Sessiz Karanlık

Sait BAŞER

Bir an kendinizdeki akla, gene aklınızla bakın. Dinleyin onu!

Sesi çıkıyor mu?

Hayır.

Aklın hiiçç ama hiç sesi sedâsı yoktur.

Duygularımıza baksaydık; hüzünden kedere, sevinçten coşkunluğa aynı sessizliği oralarda da tesbit ederdik.

Fikrin, duygunun doğuş ânına kilitlenerek dikkat kesilelim.

İçimizden türkü söyleme arzusu gelse, hem de “fişmekan türkü”yü ıslıklamak istesek! O fikirleri dile getirip seslendirme, o ıslığı çalma ânına kadar, sessizlik ülkesine âittir onlar.

Toprak altında çatlayan, karanlığın içinde filizlenen tohumlar gibi, sessizlikte doğarlar, sessizce büyürler içimizde. O insanlığı sarsan, âleme İsrâfil’in suru gibi tesir eden olağan üstü besteler, hepsi sessizliğin çocukları…

Bütün bir mûsikî külliyâtımız sessizlik ülkesinde doğup büyüdü. Orada kazandı bütün nağmelerini, cilvelerini, hüzün, sevinç keder, coşku…vs.özelliklerini.

Şu mîmârî!

Birer “tasavvur”du, dokunulmaz, görülmez varlıklardı orijinal halleriyle hepsi de.

Bu şehirler, bu “medeniyet alâmetleri”, öğündüğümüz ne kadar zâhirî malzeme ve mekanizma varsa hepsi…

Bu evlatlar!?

Çocuklarıma bakıyorum. Bir zaman evvel yoktular!

Bunların kim oldukları, çehreleri, meşrepleri hakkında hiç bir fikrim yoktu. Yok’tan çıkageldiler…

Ben de siz de yokluğun çocukları değil miyiz!…

Karanlık bir geçmiş… Şimdi vaz geçilmez saydığımız nemiz varsa sessizliğin, karanlığın malıydı.

Ne dersiniz?

Yokluk, valığın kaynağı gibi duruyor. 🙂

Yokluktan varlığa sefer devam ediyor.

Bu durum hepimizce mâlûm. Duâlarımıza baksak o bilişi görürdük. Yokluktan dâvetteyiz dileklerimizi.

Hem “dilemek” de ne oluyor?

Ama varlıktan tekrar yokluğa geçiş de mukadder.

Onu sevmiyoruz işte!

*

Bir de eserden müessire bakmak var! Sonuçtan sebebe doğru.

Bir şehre bakan aslında ne görmektedir?

Kalabalık evler, iş yerleri, okullar, mâbetler, yollar vs. mi; yoksa o tabloyu yaratan insanların ihtiyaçlarını, ilişkilerini, nisbet duygularını, çevreyle uyumlarını, hayattan anladıklarını mı görürüz?

*

Haa, üstüne gelmesi mukadder bir hamle daha var bunca bakışın: Kosova’dan Trabzon’a, Antep’ten Kırım Bahçesaray’a… ritmik bir şekilde üremiş, üretilmiş tenâsüp tabloları var. İnanası gelmiyor insanın. Ha eski Selanik, Atina, Üsküp tabloları, ha Kütahya, Isparta, Kırşehir!..

Sosyoloji, psikoloji ne iş yapar bilmem ki…

*

Sâdece sessizlikten nağmeler üretmiyoruz yâni. Elimizin değdiği ne varsa bizden bir fikrin vücudu oluyor, bir emelin âleti, bir duygunun rengi, bir ihtiyâcın cevabı…

Büyük ihtimalle o şehirde yaşayanların ürettiği müziğin makamları, usulleri, çeşnileriyle bu şehrin mîmârî nispetleri paraleldir. Aynı felsefeyi terennüm etmektedir…

*

Kant’ın bir cümlesi: “İnsan eli değen yere, esasen insanın aklı değmiştir.” Sessizce!

Yazar
Sait BAŞER

Aralık 1957 tarihinde Isparta-Yalvaç’ın İleği köyünde doğdu. İstanbul Sağmalcılar Lisesini bitirdi. Üç yıl Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde yüksek öğren... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen