30 Ağustos Anısına: İslam Dünyasının Kısa Hal Beyanı

İbrahim MARAŞ

Günümüzde, siyasal, ekonomik ve askeri gücü yetersiz olan İslam ülkeleri, hem çağdaş Haçlılar hem de mezhep çatışmaları karşısında, ölümü ve şehadeti yüceltmekten başka çare bulamıyor. Oysa İslam, hayat dini, barış ve mutluluk dini. Tek yapacağımız şey, İslam dünyasının ufuktaki tek umudu olan Türkiye’yi daha da güçlü kılacak yollar aramak.

Bunun da yolu, üç ana esastan geçiyor:

Bunlardan ilki, ülkemizde liyakatli, ehliyetli, işbilen, evrensel ahlâki değerleri ilke edinen, her türlü bölücülükten (etnik, mezhepsel, tarikatçı, ideolojik…) uzak duran nesillere ve kadrolara sahip olmak, yönetimi bunlara teslim etmek. İkincisi, ülkemizde bilimsel özgürlüğü, adalet ve hukukun üstünlüğünü hâkim kılmak.  Üçüncüsü ise, Türkiye’nin binlerce yıldan beri süzülüp gelen ve asla bir etnik kimliğe dayanmayan milli yapısını, millet olma şuurunu, hayali ümmetçiliğe feda etmemek. Eğer feda edilirse, İslam dünyasını ayakta tutan şiraze ortadan kalkacaktır.

Her gün İslam dünyasının her tarafında oluk oluk Müslüman ve mazlum kanı akıyor. Her yerde hüzün ve gözyaşı var: Myanmar, Doğu Türkistan, Irak, Suriye, Filistin… Ülkemizde de devamlı şehitler veriyoruz. Toprakları münbit Anadolu, hayırlı insan yetiştirdiği gibi mebzul miktarda hain, bölücü, işbirlikçi ve aptal da yetiştiriyor. Elbette, uğruna kan akıtılan vatanın, altında olsak da, bizim olduğunun şuurundayız. Ama olması gerekenin, o toprağın üstünde yaşamak olduğunu da çok iyi biliyoruz. Çünkü Müslümanın esas görevi, Allah’ın Hayy sıfatını tecelli ettirmek, yaşatmak, yeryüzünü cennete çevirmek ve adaleti hâkim kılmaktır. İşte bu yüzden yeryüzünü cehenneme çevirmek isteyen iblislerle daimi mücadelemiz var. Amacımız, Nesimi’nin dediği gibi, önce nefsimizde sonra çevremizde, iblisin talim ettiği yola minnet eylememek ve minnet eyleyenlerle mücahede etmektir.

Maalesef İslam dünyası bu bilinçten uzak olduğu gibi, kendi aralarında da devamlı kan akıtıyor. Yaklaşık 150 yıldır ciddi bir karanlık süreçten geçiyoruz ve bir türlü aklımızı kullanmıyoruz. Cehalete, hurafelere, bedeviyete, taklide, tembelliğe batmış bir vaziyette hayatımızı idame ettiriyoruz. Hep geçmişte yaşıyoruz. Üretmiyoruz. Azim ve gayretten uzağız. Üstelik böyle bir durumdayken bile, çare olarak, hayalî bir ümmet algısının ötesine gidemiyoruz. Hâlbuki İslam ülkelerinin çoğu fiili ve zihnî sömürge halinde, ilimden, kültürden ve medeniyetten uzak bir şekilde, kukla olarak yaşıyor iken, nasıl olur da, İslam ülkelerinden bir şey bekleyebiliriz ve kurtuluş hülyalarına kapılabiliriz. Tek çare olarak, ya mehdi bekliyor veya mehdi bekler gibi, bir halifenin yolunu gözlüyoruz. Bunun sonucunda hayali bir ümmetçiliğe sarılıyoruz. Osmanlının son dönemindeki oyun tekrarlanıyor. Halifelik ve ümmetin birliği iddialarıyla Müslümanlar; galeyana getiriliyor, radikalleştiriliyor, donkişotvari açıkça görünmeyen düşmanla sözde cihada teşvik ediliyor, aralarından sahte halifeler, mehdiler ortaya çıkıyor/çıkartılıyor ve bu uğurda binlerle, milyonlarla şehit ediliyorlar, yetmiyor birbirlerini öldürüyorlar. Oysa binlerce yıldır siyaset biliminin öğrettiği husus, “güçlüyseniz diğerleri de size tabi olur”, kuralıdır. Tarihte hiçbir devlet, hayali ümmetçilerin evhamları gibi, “gelin canlar bir olalım” diye, birçok devleti bir araya getirerek oluşmamıştır. Bırakın başka milletleri, Fatih bile İstanbul’u fethedip gücünü ispat etmeden Anadolu Türk birliğini sağlayamamıştır.

Cumhuriyet’i kuran irade, halifeliğin başımıza ne felaketler getirdiğinin farkına vararak, halifeliği kaldırmış ve Meclis’in iradesine teslim etmiştir. Amaç, önce ayakları üstünde durabilmektir. Yetişmiş gençlerinin çoğunu Kurtuluş Savaşı’nda kaybeden Türk Milleti, zalimin karşısında yeniden durabilmek için güçlenmek gerektiğinin şuuruna varmış ve Osmanlı’nın yapamadığı veya yarım bıraktığı birçok reformları gerçekleştirmiştir. Bunlar yapılırken, elbette birçok hatalar da yapılmıştır ve yapılmaya devam edilmektedir. Önemli olan bunlardan ders alıp yeni hatalara düşmemektir. Yakın tarihimize kin ve nefretle, ideolojik taassup ve önyargılarla değil, objektif bir şekilde bakmak lazımdır. Bugün, ayakta durabilen bir ülkemiz varsa, bu, kuruluştan beri uygulanan politikalar sayesindedir.

Günümüzde, siyasal, ekonomik ve askeri gücü yetersiz olan İslam ülkeleri, hem çağdaş Haçlılar hem de mezhep çatışmaları karşısında, ölümü ve şehadeti yüceltmekten başka çare bulamıyor. Oysa İslam, hayat dini, barış ve mutluluk dini. Tek yapacağımız şey, İslam dünyasının ufuktaki tek umudu olan Türkiye’yi daha da güçlü kılacak yollar aramak.

Bunun da yolu, üç ana esastan geçiyor:

Bunlardan ilki, ülkemizde liyakatli, ehliyetli, işbilen, evrensel ahlâki değerleri ilke edinen, her türlü bölücülükten (etnik, mezhepsel, tarikatçı, ideolojik…) uzak duran nesillere ve kadrolara sahip olmak, yönetimi bunlara teslim etmek. İkincisi, ülkemizde bilimsel özgürlüğü, adalet ve hukukun üstünlüğünü hâkim kılmak.  Üçüncüsü ise, Türkiye’nin binlerce yıldan beri süzülüp gelen ve asla bir etnik kimliğe dayanmayan milli yapısını, millet olma şuurunu, hayali ümmetçiliğe feda etmemek. Eğer feda edilirse, İslam dünyasını ayakta tutan şiraze ortadan kalkacaktır.

Bugün bizim elimizden, tıpkı yüz yıl önceki gibi, milli şairimiz Mehmet Akif’in şu haykırışlarına ortak olmaktan ve milletimizi bilinçlendirmekten başka bir şey gelmiyor. Bu, insana daha çok acı veriyor, ama umudu kaybetmiyoruz:

Ya Rab, bu yüreklerdeki ses dinmeyecek mi?
Senden daha bir emr-i sükûn inmeyecek mi?
Her an ediyorsun bizi makhur-i celalin,
Kurban olayım nerde senin, nerde cemalin?
Sendense eğer çektiğimiz bunca devâhî (felaketler),
Kimden kime feryad edelim söyle İlahi?

Mü’minlere imdada yetiş merhametinle,
Ya Rab, bu serair (sırlar) gün olur da açılır mı?
Bir leyl-i müebbed olarak yoksa kalır mı?
Her zerrede aheng-i celalin duyulurken,
Her nağmede binlerce lisan nâtık olurken,
Cilvendeki esrar nasıl kalmada muzlim?
Ey nur-i ulûhiyyetinin zılli, avalim !
(Ey ulûhiyetinin nurunun gölgesi alemler olan Allah’ım!)

Merhum Akif, bir başka yerde bizi tutup şöyle silkeliyor:

Kurtuluş yok sa’y-i daimden (daimi çalışmaktan), terakkiden bugün.
Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur!
Bunların hakkında bilmem bir bahanen var mı? Dur!
Masiva bir şey midir, boş durmuyor Halik bile.
Bak tecelli eyliyor bin şe’n-i gûnagûn ile.
Ey, bütün dünya ve mafiha (ondakiler) ayaktayken; yatan!
Leş misin, davranmıyorsun? Bari Allah’tan utan.

O halde; “demek ki ölmüyoruz, haydi o zaman fikri ve ilmi mücadeleye devam”.

 

Yazar
İbrahim MARAŞ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen