Turgut GÜLER
Büyük Fuzûlî’nin, bu mahlâsı seçerken murâdı, kendinden önce kimsenin tercîh etmemiş olduğu bir sıfat bulmaktı. Kelime mânâsı “lüzûmsuz, boş, bulunması şart olmayan” gibi olumsuz karşılıklara açılan “Fuzûlî”, Bağdadlı Şâir’e, bu sebepten câzip görünmüştü. Ayrıca, şiir vâdisinde kendinden menkûl olacak hatâ ve kusûrların, ola ki aynı mahlâsı taşıyan başkalarına mâl edilmemesi tarzında, pek nâzik bir endişesi daha vardı.
Hakkında ne kadar güft ü gû yapılırsa yapılsın, meziyetleri üzerine hangi iftirâlar atılırsa atılsın, Fuzûlî, bizim en büyük dîvân şâirimizdir ve şimdiye kadar kimseye verilememiş Nobeller ötesi edebiyât armağanının da sâhibidir. Böylesine muazzam bir söz mülkünün hâkânı olan Fuzûlî, mahlâsının patentini kendine çıkarırken, yâni şairlik hünerini mihekk taşına vurmaya hazırlanırken, ne denli bir isâbet içinde bulunmuştur da, o, kimsenin yüzüne bakamayacağı “Fuzûlî” sözüne rağbet etmiştir.
Dünyâ’da, hiçbir menfî renkli kelime, “Fuzûlî” ölçüsünde kıymet kazanmamıştır. Tevâzu ve kemterliğin son raddesi, Fuzûlî’nin duruşunda, saygıya rekor kırdırmıştır.
Zamânenin, hemen her yeri kaplamış “fuzûlî şâgil”lerini düşündüğümüzde, ilmin de, san’atın da, hissedişin de, güzellik peşinde yürüyüşün de ne menem sakîl düştüğünü ve kalkmaya mecâlinin bulunmadığını anlarız:
“Üslûb-ı beyân, ayniyle insân”
Diyen ecdâdımız, söz ağırlığına pek ehemmiyet vermiştir. Torosların karlı şerbetini mısrâlarına akıtan Karacaoğlan:
“Taş düştüğü yerde ağır..”
Derken, söz ile insan arasına aynaların en cilâlısını koyuyordu.
Sağda-solda, çarşıda-pazarda, cinsiyet ayırımı gözetmeksizin beniâdemden
rastladığınız grupların, kulağa ulaşan konuşmaları, bir vakitler:
“Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana,
Mey süzülmüş kâseden, ruhsâr-ı âl olmuş sana.”[1]
Diyerek kibarlığa ve dil mahsûlüne tapu çıkaran o müstesnâ insanlarla nasıl irtibatlandırabilirsiniz?
“Kaba” ve “kerîh” tâbirlerine rahmet okutacak bir ufûnet içindeki bu konuşma garâbeti, herhangi bir okulun önünden geçerken, talebe ağzında daha bir alçalıp çukurlara gömülüyor.
Kaybettiğimiz dil nezâketini bulmadan, hiçbir derdimize çâre de, ilâç da görünmüyor...
Dipnot
[1] Bu hârikulâde beyit, Nedîm’e âittir.
Yazar Hakkında:
1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçesine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar Nazilli Lisesi’ne devâm ettikten sonra, Nazilli Öğretmen Okulu’na girdi. Bu okulun ikinci sınıfını bitirdiği 1968 yılında, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne kaydoldu. 1969-1973 yılları arasında, Yüksek Öğretmen Okulu hesâbına, İstanbul Üniversitesi Edebiyât Fakültesi Târîh Bölümü’nde tahsîl gördü.
İstanbul Çapa’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun Kompozisyon ve Diksiyon Hocası olan Ahmet Kabaklı’nın başkanlığında kurulan Türkiye Edebiyât Cemiyeti’nde, bilâhare bu cemiyetin yayınladığı Türk Edebiyâtı Dergisi’nde vazîfe aldı. Bir tarafdan üniversite tahsîline devâm etti, bir yandan da bahsi geçen derginin “mutfak” tâbir edilen hazırlık işlerinde çalıştı. Metin Nuri Samancı’dan sonra da ikinci yazı işleri müdürü oldu (Mart 1973, 15. Sayı). Bu dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.
1973 Haziranında üniversiteyi bitirdiğinde, Malatya Mustafa Kemâl Kız Öğretmen Lisesi târîh öğretmenliğine tâyin edildi. Ahmet Kabaklı’nın arzûsu ile bu görevine başlamadı ve İstanbul’da kaldı, Türk Edebiyâtı Dergisi’ndeki mesâîyi sürdürdü. 1975 yılında hem Edebiyât Cemiyeti (Bakanlar Kurulu karârıyla Türkiye kelimesi kaldırılmıştı), hem de Türk Edebiyâtı Dergisi, maddî sıkıntılar yaşadı, dergi yayınına ara verdi. Bunun üzerine, resmî vazîfe isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı’na mürâcaat etti.
Van Alparslan Öğretmen Lisesi’nde başlayan târîh öğretmenliği, Mardin, Kütahya ve Aydın’ın muhtelif okullarında devâm etti. 1984 yılında açılan Aydın Anadolu Lisesi’nin müdürlüğüne getirildi. 1992’de, okulun yeni binâsıyla berâber adı da değişti ve Adnan Menderes Anadolu Lisesi oldu. Bu vazîfede iken, 1999 Ağustosunda emekliye ayrıldı. 2000-2012 yılları arasında, İstanbul’da, Altan Deliorman’a âit Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım’da, yazı ve yayın çalışmalarına katıldı. Yine Altan Deliorman’ın çıkardığı Orkun Dergisi’nde, kendi adı ve müsteâr isimlerle (Yahyâ Bâlî, Husrev Budin, Ertuğrul Söğütlü) yazılar yazdı. İki kızı var.
Yayımlanmış Eserleri: Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Takı Taluy Takı Müren (Daha Deniz Daha Irmak), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2014; Cihângîr Tûğlar-Selîmnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Ejderlerin Beklediği Hazîne, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, Şehsüvâr-ı Cihângîr-Fâtihnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.