Tebrîz’den Antalya’ya Uzanan İbret Çubukları

Turgut GÜLER

Yaradan’a kul olmak varken, insan insanın kulu olur mu? XVI. yüzyılın başlarında, Antalya dolaylarında terör estiren “Karabıyıkoğlu”, Safevî Şâhı İsmâil’e kul olduğunu ilân etmiş ve “Şâh-Kulu Baba Tekeli” müsteâr adıyla şöhret bulmuştu.

Şâh İsmâil’in, Anadolu’daki tarafdârları arasına arka arkaya gönderdiği “Erdebîl” mürîdlerinden biri de Hasan Halîfe idi. Vaktiyle Şâh’ın babası Şeyh Haydar’a kapılanan, sonra Teke yöresinin halkını Şeyh’ine bağlama vazîfesini üstlenen Hasan Halîfe, Antalya’nın “Yalınlı” köyüne yerleşmişti. İşte, meşhûr “Şâh-Kulu”, Hasan Halîfe’nin oğlu olarak, bu köyde Dünyâ’ya gelmişti.

Baba-oğul, Yalınlı civârındaki bir mağaraya yerleşmiş ve emsâlleri olan diğer zâhid ve sûfîler gibi münzevîce ibâdete yönelmişti. Kısa zamânda, Hasan’la oğlunun şöhreti bütün Anadolu’ya yayılıp, İstanbul’a ulaşmıştı. Hattâ Sultan Bâyezîd-i Velî, başına örülecek çoraplardan habersiz, bu Teke zâhidlerine her sene altı-yedi bin akçe atiyye yollamaya başlamıştı.

Târîhimizin mümtaz simâlarından Sultan İkinci Bâyezîd, başka hiçbir özelliği olmasa bile, Fâtih’in oğlu, Yavuz’un babasıdır. Kaldı ki, onun kendi şahsına münhasır pek çok fazîleti ve vasfı bulunmaktadır. Çok sönük geçtiği zannedilen saltanat döneminde de, hem karada, hem denizde hiç hafife alınmayacak muvaffakiyetler kazanılmıştır.

İspanya’daki Endülüs bakıyesi Müslümanlarla kılıç artığı Yahûdîleri Afrika, Balkanlar ve Anadolu’ya taşıyan hükümdâr olması, “Bâyezîd-i Velî” adının ebedîleşmesine yetmiştir. Elbette, “Cem Sultan” mahreçli bilgi katarı, Bâyezîd devrine burukluk, kekrelik ilâve etmiştir. Bunun ve diğer bahtsızlıkların tamâmını Bâyezîd’e yüklemek, her bakımdan tâlihsizlik damgası yer.

Zâten, Bâyezîd-i Sânî’nin en büyük dezavantajı; öncesinde Fâtih, sonrasında Yavuz gibi iki parlak yıldızın arasında bulunmasıdır. Yâni, Bâyezid’in babası ile oğlu, öylesine mücellâ görünüyorlar ki, bunların rakîbi, yarışı daha başında kaybediyor.

“O kadar ref’-i taayyün etdik ki, Neşâtî

Âyine-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız.”

Diyen şâir, Bâyezîd’in rûh hâline ne güzel tercümân oluyor.

“Şâh-Kulu” hâdisesi, yalnız Osmanlı târîhinin değil, aynı zamânda umûmî Türk târîhinin poliklinik vak’alarından biridir. Buradan çıkarılacak ibret çubukları, târîh şifâhânesinde çok işe yarayacaktır. Bir tarafta “velî” sıfatını hak eden ve “Allâh’a kul”luk şiârından tâviz vermeyen Bâyezîd, diğer yanda “Şâh’a kul” olduğunu fâş etmekten en ufak rahatsızlık duymayan güdük insan sûreti.

Şâh-Kulu Baba Tekeli İsyânı’nın dinle, mezheble hiçbir münâsebeti yoktur. Doğrudan siyâsî ve de Osmanlı Devleti’ni yıkmaya yönelik bir tanıdık anarşi hareketidir. Ardındaki finansör ve lojistik desteğin adı da, “Safevî” renkli bütün boyalara verilebilir.

Dünyâ siyâset terminolojisine “Yavuz Sultan Selîm” maddesini yazdıracak en mühim mürekkep hokkası, Şâh-Kulu’dur…

 

 

 

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen