İşgal  Altında

Mehmet MAKSUDOĞLU

“Countries and peoples are unique and are not so easily lured into identity with each other save on limited, and specific points.”    {Ülkeler ve halklar, türünün tek örneği, yegâne, biricik, benzersizdirler ve birbirlerine benze(til)mek, birdiğerinin kimliğini kabullenmek (diğeri gibi olmak) konusunda ancak sınırlı, belirli noktalar dışında kolayca kandırıl(a)mazlar.}

Rupert Emerson, From Empire to Nation (Cambridge, Massachusettes: Harvard University Press, 1967) p. vii.   (emphasis added)

“Imperialism (deriv. Lat. Imperium, power) acquisition and administration of an Empire, often as a part of general commercial and industrial expansion. From the 15th century onwards, Spain, Portugal, Holland, France and Britain began building overseas empires.”   {Emperyalizm (Latince ‘imperium’ güç, kudret’ten türeme) çoğu kez genel ticârî ve endüstriyel yayılmanın bir parçası olarak bir imparatorluk kazanıp yönetmek. 15inci yüzyıldan itibaren İspanya, Portekiz, Hollanda, Fransa ve Britanya denizaşırı imparatorluklar kurmağa başladılar.} Chris Cook, Dictionary of Historical Terms (London: Macmillan, 1983) p. 152. (emphasis added)

In the nineteenth century European imperialism was carried further and became more effective than ever before. This happened in two distinguishable phases, an done running down to about 1870 can conveniently be considered first. During this, some of the old imperial Powers continued to enlarge their empires impressively, such were Russia, France and Great Britain. Others stood still and found theirs reduced: this group included the Dutch, Spanish and Portugese.”  {Ondokuzuncu yüzyılda Avrupa emperyalizmi daha da ilerledi ve öncekinden çok daha etkili hâle geldi. Bu, iki farkedilebilir safhada meydana geldi,1870 lere kadar olanı ilk safha olarak alınabilir. Bu safhada, eski emperyal güçlerden bâzıları, imparatorluklarını takdire şâyân bir şekilde genişletmeğe devâm ettiler, Rusya, Fransa ve Büyük Britanya böyleydi. Diğerleri durağan kaldı ve imparatorluklarını küçülmüş buldu: bu grupta Hollanda, İspanya ve Portekiz vardı.}   J.M. Roberts, The Hutchinson History of the World; (London : Hutchinson 1987) p. 835.    (emphasis added)

HANİ NEREDE OSMANLI İ M P A R A T O R L U Ğ U ???

1839 yılında resmen başlayıp 1856 da ve daha sonraki kırılmalarla devâm eden târihimiz ve  içtimâî yapımızla ilgili bozulma konusunda hâlâ uyanmamış, bunların farkına varmamış, üstelik İslahât ve Tanzîmât konusunda kafasına doldurulmuş hatalı bilgileri mârifet zannetmekte devâm eden diploma  hamallarıyla bir yere varılamayacağı açıktır.

Hâlâ “Osmanlı İmparatorluğu” sözünü kullanan TÂRİH PROFESÖRLERİNİ ciddîye alacak mısınız? Kaç dil bilirlerse bilsinler, bilgileri ne kadar engin olursa olsun, hangi etiketi taşırlarsa taşısınlar, âmiyâne tâbirle ‘kendi kalelerine gol atmaktadırlar’, Avrupalıların istediği gibi davranmaktadırlar.

1983 yılındaydı, Boğaziçi Üniversitesinde yapılan Basra Körfezi konusundaki toplantıda Cambridge’den gelen İngiliz profesöre, ‘Osmanlı İmparatorluğu’ sözünün değişmesi gerektiğini söyledim. Cevabı aynen şu oldu :

You will never be able to change it.  (Asla değiştiremeyeceksiniz!)

Bunun üzerine Türkçe bir dergide bu olayı nakledip Yunus Emre’nin :

‘Dağ nice yüce olsa, yol onun üstünden aşar’ sözünü alarak, İngiliz’in, kitaplıkları dolduran bu yanlış deyime ve zihinlere yerleşmiş klişeye güvendiğini, ama, uğraşılırsa, dağın üstünden aşılacağını belirttim. İlk adım olarak da, Osmanlı’ya bu kirli etiketi yapıştırıp kullananları Osmanlı Arşivine sokmamamızı teklif ettim. O zaman Arşiv Sultanahmet civârındaydı, ‘Sultanahmet meydanında simit yiyip çay içsinler’ diye yazmıştım.

Tanzîmâttanberi süregelen kırılma sâdece yönetimde, kanunlarda değil, yetişmekte olanların kafa yapısında etkili oldu, kendilerine, bizlere, Batılıların istediği gibi baktıklarının farkında bile değiller.

Açe ve Sumatra Sultanı Alâeddîn Kahhâr, Portekiz okyanusu hâline gelen Hind Okyanusu, hacn yolunu yehlikeye düşürdüğü için, Osmanlı Deleti’nden yardım istedi. Pîrî Reîs, Seydi Ali Reîs, Murad Reîs ‘Portakal Kâfiri’ ile savaşmak içinSüveyş’ten kalkıp oraya gittiler. Portekiz İmparatorluğu SÖMÜRME için oradaydı; Osmanlı Hilâfeti ise, Hac Yolu’nu güvende tutmak GÖREVİ, SORUMLULUĞU için oradaydı.

Osmanlı da imparatorluk olunca, iki imparatorluk, pastayı paylaşmak için savaşıyor durumuna geliyor; buna beyin körlüğü mü denilmeli? Portekiz, Güney Amerika’nın büyük kısmına hâkimdi, Brezilya hâlâ Portekizce konuşuyor ve Katolik. Malezya’da, Malaka şehrinde Portekiz asıllılar hâlâ yaşıyorlar, Malezya vatandaşı olarak.

Bir de iyi niyetle, ‘imparatorluğu, büyük devlet’ anlamında kullananlar var. Durumları şuna benzer :

Terzi Hasan işini iyi yapar, elini makasa sürmez.

Kasap Çağdaş mezbahada çalışır, alnının teriyle, helal para kazanır, hiç bıçak kullanmaz.

Demirci Turgut eline çekiç almaz.

Banker Antonio fâizle iş görmez.

Dört kenarı birbirine eşit ve dört dik açısı olan şekle (kareye) dikdörtgen diyorum, kastım odur, dikdörtgen demek istiyorum.

Bakkal Hüsnü hiç terazi kullanmaz.

Şöför Kemal araba kullanmaz

‘imparatorluk’ dediğiniz anda, SÖMÜRGECİliği peşinen kabullenmiş oluyorsunuz. Osmanlı’nın Macaristan’a sarfettiği, oradan gelenden daha fazla idi. Ama, Avrupa’lı gözüyle bakarsanız, başka türlü görürsünüz.

‘Ermeni Soykırımı’ demek gibi. Zahmet edip SÖZDE kelimesini kullanmazsanız veya ‘İDDİASI’ sözünü eklemezseniz bâzı Ermenilerin çok hoşuna gider.

Büyüklüğü anlatmak için o kirli ‘imparatorluk’ sözüne ihtiyaç yok. DEVLET daha büyük ve anlamlı, güzel. Devlet, Yaradan’ın buyruklarına göre yönetilir, Devlet’de YÜRÜTME (icra) ve YARGI (kaza) vardır, YASAMA (teşri‘) yoktur; teşri, ‘şeriat koyma’ demektir, Devlet, zâten Allah tarafından konulmuş olan Şerîatı hayâta geçirmek için vâsıtadan ibârettir. Kanunnâmeler, zâten var olan kuralların, nasıl uygulanacağını belirleyen yönetmelikler olarak düşünülebilir.

DEVLET ile STATE, İMPARATORLUK arasında YAPI farkı var. Yapı, Doku farklı.

ELMAS da karbon, KÖMÜR de karbon; yapıları farklı, atomların dizilişi farklı, işte o fark, elması elmas yapıyor, kömürü de kömür.

‘İkisi de beyaz, birbirine benziyor’ diye şekerle şapı karıştırmaktan sakınmak gerek!

Yazar
Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet Maksudoğlu, Eskişehir’de Kırım kökenli bir âile içinde doğdu. İnkılâp İlkokulunu, Eskişehir  Lisesini ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi. İzmir İmam-Hatîp Lisesi’nde Meslek Dersleri Öğretmeni olara... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen