Turgut GÜLER
Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz, hissettiğimiz nîmetler yekûnu için, gelir-gider defterinde hangi hesap bakıyesi görünüyor?
İnsan hayâtı, ödenmemiş ve ödenmeyecek borçlar toplamından ibâret. Eğer parayla değer biçilseydi, sâdece içimize çektiğimiz havanın faturasına güç yetirebilir miydik? İçmeye, yıkanmaya, serinlemeye, zıraate, temizliğe harcadığımız suyun, gerçek sâhibine ne kadar borçlu olduğumuzu biliyor muyuz? Belediyelere ödediğimiz su parası, “su” nîmetinin yanında ne seviyede bir ciddîyete sâhiptir?
“Toprak” denen mûcize; bunca rengi, tadı, lezzeti nebâta dönüştürürken, insanın bu harikulâde lâboratuvara borçsuz olması düşünülebilir mi? Fakat başta cehâlet olmak üzere, mâzûr görülmeyecek sebeplerle borcun üstüne yatmak da, düşünülecek hâllerden değil.
Şehzâdebaşı’nda, Şehzâde Câmii’nin bitişiğinde, küçük bir cami var. Nevşehirli Dâmâd İbrâhim Paşa’nın adını taşıyor. “Lâle Devri” denen o meşhûr ve mâlûm dönemin, Üçüncü Ahmed Hân’la birlikte sembol ismi olan Paşa, Muşkara’yı nasıl “Nev-şehir”e çevirdiyse, İstanbul’u da çiçek bahçesine ve özellikle “lâlezâr”a döndürmüştü.
Nedîm’in şiirlerine bütün haşmet ve saltanatıyla dekor olan bu mes’ûd devir, yalnız çiçek diliyle değil, insan diliyle de tülbendden geçmiş, süzülmüş, rafine edilmişti. Yâni, “Lâle Devri” ve İbrâhim Paşa, aynı zamanda Türk dilinin kelimeden müteşekkil lâlelerini de açtırmıştı. Türk-İslâm medeniyeti, İstanbul’a sığdırılmıştı. Bu, harikulâde istif harekâtında Nedîm’e de “kelime ser-askerliği” düşmüştü.
Hemen her zemînde, yeri geldiğinde Türk Dünyâsı’nın büyüklüğünden, zenginliğinden, enginliğinden bahsedenler, daha bu mes’elenin, yâni kelime serdetmenin alfabesinde şaşırıp kalıyorlar.
Televizyon muhâbiri, elinde mâlum kalın mikrofon, Kazakistan’da Kentav’da bir parkta oturan Kazak hanımlara yaklaşıp:
– Türkçe biliyor musunuz? Türkleri seviyor musunuz?
diyor. Bu, kurulması düşünülen Türk Dünyâsı’na yakışıyor mu? Ne demek, “Türkçe biliyor musun?” Ne demek, “Türkleri seviyor musun?”
Türkçe, Dünyâ’daki bütün Türklerin konuştuğu dilin ortak adı. Türk de, bu dili konuşan insanların millet olarak göründükleri tâbir. Bu iki üst mefhûmun içine Kazakça ve Kazak kelimeleri de giriyor. Özbekçe ve Özbek, Türkmence ve Türkmen, Âzerbaycan Türkçesi ve Âzerbaycan Türkü, Tatarca ve Tatar vb. gibi.
Türk Dünyâsı’ndan ve o Dünyâ’nın husûsiyetlerinden bahsetmenin ilk şartı, kime Türk diyeceğini ve kimin Türkçe konuştuğunu bilmektir.
Yazar Hakkında:
1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçesine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar Nazilli Lisesi’ne devâm ettikten sonra, Nazilli Öğretmen Okulu’na girdi. Bu okulun ikinci sınıfını bitirdiği 1968 yılında, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne kaydoldu. 1969-1973 yılları arasında, Yüksek Öğretmen Okulu hesâbına, İstanbul Üniversitesi Edebiyât Fakültesi Târîh Bölümü’nde tahsîl gördü.
İstanbul Çapa’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun Kompozisyon ve Diksiyon Hocası olan Ahmet Kabaklı’nın başkanlığında kurulan Türkiye Edebiyât Cemiyeti’nde, bilâhare bu cemiyetin yayınladığı Türk Edebiyâtı Dergisi’nde vazîfe aldı. Bir tarafdan üniversite tahsîline devâm etti, bir yandan da bahsi geçen derginin “mutfak” tâbir edilen hazırlık işlerinde çalıştı. Metin Nuri Samancı’dan sonra da ikinci yazı işleri müdürü oldu (Mart 1973, 15. Sayı). Bu dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.
1973 Haziranında üniversiteyi bitirdiğinde, Malatya Mustafa Kemâl Kız Öğretmen Lisesi târîh öğretmenliğine tâyin edildi. Ahmet Kabaklı’nın arzûsu ile bu görevine başlamadı ve İstanbul’da kaldı, Türk Edebiyâtı Dergisi’ndeki mesâîyi sürdürdü. 1975 yılında hem Edebiyât Cemiyeti (Bakanlar Kurulu karârıyla Türkiye kelimesi kaldırılmıştı), hem de Türk Edebiyâtı Dergisi, maddî sıkıntılar yaşadı, dergi yayınına ara verdi. Bunun üzerine, resmî vazîfe isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı’na mürâcaat etti.
Van Alparslan Öğretmen Lisesi’nde başlayan târîh öğretmenliği, Mardin, Kütahya ve Aydın’ın muhtelif okullarında devâm etti. 1984 yılında açılan Aydın Anadolu Lisesi’nin müdürlüğüne getirildi. 1992’de, okulun yeni binâsıyla berâber adı da değişti ve Adnan Menderes Anadolu Lisesi oldu. Bu vazîfede iken, 1999 Ağustosunda emekliye ayrıldı. 2000-2012 yılları arasında, İstanbul’da, Altan Deliorman’a âit Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım’da, yazı ve yayın çalışmalarına katıldı. Yine Altan Deliorman’ın çıkardığı Orkun Dergisi’nde, kendi adı ve müsteâr isimlerle (Yahyâ Bâlî, Husrev Budin, Ertuğrul Söğütlü) yazılar yazdı. İki kızı var.
Yayımlanmış Eserleri: Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Takı Taluy Takı Müren (Daha Deniz Daha Irmak), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2014; Cihângîr Tûğlar-Selîmnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Ejderlerin Beklediği Hazîne, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, Şehsüvâr-ı Cihângîr-Fâtihnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.