4 Haziran 2023

Turgut GÜLER

Her milletin yazılı ve sözlü edebiyâtında, cemiyet vicdânının sesi mevkiinde kahramanlar vardır. Resmî bakış açısı nezdinde, çoğunun adı kaanûn dışı fiillerle birlikte yâd edilmiştir. Fakat bu kahramanlar, içinden çıktıkları milletin toplu arzûlarına tercümân oldukları için, kaanûna rağmen el üstünde tutulmaya, haklarında efsâneler, menkıbeler söylenmeye devâm edilmiştir. “Köroğlu”, Türk kültür târîhinde yer alan cemiyet kahramanlarının en önde gelenlerinden biridir.

Köroğlu, her şeyden önce mertliğin timsâlidir. Onun lügâtinde “korku” kelimesi yoktur. Belki yol keserek haraç toplar, baç alır, ama kendisine bakanlar aslâ “haydut, şakî, harâmî” gibi sıfatları yakıştırmazlar. Çünkü o, haksızdan alıp haklıya vermektedir.

Köroğlu, tam mânâsıyla bir “âşık”tır. Hem edebî tarz bakımından şiirler söyleyen bir âşık, hem de hakikî mânâda, sevdiğine âşıktır. Lâkin “Kır At”ına karşı hissettikleri, aşkın ötesindedir. Kır At olmazsa, Köroğlu da olmaz. Köroğlu demek, yarı yarıya Kır At demektir.

Ahmed Yesevî, Yûnus Emre, Nasreddin Hoca, Sarı Saltuk gibi, Köroğlu da, Türklük Dünyâsı’nın tamâmında ortak kültür değeri sayılmıştır. Bunun tabiî bir netîcesi olarak, birbirinden çok farklı Köroğlu anlatışları ortaya çıkmıştır. Bırakın uzak Türk diyârlarındaki Köroğlu ayrılıklarını, sâdece Anadolu coğrafyasında bir düzineye yakın değişik Köroğlu karşımıza çıkıyor.

“Körün oğlu” mânâsına Köroğlu denen bu millî kahramânın, Hazar çevresi ve daha doğudaki Türk iklîmlerinde “Guroğlu” adıyla tanınması, destânın daha başlangıç bölümünde beliren değişikliktendir. “Gur”, Farsçada “mezâr, kabir” karşılığında kullanılıyor. Hazar versiyonunda Köroğlu’nu, ölen annesi mezarda doğurmuştur. Bu yüzden, “mezârın oğlu”, yâni “Guroğlu” şeklinde tanınıp tanıtılıyor. Bir başka rivâyette de, Köroğlu’na “Koroğlu”, yâni “ateşin oğlu” diye hitâb ediliyor.

Bolu dekorlu Anadolu söyleyişinde, Bolu Beyi’nin seyisi olan Yûsuf, çok büyük bir kadirbilmezliğe uğrar. Bey’in arzûsunu yerine getirmek için seçtiği tay veyâ taylar, attan anlamayan Bolu Beyi tarafından beğenilmez, hattâ bu çelimsiz ve hastalıklı görünüşe sâhip tayların kendisine takdîm edilmesini hakâret kabûl eder. Seyis Yûsuf’un gözlerine mil çektirir, seçtiği taylarla berâber köyüne gönderir.

Seyis Yûsuf, esas adı Rûşen Ali olan, ama bu hâdiseden sonra Köroğlu diye anılmaya başlayan oğluna, başından geçenleri anlatır. Bolu Beyi’nin hışmına sebep olan taylardan kır olanını, oğlu vâsıtasıyla özel bir tâlim ve bakımdan geçiren Seyis Yûsuf, efsânevî Kır At’ı ortaya çıkarır. Bu, eşi-menendi olmayan çok cins bir attır.

Köroğlu, yâni Rûşen Ali, acılar içinde vefât eden babasının intikâmını almak için, Çamlıbel’e çıkar, orayı mesken tutarak Bolu Beyi’ne “selâm” gönderir:

           “Benden selâm olsun Bolu Beyi’ne,
           Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır!
           At kişnemesinden, kalkan sesinden,
           Dağlar sadâ verip seslenmelidir!”

Zamânla, Köroğlu’nun yanında, onun omuzdaşı olarak yer alan bir silâhlı grup meydâna gelir. En önemli ismi Ayvaz olan bu yardımcılardan, Köroğlu’na rağmen davranan olmaz. Çamlıbel, mühim bir kara yolu geçididir. Köroğlu, buradan geçen zenginlerden baç alır, ihtiyâcı olanlara dağıtır.

Bolu Beyi’nin müteaddid tuzak, hîle ve taarruzları, Köroğlu ile ekibi tarafından püskürtülür. Değişik vesîlelerle, hikâyenin içine İstanbul da dâhil olur. Fakat esas sahne hep Çamlıbel ve Bolu’dur. Bir ara, Bingöl, Âb-ı hayât iksîriyle Köroğlu Destânı’na sihirli bir giriş yapar. Kır At’ın da, Köroğlu’nun da bu ölümsüzlük suyundan içtikleri söylenir.

Köroğlu, karşısına çıkan herkesi yener. Sâdece Kiziroğlu Mustafa Bey’e yenildiği rivâyet edilir. O, pek cengâver türkünün, bu merdâne vuruşmadan yâdigâr olduğu bellidir:

           “Bir atı var Ala Paça,
           Peh! Peh! Peh!
           Mecâl vermez Kır At kaça,
           Hey! Hey! Hey!
           Az kaldı ortamdan biçe…”

Köroğlu’nun adının geçtiği, halk şiiri tarzında bir hayli manzûme vardır. Yûnus şiirlerinde olduğu gibi, Köroğlu şiirlerinde de, ona yakıştırılan yığınla mısrâ bulunuyor. Bunların ayıklanması, imkânsız gibi görünüyor. Çünkü Köroğlu Destânı baştan başa millî muhayyilemizin eseridir. “Hakikî Köroğlu kimdir? Nerede, ne zamân yaşamıştır?” gibi sorular, muallâkta dururken, şiir tasnîfi yapmak, abesle iştigâl olur.

İşin doğrusu, Köroğlu biziz. Bunun için, mısrâlarında Köroğlu tâbiri geçen her şiir, hem Köroğlu’nundur, hem bizimdir…

Yazar Hakkında:

Turgut GÜLER

Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar Nazilli Li­sesi’ne devâm ettikten sonra, Nazilli Öğretmen Okulu’na girdi. Bu okulun ikinci sınıfını bitirdiği 1968 yılında, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne kaydoldu. 1969-1973 yılları arasında, Yüksek Öğretmen Okulu hesâbına, İstanbul Üniversite­si Edebiyât Fakültesi Târîh Bölümü’nde tahsîl gördü.

İstanbul Çapa’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun Kompozis­yon ve Diksiyon Hocası olan Ahmet Kabaklı’nın başkanlığında kurulan Türkiye Edebiyât Cemiyeti’nde, bilâhare bu cemiyetin yayınladığı Türk Edebiyâtı Dergisi’nde vazîfe aldı. Bir tarafdan üniversite tahsîline devâm etti, bir yandan da bahsi geçen der­ginin “mutfak” tâbir edilen hazırlık işlerinde çalıştı. Metin Nuri Samancı’dan sonra da ikinci yazı işleri müdürü oldu (Mart 1973, 15. Sayı). Bu dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.

1973 Haziranında üniversiteyi bitirdiğinde, Malatya Mustafa Kemâl Kız Öğretmen Lisesi târîh öğretmenliğine tâyin edildi. Ah­met Kabaklı’nın arzûsu ile bu görevine başlamadı ve İstanbul’da kaldı, Türk Edebiyâtı Dergisi’ndeki mesâîyi sürdürdü. 1975 yı­lında hem Edebiyât Cemiyeti (Bakanlar Kurulu karârıyla Türkiye kelimesi kaldırılmıştı), hem de Türk Edebiyâtı Dergisi, maddî sı­kıntılar yaşadı, dergi yayınına ara verdi. Bunun üzeri­ne, resmî vazîfe isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı’na mürâcaat etti.

Van Alparslan Öğretmen Lisesi’nde başlayan târîh öğretmen­liği, Mardin, Kütahya ve Aydın’ın muhtelif okullarında devâm etti. 1984 yılında açılan Aydın Anadolu Lisesi’nin müdürlüğüne getirildi. 1992’de, okulun yeni binâsıyla berâber adı da değişti ve Adnan Menderes Anadolu Lisesi oldu. Bu vazîfede iken, 1999 Ağustosunda emekliye ayrıldı. 2000-2012 yılları arasında, İstan­bul’da, Altan Deliorman’a âit Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım’da, yazı ve yayın çalışmalarına katıldı. Yine Altan Deliorman’ın çıkardığı Orkun Dergisi’nde, kendi adı ve müsteâr isimlerle (Yahyâ Bâlî, Husrev Budin, Ertuğrul Söğütlü) yazılar yazdı. İki kızı var.

Yayımlanmış Eserleri: Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Takı Taluy Takı Müren (Daha Deniz Daha Irmak), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2014; Cihângîr Tûğlar-Selîmnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Ejderlerin Beklediği Hazîne, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, Şehsüvâr-ı Cihângîr-Fâtihnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.

 

Yazarın diğer makalelerinden: