Şehir ve Felsefe

-Kimlik, Şehir ve Medeniyet İlişkisi Üzerine Bir Deneme-

Mevlüt UYANIK*

Giriş

İslam Felsefesi açısından Şehir ve Felsefe ilişkisini temellendirmenin gerekliliğinin teorik ve pratik boyutu şöyle açıklanabilir. Düşünce tarihinde Muallim-i Sani diye nitelendirilen Farabi’nin Medinetü’l-Fazıla yani erdemli şehir/devlet üzerine yazdıkları konunun teorik boyutunun temellendirilmesi açısından son derece önemlidir.   Farabi, öncelikle teorik ve pratik ilimler tasnifi yaparak Tanrı-Evren ve İnsan ilişkilerinin hiyerarşik düzeni hakkında bilgi verir.  Ardından medeni ilimler yani yönetim hakkındaki disiplinler olarak kelam, fıkıh ve ahlak hakkındaki görüşlerini vererek felsefenin toplumsal yerini belirler.  Felsefenin terminolojisi, felsefenin şubeleri ve disiplinleri, sistematik sorunlarını ilk defa sistematik bir şekilde kurduğu için olsa gerek Farabi’nin İlimlerin Sayımı adlı eseri bir nevi felsefeye giriş kitabı olarak değerlendirilmektedir.

Farabi bu eserinde öncelikle dil-düşünce mantık irtibatını kurar. Ardından evrenin nasıl yaratıldığını tabiat/pozitif bilimler açısından açıklar. Tanrı’nın evreni niçin yarattığını ve insanın işlevini ise ilahiyat ve felsefe açısından anlamaya ve anlamlandırmaya başlar. Bu teorik hususların pratiğe aktarılmasını medeni/siyasi ilimler bağlamında değerlendirir. Burada bireyin “zoon politikon” yani toplumsal/siyasal canlı olarak tarifinden hareketle, birey-aile ve şehir/toplum aşamaları incelenir. Felsefenin tarifi olarak insanın varoluş amacının tahsilu’s-sade (mutluluğu elde etmek) olduğunu, bunun aile ve devlet/şehir boyutunun da nasıl olabileceğini açıklar. Erdemli toplum bu mutluluğun birey, aile ve şehir/devlet aşamasında sağlanmasıyla gerçekleşir. Bunu yapamayanlar ise erdemsiz şehir yönetimi olarak sunulur.[1]

Buradaki anahtar kavramlar şunlardır: ed-Din yani dünyada refah/saadet ve ahirette felahı/kurtuluşu sağlayacak ilkeler bütünüdür, farklı zaman ve mekânlarda farklı peygamberler kanalıyla hep aynı ilkeler gönderilmiştir. Uygulama şartları, mekânları ve yöntemleri değişiktir, buradaki tarzlara da şeriatler denilir. Yani din bir; uygulama tarzları, yol ve yöntemleri muhteliftir.[2]

Farabi’nin deyişiyle din, bu dünyada uygulanmak içindir, ahiret burada yapılanların, ekilenlerin hasat zamanıdır. Bunun için dinin farklı zaman ve mekânlarda uygulanma tarzlarını, yol ve yöntemlerini, buradaki aksayan tarafları bilmek, hikmet/felsefedir. Temel ilkelerin yönetimlere yansıması, toplumsal boyutlarını hem teknik anlamda kullanılan site/polis/devlet/medine anlamında hem de kent/şehir boyutunda gözlemlemek mümkündür. Dolayısıyla şehir ve felsefe ilişkisinin temellendirilmesinde, Şehrin, medeniyetin doğduğu yer olarak görülmesi önemlidir. Çünkü “şehir nedir?” şeklindeki sorunun cevaplandırılmasında kentin sahip olduğu maddi imkânlar, içinde bulunduğu coğrafi konum, iklim şartları gibi unsurların yanı sıra kültürün ve medeniyetin oluşmasına zemin hazırlar.  Bu açıdan kültür, bir şehri koruyup kollayan, gelişimini doğrudan belirleyen bir özelliği ifade eder. İşte bu nedenle felsefe şehir ilişkisinde hem sanat, din, siyasetle bir zenginleşme ortaya çıkar; hem de felsefe bütün bu alanlar üzerine bir düşünme etkinliği olarak kendini şehirde ortaya koyar. Bu açıdan “felsefe şehrin çocuğudur.” denilebilir.  Çünkü kültürün kendini ifade ettiği en iyi yer olan şehir, felsefenin de doğup şekillenmesine zemin oluşturmuştur. Bu nedenle şehir üzerine düşünmek ve şehir ile felsefe ilişkisini ortaya koymak demektir.[3]

Şehir ve Felsefe ilişkisinin pratik boyutunu ise şöyle temellendiriyorum: Arap Baharı denilen toplumsal hareketlilik 2010 yılında başladığı zaman Yemen Sanaa şehrindeydim. Burası İslam medeniyetinin önemli şehirlerinden birisi olup, Kur’an kıssalarının geçtiği yerlerden bazıları oradadır. Kadim bir medeniyetin bütün ihtişamını orada görmek mümkündü. Aynısını Şam, Bağdat ve Halep’de de görebilirdiniz. Ama artık göremezsiniz, çünkü bu şehirler harap şekilde, insanları da manen yıkım içindedir.

Yemen Sana’a örneğinden devam edecek olursam, Osmanlı’nın son döneminde bile can havliyle elinden gelen katkıyı yaptığı bir şehirdir. Sultan Abdülhamid’in hastane, cam fabrikası, kız lisesi açtığı, yer altı alt yapı bağlantılarını yenilediği, hastane yaptığı şehir, bugün Müslümanların kendi elleriyle yok edilmektedir. Şehir bağlamında medeniliğimizin, sivilliğimizin, gelişmişliğimizin yani medeniyetimizin en önemli simgelerinden biri tahrip olmaktadır. [4]

Bilim tarihi sempozyumu için gittiğim Mardin şehrinde yukardaki acıyı bütün yüreğimle hissettim, çünkü orayı gezince Sana’a şehrini geziyor gibi oldum, kendimi Sana’a da gibi mutlu hissettim. Türkçe, Arapça, Kürtçe ve Süryanice yazıları ve konuşmaları işittim. Kavram bir nesnenin zihinsel tasavvurudur; iç düşünmeyi, dış düşünmeye/konuşmaya çevirmede kullandığımız temel ilkeleri de mantık verir. Allah tasavvurunun dört farklı ifadesinin yan yana görülmesi manevi olarak maddi olarak da Mardin’in binlerce yıllık medeniyetin simgesinin her şeye rağmen dimdik duruyor alması yeniden umutlandırdı. Aynı dinin farklı zaman ve mekânlarda yaşanmasıyla içtihat farklılığından kaynaklanan mezheplerin aynı mekân içinde ibadetlerini etmesi, ihtilafi ümmeti rahmetun sözünün[5] geçerliliğini gösterdi. İbadethanelerde Cuma namazı, ardında Şafii kardeşlerimizin sağ tarafa çekilerek bazılarının ikindi namazını cem etmeleri, Pazar günü Süryani kilisesinde katıldığım ayin ilahi risaletlerin birliğinin hikmet boyutunu yeniden içselleştirmeme vesile oldu.

Yine bir sempozyum vesilesiyle Roma’ya gittik. Üstü açık bir müze gibi şehir.  İki dünya savaşı geçirmiş bir ülkede yüzyılların ihtişamı duruyor: Şehir, Roma medeniyeti ile aslında dünyaya yön veren bizdik diyor.[6]

Bizdeki şehirlerin son durumu ile Batı’nın tarihi şehirlerini korumadaki hassasiyetini kıyaslayınca 1876-1871 yılları arasında Batı ülkelerinde bulunan Ziya Paşa’nın “Diyar-ı küfrü gezdim, beldeler kâşaneler gördüm. Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm”  beytinin maalesef hala güncelliğini koruduğunu görürüz. Hâlbuki ecdadın yaptığı gibi yeniden “Eşyayı ve sureti değil insanı ve sîretini merkeze alabiliriz. Böylelikle insan ve şehir ilişkisini yeniden kuracak felsefeci mimarlar yetiştirebiliriz. Çünkü İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalardan ziyade yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırdı. Bunu yine yapabiliriz. Tanrı-evren/şehir ilişkisinin fizik-metafizik irtibatını yeniden kurabiliriz. [7] Bunu gerçekleştirmeliyiz, çünkü şehirler kimliklerimizdir.

  1. Şehirler Kimliklerimizdir

İster Arap dünyası, İster Türkiye, İster Avrupa’ya bakalım, şehirlerimiz bizim kimliklerimizdir. Biz şehirleri biçimlendirirken onlarda bizleri biçimlendiriyor, karşılıklı bir etkileşim var ve yaşayan kültürü ortaklaşa belirleme var. Şehirlerin değişimi insanı da değiştirmektedir.[8] Şimdi Şam, Trablusgarp, Halep yeni biçimini düşünebiliyor musunuz? Modern olduğu söylenilen Batı yaşam tarzını dayatan binalarla dolacak bu kadim kültür ve medeniyetimizin simgeleri olan şehirler.[9] Göğü Delen Adam (papalagi)[10] de bahsedildiği üzere, modernlik gelişmişlik bu mudur, yoksa insanın ve bilinç düzeyinin tahribi midir?

 Yüzyılların getirdiği medeniyet birikimini şehirleri tahrip ederek yok ediyoruz. Bu aslında kişiliğimizin ve kimliğimizi, geçmişimizi yok etmek demektir. Mahiyet ve hüviyet açısından söyleyecek olursak, mahiyeti ve bunun metafiziksel temeli yok edilen bir medeniyetin çocuklarına istediğiniz hüviyeti giydirmek mümkündür. Bu nedenle aslında şehir tasavvurumuzu medeniyet tasavvurumuz dışında anlamak mümkün değildir.

Bu bağlamda şehirlerimizin ne duruma geldiğine Mekke örneğini verebiliriz. Dünyanın en önemli petrol üreticilerinden olan üstelik de İslamiyet’in yeryüzünde en önemli temsilcilerinden olma iddiasında olan Suudi Arabistan’ın şehir uygulamalarına Mekke örneğinde baktığımızda ne görmekteyiz? Osmanlı devleti zamanında kendisini Hadimu’l-Haremeyn olarak gören, yani Mekke ve Medine’nin hizmetçisi olarak nitelendiren, her yıl sürre alaylarıyla buraların ihtiyacı gideren bir devlet yönetimi Harem-i Şerif’ten yüksek bina yapılmasını edepsizlik olarak görmekteydi. Şimdiki Mekke’de bu etrafını gökdelenlerin çevirdiği bir şehir var.  İşte bu nedenle şehirlerimizi medeniyet tasavvurumuz mahiyeti ve huvivyetinin dışında anlamak mümkün değildir, diyoruz. [11]

 

2. Şehir ve Medeniyet İlişkisi

İslam kültür ve medeniyetinin teşekkülünü şehirler üzerinden açıklamak mümkündür. Şehirleri Müslümanların iktisadî, içtimaî, ilmi ve adli yükümlülüklerini yansıtan birimler olarak incelersek bu ortaya çıkar. Örneğin Mekke, Hz. Peygamber’in içinde atası İsmail (a.s.) tarafından inşa edilmiş Kâbe olması nedeniyle bütün Müslümanların kalbidir. İslam Medeniyetin ilk teşekkül ettiği şehirdir. Medine ise  ‘hicretle başlayan’ başka bir ‘şehir’ tasavvurudur.  [12]

Bu İbn Haldun’dan[13] hareketle söyleyecek olursak, sebep/din bağımızı gösterir; bir de asabiyetimizi, kimlik ve kişiliğimizi oluşturan ikinci unsur olan nesep/ırk bağımız açısından şehir ve medeniyet ilişkimiz vardır. Bana göre,  Atayurttan Anayurda Hicret/Göç Yeni Bir Şehirleşme Medenileşme Sürecidir. Çünkü İpek yolu merkezli birçok devlet kurmuşuz ve fethettiğimiz her toprak parçasını manevi değerlerimizle yurt haline getirmişiz.[14] Bunlar göçerlikten yerleşik düzene yani şehir/medeni/hadari sisteme geçme çabasıdır. Çünkü medeni olmak, yerleşmek, şehirleşerek hayat standardını yükseltmek, sefalete karşı bir direniştir.  

İpek yolu üzerinde coğrafi ve iklim özelliklerine dikkat edilerek kurulan şehirlerin tarihi gelişimleri ve yol üzerindeki işlevlerine baktığımız zaman ticaretin yanı sıra kültür, sanat ve mimari ve teknolojideki gelişimi de göstermektedir. Farklı inançlar, dillerin bir arada yaşaması da şehrin dini ve felsefi boyutunun somut simgesi olarak görülebilir.[15]

Anadolu’da İslâm şehirleri de Yesevî Erenlerinin Horasan’dan bu topraklara hicret edip yerleşmeleriyle kurulmuştur. Türkistan/Atayurt ve Türkiye/Anayurt irtibatının Çorum’daki temsilcilerinden biri olan Pir baba bunlardan birisidir. Bu şehirlerin kuruluş felsefesi, Allah meleklere “Yeryüzünde bir halife yaratacağım” diyerek insan-toprak ilişkisinin varoluşsal boyutu üzerine kurulmuştur. Fakat Pir Baba tekkesi ve zaviyesinin olduğu yerin çay bahçesi olması yaşadığımız kültürel dönüşümün, aslında değişimin boyutunu göstermesi açısından son derece önemlidir. [16] Aslında Türkistan-Türkiye hattında kurulan her şehir, yaşanılan dini ve felsefi bilgisinin hayata aktarımının ve bunun sunumunu görsel ve estetik açıdan gösteren somut örneklerdir.  Şehirlere ve mimarisine bakıldığı zaman Arap, Fars iktidar çatışmaları dışında Atayurtta (Türkistan) gelişmiş Türk Müslüman tasavvurunun bir zamanların medeniyet mihveri olan İpek Yolu boyunca kurulmuş bütün şehirlerde bunun örneği görülebilir.

2.1. Dini ve Felsefi Değerlerin Yatay ve Dikey Farklılaşmasının Şehirlere Yansıması

 Arap, Fars ve Türk kavimlerinin dini ve felsefi tasavvurlarıyla ortaya koydukları “İslam algısı, anlayışı ve yaşayışları ve sunumlarının arasındaki farklılıklar Müslümanlığın yatay ve dikey farklılaşmasından ortaya çıkan doğal bir durumdur. Bundan kasıt, inanç sistemleri farklı kültür coğrafyalarında yayıldıkça aradan geçen zamana ve değişen kültür ortamına paralel olarak bir yandan insanları değişim içine sokarken, aynı zamanda bu insanların birtakım niteliklerine uygun bir yapıya da bürünmüşlerdir. Ahmet Yaşar Ocak buna Müslümanlığın yatay farklılaşması demektedir. Bir de Müslümanlığın aynı toplum içinde çeşitli sosyal kesimlere göre farklılaşması vardır ki, bunu da Müslümanlığın dikey farklılaşması diye isimlendirir.[17] Bu nedenle Arap Müslümanlığı, Fars Müslümanlığı ve Türk Müslümanlığı farklılığı bundan dolayı doğaldır.[18]

Günümüz Ortadoğu’sunda çıkan erk kavgaları, sosyo-politik çatışmalara meşruiyet sağlanması Şii-Selefi öğretilerin çatışması şeklinde tespitimiz bu farklılıkları göstermektedir. “Türk Müslümanlığı”ndan kasıt da İslam’ın Türkler arasında yeni kabul edildiği günden itibaren daha çok halk tabakaları tarafından eski inanç ve gelenekler doğrultusunda bir çeşit kavmi nitelik taşıyan, kitabı vasıflarından çok, halkın geleneksel değer yargılarına uygun bir biçim alış şeklidir. Bu anlamda bir Kuzey Afrika, bir Orta Doğu, bir Uzak Doğu ve hatta Avrupa ve Amerika’da oluşan Batı Müslümanlığı şeklindeki sosyolojik olgudan bahsedilebilir. Türklerin Müslümanlığı kabul etmesinden itibaren, Atayurt’tan Balkanlara kadar uzanan bir coğrafyada tarihsel süreç içinde İslam’ın yaşanma biçimi, aldığı görünümler ve yarattığı zihniyete ‘’Türk Müslümanlığı” denmektedir. Araplar içinde de Kuzey Afrika Müslümanlığı farklı kültürel biçimlere sahiptir. Aynı şekilde Avrupa ve Amerika’da bir Batı Müslümanlığı şeklinde bir sosyolojik ve antropolojik durum vardır. Bunlardan herhangi birini tek başına bir Müslümanlık Modeli olarak görmek tutarlı değildir. Tersine hepsi bir “Dünya Müslümanlığı” oluşturur. [19]

Bunu İslam dünyasındaki şehirlere baktığımız zaman net bir şekilde görebiliriz. Yönetiminden mimarisine kadar her yerde bu tasavvurların izlerini görmek mümkündür. Örneğin biz Çorum’da Selçuklu-Osmanlı bakiyesi bir şehirde yaşıyoruz. Şehir sistemi malum olduğu üzere Çarşı/bedesten ile ticari hayatı, Saat kulesi ile zamanın idaresini, Ulu Cami ile şükrü ve ilim tahsili yapılan medreseyi göstermektedir. Ulu caminin Selçuklu mimarisiyle yapıldığını gören ama resmi adının Muradi Rabi olduğunu soran bir arkadaşa, işte gelenek ve medeniyet budur dedim. Depremde yerle bir olan Selçuklu mimarisiyle yapılan şehir 4. Murat tarafından aslına uygun olarak yapılmıştır. Çarşı, yerli halkın deyişiyle Çan Saati, Hamam ile birlikte sağlık ve hijyeni sağlayan birimler olarak aynı yerdedir. Mahalleler bu merkezin etrafına konuşlanmıştır. Mezarlık en yakın yerdedir, böylelikle insana dünya ve ahiret dengesini koruması ve hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışıp, yarın ölecekmiş gibi ahireti hatırlamasının simgesi olarak durur.[20]

Şehirlerin konumu, düzenlenmesi ve mimari özelliklerine baktığımız zaman İslam medeniyetinin farklı zaman ve mekânlarda farklı kültürel birikimle üretilmiş türlerini görmek mümkündür. Bu tıpkı kesrette vahdeti yakalamak gibidir.  Bu anlamda “Şehir, insanı kendisiyle yüzleştirir. Aynı zamanda şehir, insanı kendi kendisine ulaştırır ve insanı, kendisine ulaşılabilir kılar veya kendisinden uzaklaştırır.” [21]

Görüldüğü üzere, bizdeki “Medine” teorik ve pratik boyutlarıyla hem şehirdir, hem de site/polistir. Nitekim medeniyet kavramı da buradan türetilmiştir. Batı’daki tasavvurun Sadık Rıfat Paşa tarafından medeniyet terimini ‘civilisation’ olarak kullanılmaya başlanmıştır. Farabi’nin de ‘medeniyet-medinetü’l fâzıla’ kavramına ‘civilisation’ anlamını yüklemediği muhakkaktır. [22]

Sonuç

Günümüzde Yemen, Bağdat, Şam, Halep’in bombalanması, oradaki tarihi eserlerin tahribi, İslam medeniyetinin ve kültürünün tarihsel temellerini yok etmek, kişiliğimizi ve kimliğimizin görsel ve estetik sunumunun da yıkımı demektir. Üstelik bunun Fars/Şii ve Arap/Selefi çatışmasıyla yapıldığını görmek, enerji savaşlarının medeniyetler arası çatışma tezinden medeniyet içi (vekalet) savaşlarına dönüşmesiyle gelinen vahim sonucu göstermesi açısından da son derece hazindir. Bu nedenle özellikle bu hengâmede şehirlerimize ve tarihsel dokusuna sahip çıkmak kişiliğimize, kimliğimize sahip çıkmak demektir.

Kaynaklar

[1] Farabi, İlimlerin Sayımı, Telif ve Tercüme: Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol, Elis Yay., Ankara 2017, 102,110-116; Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak Projesinin  Hareket Noktası Olarak Farabi ve İhsau’l-Ulum Adlı Eseri”, İlimlerin Sayımı içinde, s. 50-51; Farabi, el-Medinetü’l-Fazıla, çev.: Nafiz Danışman, MEB. Yay., Ankara 2001.

[2]  Mevlüt Uyanık, Selefi Zihniyet, Arap Baharı ve Türkiye, Araştırma yay. Ankara.2016, s.33-35

[3]Şafak Ural, Şehir Bilinci, https://www.safakural.com/makaleler/sehir-bilinci 25/09/2013 http://tanokullari.com/en/duyurular/547-ehir-ve-felsefe-.html

[4] Mevlüt Uyanık, “Arap Baharının Mezhepçilik ve Kabilecilik Bağlamında Analizi”, Eski ve Yeni Dergisi, sayı:25, 2012, ss. 84-93; “Arap Dünyasında Dönüşümler: Yemen”, Kamu’da Sosyal Politika Dergisi, yıl 5, sayı.18, 2011/3, Ankara Memur Sen, ss. 28-42; a.mlf, Selefi Zihniyet ve Arap Baharı, s. 137-208; “Milli Birlik ve Toplumsal Barışın Tesisinde Din ve Felsefesin Rolü -Yeni Bir Din Dili Oluşturmanın Gerekliliği Üzerine’ İlesam Milli Birlik ve Beraberlik Sempozyumu; Ürün yay. Ankara.15.  Nisan. 2017. s.226-248

[5] Ziya Paşa, “İhtilafu Ümmeti Rahmetun, İnsanların Düşünce Farklılıkları Göstermesi Rahmettir”, Osmanlı Türkçesinden sadeleştiren Mevlüt Uyanık, Teorik ve Pratik Boyutlarıyla İfade Hürriyeti, ed. B. Berat Özipek, LDT, Avrupa Komisyonu. Ankara.2003. s.99-106

[6]Mevlüt Uyanık. Roma Notları I. http://www.haberlotus.com/roma-notlari-i-iki-cihan-devletinin-baskentlerinde-salinmak/#.Wd9qulu0MdU Şub 24, 2014 http://www.haberlotus.com/roma-notlari-ii-yuruyerek-gezilen-sehir-floransa/#.Wd9qvVu0MdU Şub 27, 2014

[7] Mehmet Yılmaz, İslam’da Şehir ve Mimar, http://www.derindusunce.org/wp-content/uploads/2013/09/islamda_mimar_ve_sehir.pdf

[8] “Her şehir kendi bilincine sahiptir. Şehrin bilinci bireylerin bilincini belirler; ama şehir bilinci bireylerin bilincinden bağımsız değildir. Birey bilinci tamamen bireyin kendisiyle ilgilidir; yani kişiseldir. Fakat şehir bilincini bireye aktarır; yani onun bilincini biçimlendirir. Dolayısıyla bilinç, bireysel olmasına ve yalnızca birey ile varlık kazanmasına karşılık, şehir ile özel bir ilişki içinde bulunur.” Şafak Ural, Şehir Bilinci,  https://www.safakural.com/makaleler/sehir-bilinci  25/09/2013 

[9] “… Bugünkü bir-leşme, AYNI-laşma neredeyse tamamen Batı’nın teknik ilerlemesinin bir sonucu. Batı ahlâk ve hukuk anlayışını dünyaya yaymaya başladığı sırada bu ilkelere inanmayı terk ediyordu aslında…İnsanlık tarihinde bir ilk bu: Bütün dünya halkları ortak bir ŞİMDİ‘nin içinde yaşıyorlar.” Hanne Arent, Men in Dark Times (New York.1968) ’den alıntılayan Mehmet Yılmaz, İslam’da Şehir ve Mimar, http://www.derindusunce.org/wp-content/uploads/2013/09/islamda_mimar_ve_sehir.pdf.  Mehmet Yılmaz. Liberal Totalitarizm (5): Dünya Vatandaşı .http://www.derindusunce.org/2011/09/08/liberal-totalitarizm5dunya-vatandasi/  Sep 8, 2011

[10] http://www.kitapyurdu.com/kitap/gogu-delen-adam-/23323.html

[11] Mevlüt Uyanık. Kimlik, Şehir Ve Felsefe.  http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/1601/kimlik-sehir-ve-felsefe.html 2017-10-13 

[12] Bkz. K.K: A’râf 123; Tevbe 101, 120; Yusuf 30; Hicr 67; Kehf 19, 82; Neml 48; Kasas 15, 17, 20; Ahzap 60; Yasin 20; Münafikun 8

[13] Ebû Zeyd Veliyüddîn Abdurrahmân İbn Haldun, Mukaddime, c. I, II, III, çev.: Zakir Kadiri Ugan, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul 1990c. I, s. 291, 292; Muhsin Mehdi, “İbn Haldun I”, Klasik İslam Filozofları ve Düşünceleri içinde, çev.: Mustafa Armağan, İnsan Yay., İstanbul 1997, s. 394; Mevlüt Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, s. 139; Aygün Akyol, “İbn Haldun’un İlim Anlayışında Felsefe ve Tarih Tasavvuru”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 10, sayı: 20, 2011/2 s. 47

[14] Ebû Zeyd Veliyüddîn Abdurrahmân İbn Haldun, Mukaddime, c. I, II, III, çev.: Zakir Kadiri Ugan, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul 1990c. I, s. 291, 292; Muhsin Mehdi, “İbn Haldun I”, Klasik İslam Filozofları ve Düşünceleri içinde, çev.: Mustafa Armağan, İnsan Yay., İstanbul 1997, s. 394; Mevlüt Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, s. 139; Aygün Akyol “İbn Haldun’un İlim Anlayışında Felsefe ve Tarih Tasavvuru”, s. 47.

[15]Necdet Bayraktaroğlu. Tarihi İpek Yolu, Ticaret Ve Kültür Yolu,

 http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/2442-tarihi-ipek-yolu-ticaret-ve-kultur-yolu. Ahmet Usta, İpek Yolu (ed. Ahmet Taşağıl, İstanbul: Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, 2015, 528 s.) Yayın Değerlendirmesi, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi Sayı 7, Yıl 2016, s.386-393

[16]  Çorum’da Pir Baba Çamlığı’nın bulunduğu yerin eski bir kabristan olduğu 1892 tarihli yüzbaşı haritasında görülmektedir. Yüz yıl önce Çorum’da bulunan on dört Müslüman mezarlığından biri olan Pir Baba Mezarlığı, Samsun Caddesi kenarında, yani şu anda Pir Baba Çamlığı’nın bulunduğu yerde olduğunu yaşlıların hepsi biliyor. Burada Veysel Karani evladından Şeyh Zeyneddin’in bir vakıf kurarak burada irşat faaliyetinde bulunduğu, vefatında da buraya ilk defa Şeyh Zeyneddin’in ve onun sadık müridi Pir Baba’nın defnedildiğini, sonraki dönemlerde tekke mensupları ve onları sevenlerin defniyle Büyük Pir Baba Mezarlığı’nın oluştuğunu herkes bilmektedir. Bu zaviye ile ilgili en eski kayıt 1576 tarihli vakıf kaydıdır.

Tekke’nin kurucuları, buraya geniş araziler vakfetmişlerdir. Bu arazilerin geliriyle tekke ve zaviyenin tamir ve bakımının yanı sıra çalışanlarına maaş verilmiştir. Ayrıca beldedeki fakir ve yardıma muhtaç ailelere yiyecek ve barınma imkânı sağlanmasına gayret edilmiştir.

Tekke ve zaviyelerde elbette bir mescit bulunmakta idi. Orada bulunanlar ve ziyarete gelenler vakit namazlarını mescitte kılabiliyorlardı. 1832 yılında bu mescide bir minber konularak camiye dönüştürülmüş ve o tarihten itibaren burada Cuma ve bayram namazları da kılınmıştır. 1868 tarihli berat kaydıyla zaviyenin Veysel Karani tarikatına mensup olduğu tescillenmiştir.

Ali İzzet Efendi’nin hicri 1315 yılında yazdığı Tezkire-i Makamat adlı eserinde Şeyh Zeyneddin ve Piri Baba’nın şehrin doğu tarafında bulunan Samsun Caddesi çevresine büyük kabristanda ahşap türbesinde medfun olduğunu yazmaktadır. Bu türbenin hususi namazgahında Cuma ve Bayram namazlarının da kılındığı zikretmektedir. Bu bilgiler, yüz on yıl öncesine aittir.

Piri Baba Zaviyesi, kapatıldığı 1925 yılına kadar görevini sürdürmüştür. Bu tarihten sonra tekke ve türbe yıkılmıştır. Buraya bir daha cenaze defnedilmemiştir. Buranın çamlık haline getirilmesi hükümet konağının yapıldığı ellili yıllarda olmuştur. 1933-1958 yılları arasında belediye başkanlığı yapan Baha Çorbacıoğlu zamanında Pir Baba Mezarlığı düzlenmiş, mezarlardan çıkan bazı kemikler toplanarak Ulu Mezar’da Doruk Mezar denilen tepenin güney kısmına taşınmıştır.

http://www.corumhakimiyet.net/Yazilar/3934/4/YazarlarTamami.aspx#.Vo9pEraLTMy

[17] Ahmet Yaşar Ocak, “Ahmed-i Yesevî ve Türk Halk Müslümanlığı” Ahmed-i Yesevî, Hayatı, Eserleri, Fikirleri, Tesirleri, Seha yay. İstanbul. 1996,581-587, aynı makalenin genişletilmiş şekli, Yesevîlik Bilgisi Yesevîlik Bilgisi, ed.Cemal Kurnaz, Mustafa Tatcı, MEB,  Ankara. 2000, s.178-1180, ayrıca bkz. Şeker, Türk Dini Düşüncesinin Teşekkül Devri, s.167 vd

[18] Mevlüt Uyanık,Üç Tarz-I Tefekkür: Arap, Fars Ve Türk Müslümanlığı” http://www.anahabergazete.com/yazarlar/prof-dr-mevlut-uyanik-yazilari 19 Haziran 2017; http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/2345-uc-tarz-i-tefekkur-arap-fars-ve-turk-muslumanligi 

[19] Ahmet Yaşar Ocak, “Ahmed Yesevî ve Türk Müslümanlığı” Yesevîlik Bilgisi, ed. Cemal Kurnaz, Mustafa Tatcı, MEB,  Ankara.2000, s.180

[20] Mevlüt Uyanık. Çorum Belediyesi Kent Konseyi Seminerleri bağlamında 15/01/2016 tarihinde verilen  Şehir ve Felsefe konulu konferans

[21] Şafak Ural, Şehir Bilinci,  https://www.safakural.com/makaleler/sehir-bilinci 25/09/2013 

[22] http://dergi.aljazeera.com.tr/2015/01/01/bati-kenti-islam-sehri/

 

Kaynak: Türk Yurdu, Yıl. 106, Sayı: 363,Kasım-2017, s.34-37

Yazar
Mevlüt UYANIK

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen