (Irak bölgesindekiler) olmak üzere iki farklı ekol belirdi. Ancak coğrafi isim koymanın yerini daha sonra fikri anlamı olan bir isimlendirme aldı: Ehl-i Asar ve Ehl-i Rey.

Ayrı fikirlerin etrafında meydana gelen gruplaşma ve kümelenmeler, belli bir kümeye aidiyet duygusu fıkıh mezheplerinin doğmasına yol açmıştır.

İş hukuka geldiğinde durum daha da ciddiydi. Çünkü birey için İslam’ın yorumlanış biçimindeki derin felsefi farklılıkların çok fazla bir önemi yok. Kişi için kendi inancı çerçevesinde inanç ihtiyacını tatmin edici ve tutarlı bir sisteme aitlik belirtici bir takipte bulunmak yeterli. Fakat hukuki hükümler hem bir zorunluluk getiriyor hem de benzeri tüm olay ve sorunlarda aynı ve biri biriyle tutarlı hükümlerin verilmesi gerekiyor. Bu yüzden fıkıh ilmi üzerinde çok çalışılan bir İslami bilim haline geldi.

Ehl-i Sünnet dediğimiz fıkıh ekolüne aidiyet taşıyanlar Müslüman dünyanın %85’ini oluşturuyor.

İmam Şafii’den önce Müslümanlar, yukarıda da belirttiğimiz gibi Ashab-ı Hadis (Ehl-i Asar) ve Ashab-ı Rey (Ehl-i Rey) olmak üzere ikiye ayrılıyordu. İmam Şafii Hadislere bağlı kalmayı teşvik etmiştir.

Hadis dışındaki fikirlere itibar etmeyenlerin en önemlilerinden biri İmam Şafii’dir.

Ashab-ı Hadis’ten olmak, hakkında nas bulunmayan hiçbir konuda görüş bildirmeme anlamına geliyor. Yani Kuran’da ve Hz. Muhammed’in yaşamında olmayan bir konuda dini anlamda hüküm vermek Ashab-ı Hadis’in doğasına aykırıdır. Bu kola dahil olanlar Malikiyye, Şafiiye, Hanbeliye, Raheviyye ve Huzeymiyye olarak sayılmaktadır. En belirgin özellikleri Allah’ın Yed, Vech ve İstiva gibi haberi sıfatlarını (müteşebihat) hiç bir yorum katmaksızın aynen kabul ve tasdik etmeleri, akli delil aramamalarıdır.

Müteşabih, ayırt edilmesi zor olan anlamına geliyor. Müteşabih bir ayette yer alan bir ifade başka ayetlerde farklı manalara gelebiliyor. Müteşabihin karşıtı olan Muhkem ise anlam yönünden başka bir ihtimal taşımayan, açık ve kesin anlamlı, manasına geliyor.

Sünniliğin zaman içinde itikadi açıdan evrildiğini görüyoruz. Selef (önceki) ve Halef (sonraki) Sünnilik bu evrimin sonucunda ortaya çıkıyor. Aslında bu evrim sürecini bir billurlaşma ve kurumlaşma süreci olarak düşünmek daha doğrudur. Tabii Selef’ten Halef’e geçerken arada köprü vazifesi gören alimler de görülüyor. İslam dininin inanç esaslarının daha sistematik biçimde ele alınmasını öngören bu alimlerin arasında İbn Küllab el Basri, Haris el-Muhasibi, Ebu Abbas el –Kelanisi sayılabilir.

İnanç esaslarını billurlaştırma sürecinde Şiilik, tarihsel anlamda Sünniliğin önüne geçmişti. Yani sistematik bir dini yaşam alanı oluşturmada daha önce davranmıştı. Sünniliğin kendi inanç esaslarını sistematik hale getirme motivasyonunu Şia’daki fırkalaşmanın sağladığı düşünülmektedir.

Şia Hicri üçüncü asırda yapılanmasını tamamlarken, Sünnilik Hicri dördüncü asırda kendi Kelam ekolünü kurdu. Bu süreçte Ebu Hasan el-Eşari çok önemli bir yer tutmaktadır. Eşari başlangıçta bir Mutezile alimiyken, Mutezileden ayrıldığını ilan etmek suretiyle kendi kelam ekolünü kurmuştur.

Kelam, anlam olarak konuşma, zihinde bilineni dille ifade etme ve ağızdan çıkan anlaşılır ses demektir. Allah’ın sıfatlarından biri olup Allah’ın konuşma yetkinliğine sahip bir varlık olduğunu ifade eder. Kuran’da Allah’ın melekler, İblis ve peygamberlerle konuştuğu yazar. Perde arkasından doğrudan konuştuğu gibi vahiy yoluyla veya elçi göndermek suretiyle de konuşur. Vahiylere kelamullah (Allah sözü) denmektedir.

Hanefiliğe gelince, Türk kavimlerinin yoğun yaşadığı Maveraünnehir bölgesinde yaşayan Ebu Mansur el-Maturidi, kendi kurmuş olduğu kelam ekolünü yaymaya başlar. Sünni mezhepler içerisinde aklı da yöntem olarak kullanmayı benimsemiş olanıdır.

Nakilciler ile akılcılar arasında ne yazık ki tam bir birlik oluşmamıştı. Akılcı ve nakilci İslam okullarını birleştirmeye çalışan alimler arasında 4-5. hicri asırlarda yaşamış olan Abdülkadir Bağdadi ve Şehristani sayılabilir. Bu alimler Mezhepler Tarihi kitaplarında bu birlik çabasını gösterdiler.

 

Yazar
Akın Eraslan BALCI

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen