İşgal Günlerinde Çukurovalıların Bayrak Özlemi

                                                                                                           Ali Alper ÇETİN

Çukurova özbeöz Türk yurdudur. Atalar yurdu bu toprakların tarihi kültürünün araştırılması, yazılması ve yayınlanması bizler için kutsal bir görevdir. Asırlardır Türk yurdu olan bu vatan topraklarının üzerinde yaşamak ve geleceğe güvenle bakabilmemiz için geçmişimizi de iyi bilmemiz gerekiyor. Bu coğrafyada yaşanan nice olaylar, savaşlar, felaketler ve hepsinden de önemlisi düşman işgali altında vatanı kaybetme tehlikesinin yaşandığı günleri gelecek nesillere aktarabilmek Türk milletinin vazgeçilmezlerindendir.

 

Bugün üzerinde mutluluğu, coşkuyu ve heyecanı paylaştığımız bu topraklarda bir kurtuluş mücadelesi verildi. Sömürmeyi medeniyet zanneden Fransızlara ve Çukurova’da bir devlet kurmak için mezalim yapan Ermenilere karşı tüm dünya milletlerine örnek olacak bir mücadele sergilendi. Atalarımız vatan topraklarını düşman işgalinden kurtarmak için kanları, canları ve malları ile mücadele ettiler. Yıllardır yapılan savaşlarda yenilgiye uğrayarak bitmiş ve tükenmiş sandıkları bu millet, sönmüş sanılan ateş yığınının külleri arasından bir kor gibi parladı. Batılı güçlerin yaptıkları hesap Çukurova insanın çelik iradesine ve bağımsızlık tutkusuna çarparak yerle bir oldu.

 

Çukurova’nın önce İngilizler sonra Fransızlar tarafından işgali, Türk Milletine öz vatanında gurbet acısı yaşattı. Çukurova 3 yıl 18 gün düşman işgali altında kaldı. Çukurovalılar,  işgal günlerinde tarihlerinin en kara günlerini yaşadılar. Yıllarca süren savaşlar, açlık, kıtlık, sefalet, salgın hastalıklar ve bunlarda yetmezmiş gibi bir de işgal acısını gördüler. Bağımsızlığın yegâne simgesi olan ay yıldızlı al bayraklarına hasret kaldılar. Zira işgal politikasının en önemli hedefi halkı tamamen sindirmekti. Fransız ve İngiliz sömürü politikasının birinci derecede önem taşıyan özelliği milli ruhu çökertmekti. Milleti soysuzlaştırmaktı. İç direnişi tamamen kırmaktı. Bu amaçla da ilk iş olarak Türk bayrağının asılmasını yasakladılar. İşgal ettikleri bölgelerin tamamını Fransız, İngiliz, Ermeni ve Rum bayrakları ile donattılar. Taşkınlıklarında

 

hep Türk’ün tarihi onuruna ve bayrağına saldırdılar. Tüm bu hakaretler ve saldırılar karşısında milletimiz ay yıldızlı al bayrağa kavuşma adına bir oldu. Kuvayı Milliye oldu. Toroslarda çoban ateşleri yakıldı. Mustafa Kemal Paşa’nın ordusu oldular. Aylarca süren Milli mücadeleden sonra yıldız ile hilal, Çukurova ile Toroslar birbirine kavuştu.

 

İşgal günlerinde Çukurovalıların bayrak özlemi ve bayrağa kavuşma mücadelesi milletimizin bugünü ve geleceği açısından önemlidir. Bayrağımıza yapılan saldırıların durdurulması, bayrağımıza uzanan kirli ellerin kırılması ve gerekli olan değeri Türk Milletinin her ferdinden görmesi açısından onsuz yaşamanın acısını ruhumuzda hissetmemiz gerektiğine inanıyorum. Çünkü bayrağa yapılan saldırılar ve vatanın bölünmez bütünlüğüne uzanan kötü dillerin susturulması konusunda yeterince milli refleks verilmemektedir. Tarihi boyunca onuruna yapılan hiçbir saldırıyı kabullenmeyen yüce milletimizin son yıllarda ortaya çıkan ihanet ve şer odaklarının ortaya koydukları planların derinliğini görmesi bakımından da hiçbir saldırının tepkisiz kalmaması amacıyla bu makaleyi hazırlama zorunluluğunu kendimde hissettim. İnanıyorum ki o günler bir daha yaşanmayacaktır. Allah o günleri bir daha yaşatmasın.

Çukurova’da İşgal Politikası

 

Birinci Dünya Harbi içinde İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya devletleri arasında gizli anlaşmalar yapılmıştı. Bunlardan İngiltere hükümeti adına Albay Sayks( Mark Syks) ve Fransa Hükümeti adına da Bakan Piko(George Piko) tarafından 16 Mayıs 1916’da Leningrat’da imzalanan sözleşme konumuzla ilgiliydi. Bu anlaşmaya göre; İngilizler Filistin ile (Musul dışında) Irak’ı ve Fransızlar ise Suriye’den başka bütün güney Anadolu’yu alacaklardı. Böylece Türkiye’de İskenderun ve Mersin limanları ile Ergani bakır madenleri ve Kilikya(Çukurova) pamukları Fransızlara bırakılıyordu. Fakat İngilizler, Musul petrollerini ellerinden kaçırmak niyetinde değildiler. Bunun için, işgal edecekleri Antep, Maraş ve Urfa illerini koz olarak tutmak kararıyla Syks-Picot sözleşmesinin uygulanması yönünde harekete geçtiler. 9 Kasım 1918’de İskenderun’dan sonra Amanos sıra dağları ile Payas çizgisi arasındaki bölgeye ilerlediler.[1]

 

Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi, İtilaf devletlerine Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırma fırsatı vermişti. Mütarekeyi takiben İtilaf devletleri daha önce yapmış oldukları gizli antlaşmalar gereğince, Osmanlı ülkesini işgal ve istilaya başladılar. Büyük bir istekle bu işgal ve istilaya girişmelerinin bir nedeni de Birinci Dünya Savaşı süresince dört yıl kendilerini güç durumlara düşüren ve “Hasta Adam” diye nitelendirdikleri Osmanlı Devleti’nin asıl sahibi vaziyetindeki “Büyük Türk Milleti’ni ezmek ve bağımsızlığına son vererek, yok etmek” düşüncesidir. Bu düşünce ile her işe karışarak haksız ve yersiz isteklerini gerçekleştirmeye çalıştılar.

 

General Allenby’nin emriyle Kasım 1918’de Mersin’e çıkarma yapan ve işgal sahasını Adana’ya kadar genişletmek isteyen İngilizlerin ardından, işgale katılan Fransızlar, çoğunluğu Ermenilerden meydana gelen kuvvetleriyle 11 Aralık 1918’de Dörtyol’a çıkarma yaptılar. Dörtyol’dan Adana’ya doğru ilerleyen İngilizler de Ceyhan’ı işgal ettiler. 17 Aralık’ta Mersin’e çıkarma yaptılar.[2] Mersin’i 3 vapurla 1500 asker, 17 Aralık günü işgal eden Fransız ve Ermenilerden oluşan askerlerin bir bölümü 19 Aralık günü Tarsus’a girdi. [3]

 

Fransızlar ve gönüllü Ermeni askerler 21 Aralık 1918 tarihinde Adana’yı ikindi üzeri işgal etti. [4] 1500 kişiden kurulu olan birlikte yalnız 150 Fransız eri vardı. Diğerleri Ermeni lejyonlar idiler. Fransız Generali Römyö’nün komutasındaki birliğin çoğu, yukarıda belirtildiği üzere Ermeniler idi. Bunlar Fransızlar tarafından daha önce Mısır’da kurulmuş olan Doğu Lejyon alayına bağılı idiler. Ayrıca, silahlandırılmış Kamavorlar(Ermeni Fedaileri) Adana bölgesine toplandılar. Bu komitecilerin arkaları sıra Çukurova’ya akın eden sivil Ermeniler, bütün ilçe ve bucaklara yayıldılar.[5] İngiliz Dış İşleri Bakanlığı’nın hazırladığı bir plana göre, Çukurova ve Kuzey Suriye’de Ermeni Devletinin kurulması tasarlanmıştı. 1915 tehciriyle Türkiye dışına gönderilen Ermenilerle Amerika’dan getirilecek göçmenlerden kurulacak Ermeni devleti, Türkiye ile Araplar arasında tampon görevi yapacaktı.[6] Adana bölgesini tamamen işgal eden Fransızlar kısa süre sonra Osmaniye, Bahçe, Hassa, İslahiye, Mamure ve Osmaniye’nin çevresini de işgal ederek nüfuz alanlarını genişlettiler. [7]

 

7 Mart 1919 günü sabahleyin Adana’dan hareket eden Fransızlar 8 Mart 1919’da İmamoğlu üzerinden Kozan’a doğru ilerlediler ve Kozan’ı işgal ettiler. Fransızların başında Guvernör(Yönetici- Vali) sıfatıyla Tayyarda, yardımcı olarak teğmen Subi, Ermeni asıllı Balian birlikte Kozan’a girdiler.[8]

       Türk Bayrağına Saldırılar İşgalin İlk Günlerinde Başladı

 

İşgal kuvvetlerinin Türk bayrağına saldırıları işgalin ilk günü başladı. 17 Aralık 1918 günü Mersin’in işgal eden Fransız güdümündeki Ermeni birlikleri şehre doğru ilerlemeye başladılar. Mersin Merkez İskelesinin doğusunda Gümrük binası bulunuyor, önündeki alana da “ Gümrük Meydanı” deniliyordu. Binanın meydana bakan giriş ve denize bakan ambar kapılarının üst yanlarında taş kabartma, batı kuzey ve güney pencereleri demir parmaklarının üst kısmının ortasında daire içerisinde dökme “Ay Yıldız” bulunuyordu. Ermeni gönüllüleri, iskeleye ayak basar basmaz naralar atmaya, mukaddesata küfürler savurmaya başladılar. Gümrük meydanına geldiklerinde binadaki ay yıldızları görünce bir an durakladıktan sonra çıkardıkları küçük baltalarla bunlara saldırdılar. Bir kısmını parçaladılar.[9]

19 Aralık’ta Fransızlardan ve Ermenilerden oluşan askerlerin bir bölümü Tarsus’a girdi. Bir vatan kurtarmış asker gururuyla. Tarsus gibi geçmişinde işgal görmemiş halk neye uğradığını şaşırdı. Şehrin merkezinde Rumların bir bölümü Yunan bayrakları ile Ermeniler ise Fransız ve Ermeni bayrakları ile her yanı donattı. Acayip bir gururla Türk insanına küfürler savurarak yürüyüşler yaptılar. Gece boyunca eğlenceler tertip ettiler.[10]

 

Adana’nın işgal gününü Damar Arıkoğlu Hatıralarında şöyle anlatıyor; “Albay Raymon’un askerleri 21 Aralık 1918 tarihinde Adana’yı ikindi üzeri işgal etti. Kiliselerin çanları durmadan çalıyordu. Ermeni evleri, dükkânları, çarşı pazar, itilaf devletleri ve Ermeni bayrakları ile donatıldı. Yer yer Türk bayrağı yırtıldı. Gece fener alayları tertip edildi. Taşkınlık son haddini bulmuştu.” [11]

 

Kozan, Ceyhan, Osmaniye, Haruniye ve diğer bölgelerin işgalinde de durum bunlardan farklı değildi. İşgal kuvvetlerinden yüz bulan Ermeni ve Rumlar işgalin verdiği hırsla Türk milletine hakaret etmeye ve bayrağımıza saldırarak tarihi onurumuza ayaklar altına almaya çalıştılar.

 

Türk Bayrağının Asılması Yasaklanıyor…

 

İşgalin ilk günlerinden itibaren Fransız askerler zevk, sefa ve eğlenceye daldılar. Günlerini gün ediyorlardı. Kana susamış Ermeniler ise Türk halkına karşı her türlü hakaretlerde bulunuyorlar; karşı çıkanları dövüyorlardı. Ocak ayı içerisinde elliye yakın Türk’ü katlettiler. Adana eski milletvekili Suphi Paşa duruma el koydu. Vali ve Fransız komutanıyla görüştü. Hiçbir şey yaptıramadı. Ermeniler yağmaya, soyguna, işkenceye ve öldürmeye devam ettiler. [12]

 

9 Ocak 1919’da Fransız Komutanı Albay Bremond, Adana bölge işgal valiliğine ve baş sorumlu olarak atandı. 1 Şubat’ta yedi kişilik maiyeti ile beraber Adana’ya geldi. Vilayette bürosunu kurdu. Tam bir Müslüman ve Türk düşmanı olan Bremond, ilk geldiği günden itibaren Ermenilere yüz verdi. Ermeniler köy basmaya, çiftlik yakmaya devam ettiler. Albay Bremond içindeki kini kusar gibi Adanalıların üzerindeki baskıyı arttırdıkça arttırdı. Vatansever öğretmen ve memurları görevinden uzaklaştırdı. Ana dili Fransızca yaptı. Tren ücretlerini arttırdı. Posta pullarına Kilikya Damgası vuruldu. Mektup ve telgraflara sık sık sansür getirildi. Polis ve jandarmaların kıyafetleri değiştirildi. Kalpaklardaki ay çıkartıldı. Daha sonra Türk jandarmaların yerine Ermeniler getirildi. Verilen bu tavizlerle Ermeniler daha da azdılar.[13]

Adana’yı işgal eden Fransızlarla birlikte şehir merkezine dolan Ermeniler Adana halkı üzerinde baskıyı arttırmaya başladılar. Adanalılar bu durumdan rahatsız olduklarını Fransızlara ilettiler. Fakat Fransız işgal valisi Albay Bremond, tüm bu şikâyetlerin karşısında Ermenileri durdurmak şöyle dursun, onlara destek olacak kararlar aldı. İlk iş olarak da resmi dairelere ve sokaklara Türk bayrağının asılmasını yasakladı. Bunun gerekçesi, Allenbi’nin hiçbir bayrak çekilmemesi için verdiği emirdi.[14] Esas amaçları halkı tamamen sindirmekti. Fransız ve İngiliz sömürü politikasının birinci derecede önem taşıyan özelliği milli ruhu çökertmekti. Milleti soysuzlaştırmaktı. İç direnişi tamamen kırmaktı.

 

Adana’da Türk bayrağının asılmasına yasak getirildiği günlerde Mersin İşgal Komutanı Anfre, Mersin’de hükümet konağı başta olmak üzere Türk bayrağının çekilmesini yasakladı. Bunun üzerine Türk İslam Cemiyeti yöneticileri ve Hacı Ömer Bey, Anfre’nin yanına çıkarak aldığı bu karar üzerine Türklerin ayaklanacağını Türklerin bayrakları uğruna kanının son damlasına kadar akıtacaklarını söyledi. Anfre ise bu tehdit karşısında sizinle görüşürüz diyerek konuyu kapattı. Daha sonra hükümet konağının girişine Fransız bayrağı astırdı. Bayrak asılmasına karşı çıkan memurları uzaklaştırdı. Mersin dışına sürgün etti.[15]

 

Türk bayrağının asılmasının yasak edilmesi Türk Milleti’ne işgalin ne demek olduğunu bir kez daha en derin şekliyle hissettirdi. Eli kolu bağlanmış olan insanlarımız bu duruma katlanamıyor, saldırılar karşısında harekete geçiyordu. Fakat ne yazık ki en küçük bir harekette dahi askeri mahkemeler kuruluyor, karşı çıkanlar ya sürgün ediliyor, ya kurşuna diziliyor ya da hapse atılıyordu. Zaten amaçları halkı sindirmek olan işgalcilerin de bu işlerine geliyor, şehir merkezinde herkesin gözleri önünde dövülen, idam edilen kişilerle halka gözdağı veriliyordu.

 

Çukurovalıların Bayrak Mücadelesi…

 

Çukurovalılar, Fransız ve Ermeni baskısını ruhlarında hissediyor, her geçen günün Türk milleti için daha fazla karardığını görüyorlardı. İşgalin acısı derin sızılar veriyordu. Osmanlı Hükümeti kendini kurtarmanın çabasında olup Anadolu’dan yankılanan feryatları duymuyorlardı. Özellikle Damat Ferit ve yandaşları işgaller karşısında sessiz kalıyorlardı. Damat Ferit, işgal durumları söz konusu olduğunda Fransız temsilcisine “Torosların aşağısı zaten Türk değildir” diyerek Çukurova’yı bir çift sözle teslim etti.[16] Bu haber kısa süre içinde duyuldu. Çukurova’yı bir kez olsun görmemiş, belki haritada bile yerini tespit etmekten aciz olan bu Osmanlı Sadrazamının sözü, milletine yaptığı en büyük iftira ve ihanetti. İnançlı Türk milleti bu sözü protesto etti ve Damat Ferit’i vatan haini olarak gördü. Bu millet bu sözler karşısında gerçekten sahipsiz kaldığını, devletsiz kaldığını, artık hür ve bağımsız olmadığını tam anlamıyla anladı. Kuvayı Milliye işte bu ruh halinde vücut bularak güçlendi.

 

  

 

Fransızların bayrak asılmaması yasağına rağmen, Adana Erkek Lisesi binasında Türk bayrağımız dalgalanıyordu. Erkek Lisesi Taşköprü’nün altından akıp giden Seyhan Nehri’nin güney kıyısında kurulmuştu.  Albay Bremond, lisede Türk bayrağının dalgalanmasından ve Niyazi Bey tarafından milliyetçi öğrencilerin yetiştirilmesinden rahatsızdı. Bu olay karşısında Vali Nazım Bey’i sıkıştırdı. Lisenin müdürü olan Niyazi Ramazanoğlu vilayete çağrıldı. Derhal bayrağın indirilmesi emri verildi. Oralı olmadı. Albay Bremond’a, “ lisenin resmi bir daire değil, kutsal bir kültür yuvası olduğu, bayrak indirilirse Türklerin milli duygularına büyük bir darbe vurulacağını ve bayrağı indirmeyeceğini” söyledi. Bu cevap üzerine Vali Nazım Bey tarafından görevine son verildi. Fedakâr, cesur ve vatansever Niyazi Bey, bu durum karşısında çok üzüldü. Günlerce kahrından uyuyamadı. Bir gece bavulunu topladı. İçinde vatan derdi, trene bindi ve Adana’dan ayrıldı. İstanbul’a gitmek için yola çıkmıştı. İstanbul’a vardı. Orada Kilikya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yönetim kuruluna girdi. Milli mücadelede yerini aldı. Kilikyalılar Cemiyeti’nin kurulmasında aktif rol oynadı.[17]

 

albaybremond

Fransız komutan Albay Bremond’un düşmanca tavırları ve katliamlara sessiz kalması sonucunda Adana Valisi istifa etti. Bu durum karşısında Adana valisiz kaldı. Eski bir Bakan olan Celal Bey’e valilik görevi teklif edildi. Celal Bey, işgal altındaki Adanalıların sahipsiz kalmasına gönlü razı olmadı. Büyük bir fedakârlıkla valilik görevini kabul etti. Celal Bey, kültürlü bir insandı. Almanya’da yükseköğrenimini bitirdi. Kastamonu, Trabzon, Selanik gibi vilayetlerde eğitim müdürlüklerinde bulundu. Erzurum ve Edirne’de valilik yaptı. Sait Paşa

hükümetinde İç İşleri Bakanlığı, Mahmut Paşa hükümetinde Ziraat Bakanlığı görevlerinde bulundu. Değerli bir devlet adamı olarak herkesin itimadını kazandı. İzmir, Halep ve Konya valiliklerinde de bulunan Celal Bey, Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Hükümeti ile   fikir ayrılığına düştü. Valilik görevini bıraktı. Yapılan teklifleri reddetti. Adana valiliği görevini zor şartlar altında kabul eden Celal Bey, hazırlıklarına başladı. İstanbul’da kurulmuş olan Kilikya Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin üyeleri ile görüştü. Adana valiliğinde bulunan Nazım Bey ve Esat Bey’den bilgiler aldı. Albay Bremond’un çalışmaları ve kişiliği hakkında araştırmalar yaptı.  Onu Adana’ya gitmeden tanıdı.

 

Celal Bey’in Adana valiliğine atanması Adana’da büyük bir sevinç yarattı. Çukurova insanı onun atanmasını bir umut olarak gördü. O; kararlı, azimli, cesaretli ve en önemlisi adaletli kişiliğiyle tanınıyordu. Valisiz kalan, sahipsiz kalan Adanalıların gözleri gülmese de tebessüm etti. Çünkü, vali vekilliğini hiçbir yüksek memur kabul etmemişti. Vali vekilliğinde bulunan Adana Kadısı Nazif’e, Fransızlar emirlerini istedikleri gibi yaptırıyorlardı. Türk insanı başına gelenleri kimseye anlatamıyordu. Her dairede Ermeni polis, jandarmalar ve memurlar bulunuyordu. Türk bayrağının asılmasının yasaklanması ve her yerde Fransız bayraklarının dalgalanması onları kahrediyordu. Kendi kaderlerine terk edilmişlerdi. Celal Bey’in vali olması bu nedenlerden dolayı Adana halkında büyük sevinç yarattı.[18]

 

celalbeyVatansever bir kişiliğe sahip olan Celal Bey’in 18 Aralık günü Adana’ya geleceği telgrafla bildirildi. Adana Belediye Başkanı Mehmet Fuat Dıblan’ın başkanlığında bir heyet onu Pozantı’ya karşılamaya gitti. Celal Bey, ilk iş olarak hükümet konağı üzerine çekilmiş olan Fransız bayrağının derhal indirilmesini istedi. Albay Bremond buna karşı çıktı. Fakat; Celal Bey’in kararlı tavrı sonuç verdi. Bremond, Pazar günleri kalması şartıyla bayrağın indirilmesini kabul etti. Bu olaydan sonra Celal Bey, Fransız bayrağının asılı olduğu Pazar günleri vilayet makamına hiç gelmedi. Bu durum halk üzerinde bir rahatlama sağladı. Celal Bey on gün kadar Suphi Paşa’nın evinde kaldıktan sonra kısa bir sürede İl Hukuk İşleri Müdürü Celal Efendi’nin evinde kaldı. Daha sonra Ulus Caddesinde kiraladığı binaya taşındı. Bu evin giriş kapısının üzerine çaprazlama iki Türk bayrağı astı. Türk insanları bayrak altından geçmenin mutluluğunu tatmak için sık sık valiyi ziyarete geldiler. Durumdan çok memnundular. Celal Bey’de aradıklarının fazlasını bulmuşlardı. O korkusuzca olayların üzerine gidiyordu. Fransız ve Ermeniler ise durumdan hiç memnun değildi. Korktukları başlarına gelmişti. Fakat Celal Bey’in valilik görevi uzun sürmedi. Albay Bremond, onun vatansever tavırları karşısında Milli ruhun güçlenmesini engellemek için Osmanlı Hükümetine baskı yaparak onu görevden aldırdı. Celal Bey ise görevde kaldığı sürece Türk bayrağı Adana valiliğinde dalgalandı. Adanalılar onu gözyaşları içerisinde uğurladılar. O bir nebze de olsa Adanalıların bayrak hasretini gidererek Çukurova’dan ayrıldı.[19]

 

Mersin’de de durum farklı değildi. Mart 1919 ayı içinde meydanda cambaz oynatılırken birçok kişi oyunları izliyordu. Bu oyunları asker, sivil birçok kişi seyrediyordu. Posta arabasının buradan geçişi sırasında bezlerin üzerinde ay yıldızı gören Ermeni Kamavorları derhal saldırıya geçtiler. Fakat Türklerle onları destekleyen Hintli ve Afrikalı Müslüman askerler de hemen harekete geçtiler. Dövüş gittikçe büyümekte, Kiliseden de ateş edilmekte idi. Seyirciler arasında Jandarma Afganlı Abdullah Çavuş’la beraber bulunan Hintli askerlerin bölük komutanı Yüzbaşı Selahattin Han hemen istasyon civarındaki bölüğünü alarak seyyar jandarma bölüğü merkezi avlusuna getirerek mevzilendirmişti. İngiliz ve Fransız subaylarının müdahalesi ile olay yatırılmışsa da Jandarma Afganlı Abdullah Çavuş, İzzet Onbaşı, sivillerden Mehmet Dip, Ermenilerle vuruşurken ağır yaralandılar. Posta Muhafızı Mehmet Çavuş da çok hırpalanmış ve birkaç yara almıştı. Posta arabasının örtüleri ve hayvanları parçalanmış fakat kılıfta bulunan Türk bayrağı yağmalanmaktan kurtarılmıştı.[20]

Birinci Dünya Savaşı başında “Cihadı Ekber” ilan edilmiş, bir tarafında Şeyhülislamın bütün Müslümanlara savaşa katılmalarının farz olduğuna dair fetvası, diğer tarafında Başkomutan vekili Enver Paşa’nın beyannamesi ve her ikisi üzerinde ay yıldızlı çapraz al ve yeşil bayraklar bulunan bildiriler bastırılarak her tarafa yayılmıştı. Bu çifte rozet halinde yapılarak satılıyordu. Hintli ve Afrikalı Müslüman askerleri bunları aktarlarda her nasılsa görmüşler ve kapışarak satın almağa başlamışlardı. Tuhafiyeci Harputlu Mustafa Efendi de vitrinine bunlardan koymuştu. Bunu gören kunduracı bir Rum polis Karabet’e haber verdi. Karabet’in kışkırttığı Ermeni askerleri de dükkâna saldırarak vitrini kırdılar, rozetleri tepelediler ve Mustafa Efendi’yi dövmeye başladılar. Biriken halkın müdahalesi ile Mustafa Efendi kurtarıldı ve emniyete götürüldü. Türk bayrağı rozetleri satmakla suçlandırılan Mustafa Efendi’nin ifadesi alındı ve yargılanmak üzere askeri mahkemeye verildi. Ancak, bu gibi şeyleri satmayı önleyen bir kanun bulunmadığından, bir daha satmaması tembih edilerek bırakıldı. Fakat rozet satışları ise gizli olarak devam etti. [21]

sinantekelioglu

Türk bayrağını asmaya yasak getirilmesinden sonra Mersin’de Türk gençleri, şerefle dalgalanan bayraklarına hasret kaldılar. Onu bir minarenin âleminde de olsa bir defa dalgalandığını görmek istiyorlardı. Bu amaçla Yeni Cami müezzini Hacı Dede’ye bayrak hasretlerini anlattılar. Hacı Dede, bir Türk, bir aşiret çocuğu idi. Dileklerini kabul etti. 5 Eylül 1919 Cuma sabaha karşı bayrak asıldı. Sabah kalktıklarında Yeni Cami’nin âleminde Türk bayrağının dalgalandığını gören Türkler sevinç gözyaşları döküyordu. Bu arada Fransız yardakçılığını kendilerine şeref sayan bazı soysuzlar Guvernör Anfre’ye koşarak durumu bildirdiler. Bunun bir ayaklanma başlangıcı olmasından kuşkulanan Anfre bir taraftan asayişle görevli İngiliz Komutanlığına haber göndererek İngiliz birliklerini getirdi. Gerekli tertibatı aldırdı. Diğer taraftan jandarma ve emniyet teşkilatını da harekete geçirdi. Yeni

                                                                                                                

Cami’nin din görevlisi sorguya çekildi. Bunlardan müezzin Hacı Dede’nin bayrağı kendi çektiğini söylemesi üzerine tutuklanarak götürüldü. Bir Fransız ve iki Cezayirli Yüzbaşı ve bir Üsteğmenle kurulan askeri mahkemeye sevk edildi. Maryos Dellelyan’ın tercümanlığı ile yargılama başladı. Kimlik tespiti yapıldı ve Guvernör sordu:

  • Osmanlı bayrağını Yeni Cami minaresine sen mi çektin?
  • Evet efendim ben çektim.
  • Peki buranın işgal altında bulunduğunu ve Osmanlı bayrağının çekilmesinin yasak olduğunu bilmiyor musun?
  • Biliyorum. Ancak siz de bilirsiniz ki padişahımız Müslümanların halifesidir. Peygamber efendimizin vekilidir. (Bu arada halife ve peygamber sözünü duyan Cezayirli Yüzbaşı derhal ayağa kalkarak selam durumuna geçmiş ve yargılama sonuna kadar öylece kalmıştır.) Siz Hıristiyanların Pazar günleri nasıl mukaddes ise de Cuma’mız öyledir. Minare âlemine çektiğim bayrak, aynı zamanda bütün Müslümanların da bayrağıdır. Sizin Hintli, Cezayirli ve Tunuslu Müslüman askerleriniz beni sıkıştırdılar. Onların ısrarı üzerine çektim.

Anfre, bir Hacı Dede’ye bir de hâlâ selam durumunda ayakta duran Cezayirli Yüzbaşı’ya baktı. İşi tatlıya bağlamak lüzumunu duydu. Yüzünde belli bir şaşkınlık seziliyordu.

  • Bak, dedi. Bu seferlik seni affediyorum. Bundan böyle bana danışmadan bir şey yaparsan seni Beyrut Yüksek Mahkemesine gönderir, hapislerde çürütürüm.

Hacı Dede ile Cezayirli Yüzbaşı göz göze geldiler. Din kardeşliğinin yüz ifadesi yüzünde okunuyor, gözleri gülüyordu. [22]

 

İşgalin ilk günlerinde Ceyhan’a bir Ermeni grubu geldi. Tiyatro grubu olan bu Ermeniler, ırmağın kıyısındaki Millet bahçesinde halka oyun sergileyip, kanto söyleyeceklerdi. Tiyatroya Ceyhan Kaymakamı İbrahim Bey, yanında Uzunyayla’dan misafir gelmiş olan Hasan Bey olmak üzere gitti. Ermeniler tiyatrodaki kızlara, “Antronik Paşa’nın marşını söyleyin” diye bağırmaya başladılar. Türklere hakaretlerde bulunuyorlardı. Ellerinde Ermeni bayrakları, intikam yeminleri ediyorlardı. Türk bayrağına hasret kalmış olan İbrahim Bey’in bu durum karşısında ne yapacağını şaşırdı. Oldukça gözü pek biri olan İbrahim Bey, olanlara dayanamayarak ayağa kalktı. “ Antronik Paşa kimdir? Osman Paşa’nın marşı söylenecek” diye bağırdı. İbrahim Bey’in gür sesi Ermenilerin kulaklarında yankılandı. İbrahim Bey, tabancasını çekti. Yanındaki misafiri Hasan Bey, eline sarıldı. Silahını almak istedi. İbrahim Bey, silahı bırakmıyordu. Ne olduğunu şaşıran ve korkan Ermeniler sağa sola kaçışıyordu. İbrahim Bey ise silahını ateşlemek için Hasan beyle mücadele içindeydi. Bu sırada silah bir el patladı. Hasan Bey’e bir kurşun isabet etti. Hasan Bey, yaralanarak yere yığıldı. İbrahim Bey, onu kucaklayarak hastaneye yetiştirdi. Hasan Bey’i tedavi ettirdi.[23] İbrahim Bey, ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette geceler boyunca uyuyamıyordu. Bir gece Fransız İşgal Komutanı Albay Bremond’a , “Biz çete değiliz. Fakat Müslüman ve Türk’üz. Müslümanlara yapılan zulümlere ve hakaretlere artık tahammülümüz kalmadı. Bu halin devamı sizler açısından kötü sonuçlar verebilir.” yazılı mektubu göndererek milli kuvvetlere katıldı.[24]

ustegmenselahattin

İşgal günlerinin en acı feryatların yükseldiği yerlerden biri de Kozan’dır. Kozan’ın işgalinden sonra yüzlerce insanımız katledildi. En ağır işkenceler, hakaretler ve saldırılar Kozan’da yapıldı. İnsanlarımız fırınlarda yakıldı. Ay yıldızlı al bayrağa özlem Kozan’da her sineyi yaktı.  Öyle ki, büyük bir Fransız bölüğünün Kozan’a geleceğini haber alan Ermeniler günler öncesinden her yanı Ermeni bayrakları ile süslemeye başladılar. Yürüyüşleri, konuşmaları iyice değişti. Hakaretlerin ve saldırıların boyutları daha da arttı. Bu olanlara dayanamayan Saim Bey, “ Ermeni bayrağı çekilmesi değil, görülmesi dahi esef verici hadiselere sebep olabilir. Zira bunun Ermeni bayrağı ile hiçbir ilgisi yoktur. Burası Türkoğlu Türk olan Kozanoğulları’nın yurdudur ”diyerek bayrakların toplatılmasını istedi. Fakat Ermeniler bayrak asılmaması konusunda uyarılmalarına rağmen Fransız bölüğünün geldiği gün yine bayrak açtılar. Bunu gören Saim Bey, Giritli Mustafa’nın kahvesinden dışarı çıktı. Onunla birlikte tüm kahve köprünün oraya yöneldiler. Saim Bey, yüksek bir sesle Ermenilere “Burası Türk yurdudur. Burada her istediğinizi yapamazsınız” diye bağırdı. Daha sonra Komiser Hamdi Bey’e bağırarak bayrakların toplatılmasını istedi. Komiser ve Fransızlar olayların büyümemesi için bayrakları Ermenilerden topladılar. Ermeniler bunun üzerine Saim Bey’i şikâyet ettiler.[25] Bütün bu şikâyetlerin sonucunda komutan Tayyarda, Saim Bey’i çağırttı. Saim Bey’in kendisi ile birlikte çalışmasını ve Kuvayı Milliyecilerle birlikte hareket etmemesini istedi. Saim Bey’in cevabı ise hayır oldu. Bu cevaptan memnun olmayan Tayyarda, Saim Bey’e şöyle seslendi:

  • Siz burada, İşgal kuvvetleri aleyhine İslam halkı tahrik ediyorsunuz. Teşkilatlandırmağa, silahlandırmağa uğraşıyorsunuz.

   Tayyarda’nın bu sözlerine Saim Bey, yüksek sesle cevap verdi:

  • Bu söylediklerinizi yapmayı çok isterdim. Bu benim biricik emelimdir. Bende ölmeyecek, sönmeyecek bir ideal varsa o da bu söylediklerinizdir. Bu temiz duyguyu benden silecek bir kuvvet de mevcut değildir. Ne siz, ne de Cumhurbaşkanınız buna asla muktedir olamaz. Bu Fransızların Alsasloren arzusundan çok daha kuvvetli bir emeldir. Zira burada ne tek bir Fransız var, ne de Ermeni hükümeti kurmak imkânı. Ne yapayım ki halk dört senelik harpten çıkmış. Yorgun ve yoksul, manevi birçok zarara uğramış. Kendi derdini duymakla, kendi yarasını sarmakla meşgul. Bugün için söyledikleriniz hakikat olacak değil. Endişeniz boşunadır.

Saim bunları gür bir sesle bağıra çağıra söylerken sokaktan geçenler binanın önüne dikilmişler onu dinliyorlardı. Tayyarda, Saim Bey’i derhal tutuklattı. Daha sonra hapse attırdı. Kozan dışına çıkarılması emrini verdi.[26] Kozan’dan sürgüne gönderilen Saim Bey, Adana’daki Fransız Valisi Albay Bremond’un huzuruna çıkartıldı. Ona karşı, yapılan zulüm ve işkenceleri protesto mertliğini göstermişti. Bremond onu sürgüne gönderirken paylamak istemiş, fakat bu aslan parçası, işgal kumandanına şu sözleri haykırmıştır:

  • Albay, biz vatanseverler, sizin zulmünüzden değil, adaletinizden korkarız! Elinizden geldiği kadar zulüm ve işkence yapınız. Bunlar bizi ancak güçlendirir.

Adana’dan hareket eden Saim Bey, İstanbul’a hareket etti. İstanbul’da Yedek Subay Okulu’na çağrıldı. Kısa süre sonra buradan mezun oldu. Daha sonra İstanbul’daki durumun kötü olduğunu gördü ve Ankara’ya hareket etti.[27] Ankara’da fazla kalmadı. Develi üzerinden bölgeye döndü. Kuvayı Milliye Komutanı oldu. Aylarca mücadele verdi. 18 Kasım 1920 günü bu kahraman Türk yiğidi şehit düştü. Şehit Saim Bey’in ismi, eski adı Haçin olan Adana’nın bir ilçesine Saimbeyli olarak verildi. İlçemizde bir de adına şehitlik ve anıt yapıldı.[28]

                                                                                    saimbey

Osmaniye’de verilen bütün mücadelelere rağmen şehirde ve daha birçok yerde Fransız bayraklarının dalgalanması milli kuvvetleri kahrediyordu. Özellikle düşman karargâhı olarak kullanılan Ali Beyli Mahallesindeki Hacı Ökkeş Ağa’nın evinde dalgalanan Fransız bayrakları Osmaniyelilerin yüreğini sızlatıyordu. Hacı Ökkeş Ağa’nın karargâh olarak kullanılan evi çok iyi tahkim edilmiş durumdaydı. Fakat hiçbir vaziyet Türk’ün istiklaline kavuşma azmi önünde yıkılmaya mahkûm olmaktan kurtulamazdı. Fransız karargâhı basılmalı ve şanlı Türk bayrağı Hacı Ökkeş Ağanın evinde dalgalanmalıydı.[29]

İçlerinde kurtuluşun kahraman kadınlarından olan Rahime Hatun’un da bulunduğu Hayta Hüseyin çetesi, Yaveriya çetesi, Yastı Kelle, Ali Kılınç, Kadir Çavuş, Ali Bekiroğlu Ahmet’in çeteleri Osmaniye Cephesi Komutanı Selim Bey tarafından karargâhın basılması için görevlendirildi. Toplam 70 -80 kadardılar. 5 Ağustos günü sabahın ilk ışıkları ile milli kuvvetler saldırıya geçtiler. Sıcak bir yaz günüydü.  “ Allah Allah” sesleriyle taarruza geçtiler. Ay yıldızlı bayrak ya orada dalgalanacak ya da öleceklerdi. Rahime Hatun, heybetli bir şekilde:

  • Gardaşlarım! Düşman karargâhı mutlaka elimize geçecek. Allah bizimle beraberdir. Yalnız bir isteğim var. Eğer ben şehid olursam cesedimi düşmana bırakmayın.

Rahime Hatun, bu sözleri söyledikten sonra “ haydi ya Allah! Allah’ını seven, vatanını seven yürüsün” dedi. Fakat kısa süre sonra kurşun yağmuru altında kaldı. Ay yıldızlı bayrağı dalgalandırma arzusu ile oracıkta şehit düştü.[30]

 

Adanalıların Bayrak Sevgisi…

 

Üç yıl 18 gün boyunca verilen mücadele sonucunda Çukurova işgalden kurtarıldı. Çukurovalılarının bağımsızlık tutkusu karşısında emperyalist

güçlerin planları yerle bir oldu. Hilal ile yıldız, Çukurova ile Toroslar birbirine kavuştu.  5 Ocak 1922 günü Adana sokaklarında ay yıldızlı al bayrağımız dalgalandı. Büyük bir sevinçle sokaklara dökülen Adanalılar, kurtuluş sevincini birbirleriyle doyasıya sarılarak ve zafer naraları atarak kutladılar. Öz vatanlarında gurbet acısı tatmış bir millet, Kurtuluş bayramı için özenle hazırlanmış dev Türk bayağını(7*15 m.)  Adana sokaklarında dalgalandırdı.

Üç yıl on sekiz gün süren işgal sona ermişti. Bu mübarek yurt topraklarını almak için Mersin’e çıkan 

gulekli

işgal kuvvetleri dayandıkları Toroslarda, pek kısa bir süre sonra etkilerini kaybederek yine Mersin’den geldikleri yerlere götürüldüler. 4 Ocak günü Mersin’den ayrılan son işgal kuvvetlerinin gidişiyle birlikte bir sonraki gün için büyük tören hazırlığına devam edildi. Adana’nın kurtuluş bayramı olan 5 Ocak sabahı büyük dev bayrak Hükümet konağından indirildi. Muazzam halk kitlesinin katıldığı askeri bando ile caddelerde gezdirildi. Binlerce Adanalı bu bayraktan tutmak için birbiriyle yarıştı. Bayrağı tam iki yüz kişi taşıyordu. Bu bayrak Türkiye’nin en büyük bayrağıydı. Onu taşımak ve sokaklarda dalgalandırmak gurur veriyordu. Üç yıl boyunca sandıklarında dahi saklamayı göze alamadıkları ay yıldızlı bayrağın göklere çekilmesi ve Adana sokaklarında dalgalanması karşısında Adanalılar kendilerinden adeta geçmişlerdir. Bu bayrak millimarşlar eşliğinde büyük saat kulesine getirilerek saygı duruşu ile Ulu Cami arasına çekildi. Birçok insan bu manzara karşısında “ Allahım! Artık benim bu gözlerimi kapa.. bu dünyada bundan sonra başka bir şey görmek istemiyorum. Kalbim bu heyecanla dursun..” diyerek ölmek istemişlerdir. Havanın aşırı yağışlı olmasına rağmen Adanalılar, günlerce uğraşarak ipek, yün ve pamuktan yaptıkları binlerce bayrağı yeşil ağaç dallarında, evlerinde ve sokaklarda dalgalandırıyorlardı. Şehir merkezi tamamen süslenmişti. Köşe başlarında zafer takları insanların dikkatini çekiyordu. Bandolar eşliğinde söylenen milli marşlar insanların coşkusunu daha da arttırıyordu. Adanalıların bayrak sevgisi hiç şüphesiz bayrağına hasret kalan bir milletin duyduğu ızdırabın derecesini gösteriyordu. Bu

 

 

 

                                    Adanalıların Bayrak sevinci (5 Ocak 1922)

sevgi öyle bir sevgiydi ki bu sevgiye isim koymak bile bu manzara karşısında imkânsızlaşıyordu. Öyle ki, elbiseleri parça parça olmuş, bu kışın soğuklarında yalın ayak gezen fakir bir ana ile yavrucağın omuzlarında, çıplak sırtlarında elbise olabilecek kadar büyük bir bayrak vardı. Kendilerini, doyurmak için bile el açan kadıncağız yanındakine: “efendi gördün, açlığa tahammül olunuyor, amma buna tahammül olunmuyor” diyordu. O şahısın dilinden ise şu sözler dökülüyordu:  “ İşte bu milleti yaşatan kutsal ateş, işte bu milleti yükselten, efendi yapan ilahi ateş. Eğer bu kuvvet bizim göğsümüzün içinde sönüp, kalsa idi, eğer bu mucizenin sırrını hissetmese idik, şimdi ne olurduk”  Midesini doyurmak için yüz kişiye bin defa yalvararak birkaç kuruş toplayan, onu da bayrak yaptıran bir fakirin şu yüce duygusu gösteriyor ki, bağımsız yaşamak bizim her zaman için hakkımızdır. Bu hakkı bu milletin elinden hiç kimse alamadı ve alamayacaktır.

 

Ali Alper Çetin

 Araştırmacı

 

Dipnotlar ve Kaynaklar:

 

[1] Kasım Ener, Çukurova Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi,San Mat,Ankara 1970,s. 25

[2] Kasım Ener, Çukurova Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi,San Mat,Ankara 1970,s. 27

[3] Taha Toros; Kurtuluş Savaşında Çukurova, Ankara 2001,  Türk T. K. Basımevi, s.14

[4] Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, İstanbul 2000, s.68

[5] Kasım Ener, Çukurova Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi, San Mat,Ankara 1970, s.28-29  

[6] Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Ankara1982, s. 22

[7] Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Ankara1982, s. 67

[8] Çağrı Kürşat Yüce, Medeniyetler Şehri Kozan, Adana 2002, s.35

[9] Kurtuluş Savaşında İçel, Kuvayı Milliye Yayınları, İstanbul 1971, s.43

[10] Taha Toros, Kurtuluş Savaşında Çukurova, Ankara 2001, s. 14

[11] Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, İstanbul 2000, s.68

[12] Yusuf Delikoca, Çukurova Kahramanları, Adana 2004, 2004: 18

[13] Kasım Ener, Çukurova Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi, San Mat,Ankara 1970,s.30

[14] Kasım Ener, Çukurova Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi, San Mat,Ankara 1970, s 31- 32

[15] Kurtuluş Savaşında İçel, Kuvayı Milliye Yayınları, İstanbul 1971, s. 69- 70

[16] Taha Toros, Kurtuluş Savaşında Çukurova, Ankara 2001, s. 133

[17] Kasım Ener, Çukurova Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi,San Mat,Ankara 1970,s.31

[18] Kasım Ener, Çukurova Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi, San Mat, Ankara 1970, s. 38 -39- 40

[19] Yusuf Delikoca, Çukurova Kahramanları, Adana 2004, s.108- 118

[20] Kurtuluş Savaşında İçel, Kuvayı Milliye Yayınları, İstanbul 1971, s. 70- 71

[21] Kurtuluş Savaşında İçel, Kuvayı Milliye Yayınları, İstanbul 1971, s. 67- 68

[22] Kurtuluş Savaşında İçel, Kuvayı Milliye Yayınları, İstanbul 1971, s. 90- 91

[23] Anılarla Milli Mücadelede Ceyhan, 1986, s. 32- 33

[24] Taha Toros, Kurtuluş Savaşında Çukurova, Ankara 2001, s.125

[25] Recep Dalkır, Milli Mücadelede Çukurova Yiğitlik Günleri, Adana 1963, s. 20

[26] Recep Dalkır, Milli Mücadelede Çukurova Yiğitlik Günleri, Adana 1963, s. 31-32    

[27] Taha Toros, Kurtuluş Savaşında Çukurova, Ankara 2001, s. 216

[28] Kuvayı Milliye Dergisi, sayı:19, Mersin, s. 25

[29] İsmet İpek, Osmaniye Diye Diye, Osmaniye 2002, s. 75

[30] Cezmi Yurtsever, Çukurovalı, Adana 2002, s.179

 

      Karboğazı Kuvayı Milliye Anıtı                          Rahime Hatun Şehitler Anıtı-Osmaniye

                        Tarsus- Gülek Köyü

 

 

Yazar
Ali Alper ÇETİN

1955 yılında Ceyhan’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ceyhan’da tamamladı. 1980 yılında Çukurova Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Makina bölümünü başarı ile bitirerek Makina Mühendisi unvanını aldı. Devlet Lisan Okulu İngiliz... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen