3 Haziran 2023

Turgut GÜLER

Askerî birliklerin tâlimi esnâsında, “yerinde say!” komutu, pek sık verilir. Hayâtın hemen her safhasında, yerinde sayanlara rastlıyoruz. Dikkat edilirse, bu işi yapanlar, yâni yerinde sayanlar, yürüyenlerden fazla ayak sesi çıkarırlar. Bunun, elbette liste hacminde sebebi var. Ama en öne çıkan âmil, “boş oturanın boş kalfası” sözünde gizli. Yapacak işi olmayanın, diline susturucu takamazsın.

Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanı, bu hâlet-i rûhîyenin nefis bir takdîmidir. Oradaki “Hayri İrdal” tipi, yerinde sayma işinin ne hârikulâde tarzda icrâ edilebileceğini, “virtüöz” mahâretiyle gösterir. Tamâmen lüzûmsuz bir müessese olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü, durumun farkına varılması üzerine fesh edilecekken, Hayri İrdal’ın keskin zekâsı devreye girer ve “dâimî tasfiye” karârı çıkarılır. Enstitü’nün, İrdal dâhil bütün kadrosu, aynı maaşla dâimî tasfiye programına aktarılır. Çok acı, ama bugün hâlâ dâimî tasfiye hâlinde olan yığınla resmî dâiremiz var. Sık sık duyduğumuz “tüyü bitmemiş yetimin hakkı”, bu tasfiye sofralarında tabağa konuyor.

Yüksek makâmlar, mevkiler; yalçın kayalarla kaplı tepeler gibidir. Koşarak çıkanlara nefes darlığı verir. İlk ânda bunu fark etmeyenler, zamân ilerledikçe tıknefes olduklarını kabûllenirler. Oysa sindire sindire ve belli aralıklarda kamp kurularak yukarı çıkılırsa, zirvenin havası ciğerlere çekilirken herhangi bir sıkıntı yaşanmaz.

Böylece, yerinde saymamanın ilk şartı, ciğer ferâhlığı oluyor. Aldığımız havanın, hiçbir kısa devre riski yaşamadan bronşlara uzanması, tıbbî yönden ne derece sağlık işâretiyse; millet hayâtında da aynı hoşluklara, sürûra vesîledir.

Nef’î merhûmun:

“Âferîn ey rûzıgârın şehsüvâr-ı safderi!

Arşa as şimdengerû tîg-i Süreyya-cevheri!”    

Mısrâlarıyla övdüğü şahıs, Osmanlı Hâkânı Sultan Osman Hân-ı Sânî, nâm-ı diğer Genç Osman’dır.

Dağ yaklaştıkça büyür, çocuk büyüdükçe uzaklaşırmış. Burada kastedilen mesâfe, metrik ölçülere meydân okuyan kalb, gönül mesâfesidir. Uğruna her türlü fedâkârlık yapılan çocuklar, yılların üst üste yığılmasıyla berâber, ebeveynlerinin yanında uzak diyârların havasını teneffüs ederler.

İnsanoğlunun hayâtı bu “hatt-ı istivâ” üzerine oturtulmuştur, altında kalanlarla üstüne çıkanların iklîmi farklı oluyor. Torun sevgisinin mübalâğa edilmesinde de, belki bu “dağ-çocuk” münâsebetinden doğan hayâl kırıklığının tesiri vardır.

Büyümenin, insan fizyolojisine düşen hissesi, az biraz şâyiâlıdır. Yâni, tam ve eşit parçalara ayırmak ihtimâli bir hayli zayıftır. Fakat bu “büyüme” lâfzında gizlenen kederler, hasretler, hayıflanmalar hep “küçülme”ye atıf yapıyorlar.

Bunu, Türk milletinin uzak-yakın bütün şûbelerini içine alan geniş Türklük âilesi içine tatbîk ettiğimizde; perestroyka, glasnost perdelemeleriyle ortadan kalkan maskenin, neleri sakladığını gördük. Beyhûde ve körü körüne pompalanan hamâsî havanın, hiçbir işe yaramadığı anlaşıldı. Çünkü köprünün altından geçen sular, büyüyen fidanlar “ırak” makâmında besteler yapmış. Kardeş zannedilenlerin, pek de öyle olmadığı; vaktiyle ekilen husûmet tohumlarının, âileye ayrılık fikri zerk ettiği ortaya çıktı.

Gorbaçov’dan önceki döneme âit Türk Dünyâsı duygularımızla, ondan sonraki devrin hissiyâtı arasında, ne büyük ve zorlu yokuşlar var.

“Türk” yerine “Türkî” dediğimiz bu devletlerle, arzû edilen seviyede sıcak münâsebet kurulamamasının, Rusya’yı ilgilendiren kısmından daha fazlası bizden, yâni Türkiye’den yöneliyor. Zîrâ ehliyetli ve mütevâzı devlet adamı yetiştiremiyoruz.

Asırlardır Türk’e yapılan zulmü, mânâsız “entel”likler uğruna, bir kenâra koyduk. Hâlbuki zulmü affetmek büyüklük, unutmak küçüklüktür. Biz, her zamân olduğu gibi, bu sefer de işin kolayını seçtik ve Kırım’dan Yakutistan’a, Baltık kıyılarından Balkan zirvelerine uzanan koca bir coğrafyayı taş soğukluğunda seyre daldık. Hepsi bu kadar! Hâfıza-ı beşerin nisyân ile dolu olduğunu, kendi bünyemizde isbât ettik.

Yazar Hakkında:

Turgut GÜLER

Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar Nazilli Li­sesi’ne devâm ettikten sonra, Nazilli Öğretmen Okulu’na girdi. Bu okulun ikinci sınıfını bitirdiği 1968 yılında, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne kaydoldu. 1969-1973 yılları arasında, Yüksek Öğretmen Okulu hesâbına, İstanbul Üniversite­si Edebiyât Fakültesi Târîh Bölümü’nde tahsîl gördü.

İstanbul Çapa’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun Kompozis­yon ve Diksiyon Hocası olan Ahmet Kabaklı’nın başkanlığında kurulan Türkiye Edebiyât Cemiyeti’nde, bilâhare bu cemiyetin yayınladığı Türk Edebiyâtı Dergisi’nde vazîfe aldı. Bir tarafdan üniversite tahsîline devâm etti, bir yandan da bahsi geçen der­ginin “mutfak” tâbir edilen hazırlık işlerinde çalıştı. Metin Nuri Samancı’dan sonra da ikinci yazı işleri müdürü oldu (Mart 1973, 15. Sayı). Bu dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.

1973 Haziranında üniversiteyi bitirdiğinde, Malatya Mustafa Kemâl Kız Öğretmen Lisesi târîh öğretmenliğine tâyin edildi. Ah­met Kabaklı’nın arzûsu ile bu görevine başlamadı ve İstanbul’da kaldı, Türk Edebiyâtı Dergisi’ndeki mesâîyi sürdürdü. 1975 yı­lında hem Edebiyât Cemiyeti (Bakanlar Kurulu karârıyla Türkiye kelimesi kaldırılmıştı), hem de Türk Edebiyâtı Dergisi, maddî sı­kıntılar yaşadı, dergi yayınına ara verdi. Bunun üzeri­ne, resmî vazîfe isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı’na mürâcaat etti.

Van Alparslan Öğretmen Lisesi’nde başlayan târîh öğretmen­liği, Mardin, Kütahya ve Aydın’ın muhtelif okullarında devâm etti. 1984 yılında açılan Aydın Anadolu Lisesi’nin müdürlüğüne getirildi. 1992’de, okulun yeni binâsıyla berâber adı da değişti ve Adnan Menderes Anadolu Lisesi oldu. Bu vazîfede iken, 1999 Ağustosunda emekliye ayrıldı. 2000-2012 yılları arasında, İstan­bul’da, Altan Deliorman’a âit Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım’da, yazı ve yayın çalışmalarına katıldı. Yine Altan Deliorman’ın çıkardığı Orkun Dergisi’nde, kendi adı ve müsteâr isimlerle (Yahyâ Bâlî, Husrev Budin, Ertuğrul Söğütlü) yazılar yazdı. İki kızı var.

Yayımlanmış Eserleri: Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Takı Taluy Takı Müren (Daha Deniz Daha Irmak), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2014; Cihângîr Tûğlar-Selîmnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Ejderlerin Beklediği Hazîne, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, Şehsüvâr-ı Cihângîr-Fâtihnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.

 

Yazarın diğer makalelerinden: