“İslâm’ın Özü” Soğanın Cücüğü Değildir

Ali Rıza ÖZDEMİR

Bundan kısa bir süre önce Balıkesir Üniversitesi’nden (BAÜ) değerli dostum Ahmet Uysal’ın daveti üzerine BAÜ 2023 Düşünce ve Değerler Topluluğu’nun misafiri oldum.[i] Alevîlikte Temel Kavramlar konulu konferansımdan sonra katılımcılardan bir dostum tebriklerini iletirken başka bir katılımcının; “İslâm namına bize bir şey kalmadı” dediğini aktardı. Ben de gülümseyerek; “İslâm’ın özü soğanın cücüğü değildir” dedim. Ama o kalabalıkta dediğim gürültüye gitti.

Şimdi burada ne demek istediğimi açmak ve neden Alevîliğin İslâm’ın özü olduğunu bir kere daha anlatmak istiyorum.

***

Alevîler geçmişten beri ve istisnasız şekilde “Hakk-Muhammed-Ali yolu” olan Alevîliği, “İslâm’ın özü” olarak tanımlarlar. Bu şaşmaz ve sekmez bir bilinci ifade eder. Elbette bu sadece kuru bir iddiadan ibaret değildir ve bunun bazı haklı gerekçeleri vardır.

Bu gerekçelere kısaca bakalım:

1) VAHYİN EVİNDEN İSLÂM’I ÖĞRENMEK

Bugün Alevîlik dediğimiz yapı; ilk olarak İran’ın Horasan bölgesinde Hz. Ali (a) evlatlarının faaliyetleri sonucunda Oğuz Türkleri arasında oluşmaya başlamış, oradan da büyük Türkmen göçleri ile Anadolu ve çevre coğrafyaya taşınmıştır. Özellikle On İki İmam’ın sekizincisi İmam Ali Rıza’nın (765-818) Horasan’daki Tus şehrine[ii] yerleştiği, burayı On İki İmam Şiîliğini[iii] yaymak için bir üs olarak kullandığı ve Horasan’ın bütün şehirlerine vekiller atadığı tarihi kayıtlarda bulunmaktadır. İşte Oğuz Türklerinin önemli kısmı bu bölgede ve bu faaliyetler sonucunda On İki İmam Şiîliği üzerinden İslâmiyet’i kabul etti. Doğal olarak İslâm’ı, doğrudan doğruya Ehl-i Beyt’ten yani vahyin evinden öğrendi.

2) İKİ EMANET: KUR’ÂN VE EHL-İ BEYT

Ehl-i Beyt, Alevîlikte en önemli kavramlardan biridir. Kur’ân’da Ehl-i Beyt hakkında; “Allah ancak ve ancak siz Ehl-i Beyt’ten her türlü çirkinliği defetmek ve sizi tertemiz yapmak ister”[iv] buyurmaktadır. Ehl-i Beyt’in Hz. Muhammed başta olmak üzere kızı Hz. Fatıma (s), damadı ve amcaoğlu Hz. Ali (a), torunları Hz. Hasan (a) ve Hz. Hüseyin (a) olduğu konusunda bütün kaynaklar sözbirliği içindedir. Hz. Muhammed’in vefat etmeden kısa bir süre önce Gadir-i Humm denilen yerde kendisinden sonra İslâm ümmetine Kur’ân ve Ehl-i Beyt olmak üzere iki emanet bıraktığına dair İslâm kaynaklarında sayısız şahitlik vardır. İşte Alevîlik; bu iki temel üzerinde ve Hz. Ali evlatları eliyle İslâm’ı kabul eden Oğuz Türklerinin “yol”u olarak kendini göstermiştir.[v]

3) İLAHİ AŞK’I MERKEZE ALMAK

Alevîliği İslâm’ın özü olarak konumlandıran gerekçelerden biri “ilahi aşk” ve onun mekânı olan “gönül” kavramı etrafında yoğunlaşır. Gönül temizliğini ve Allah aşkını merkeze alan Alevî imanı, insan gönlünü “Allah’ın haremi/evi” olarak kabul eder. Haksız yere gönül kırmayı, Kâbe’yi yıkmakla eşdeğer görür. Kul Nesimi’nin söyleyişiyle; “Kalb-i mü’min Beyt-ül Hakk’tır/Hacc-ı Ekber andadır/Belki Hakk onda bâkidir/Yıkma gönlün kimsenin.” (Müminin kalbi Allah’ın evidir. Büyük hacc da ondadır. Belki Hakk, o kalpte kalıcıdır. Kimsenin gönlünü yıkma.)

Alevîliğin anlam evreni, kişinin (biçimsel veya biçimsel olmayan) bütün ibadetlerini “Allah’ın sevgisini kazanmak” üzerine bina eder. Hz. Ali’nin deyimiyle; “Kalplerin Allah’ı, iman hakikatleriyle” görmesine odaklanır. Tüccar zihniyetinden (al ibadeti ver cenneti) uzak olan Alevî irfanı Yunus Emre dilince; “Cennet cennet dedikleri/Birkaç evle birkaç huri/İsteyene ver onları/Bana seni gerek seni” diyen bir yolda ilerler.

4) ÖZE ODAKLANMAK

Öz kelimesi ile yapılan vurgunun bir diğer boyutu, Hz. Muhammed ve On İki İmam dönemlerinde yapılan uygulamaların kabuğuna yani şekline değil, hangi ihtiyaca binaen yapıldığına odaklanmayla ilgilidir. Hz. Muhammed ve On İki İmam dönemlerinde ihdas edilen kurumların, bu kurumlar eliyle yapılan uygulamaların hangi sorunu çözdüğüne odaklanan Alevî pratiği, bu kurum ve uygulamaları olduğu şekli ile almaz. Yaşadığı zamana ve mekâna göre aklı ve pratik zekâsı ile uyarlar. Hz. Muhammed ve On İki İmam’ın zamanındaki kurumlar ve uygulamalarla bugünün dünyasını yönetmemizin imkânı yoktur. Öze değil şekle/kabuğa odaklanacaksak modern ordular yerine Kur’ân hükmünde bildirildiği üzere “besili atlar”dan[vi] oluşan ordular kurmamız gerekirdi. Hz. Ali’nin; “Çocuklarınızı kendi içinde yaşadığınız günlere göre değil, onların yaşayacağı günlere göre yetiştirin” buyruğu da Alevîliğin neden öze odaklandığını anlamak için önemli bir veridir.

5) AHLAKA ODAKLANMAK

Alevîliğin neden İslâm’ın özü olduğuna dair bir diğer gerekçe, ahlak ile kendini gösterir. Gerçekte Kur’ân’da ve Hz. Muhammed’in buyruklarında, şekle değil öze ve ahlaka yapılan vurgu, çıplak gözlerle görülebilecek kadar açıktır. “Bizden değildir küçüğümüze acımayan, büyüğümüzün hakkını bilmeyen. Bizden değildir bizi aldatan…”, “Zulüm ile bir şey elde eden bizden değildir” gibi sayısız hadis, öze vurgu yapmaktadır. Mesela sarık sarmanın yahut cüppe giymenin farz olduğuna dair bir vurgu bulmak mümkün değilken ahlaka vurgu yapan sayısız hadis adeta gözlerimizin içine bakmaktadır. Alevîliğin yazılı ve sözlü kaynaklarında da ahlaka, davranışlara, kul hakkına ve doğaya dair sayısız atıf varken sakal, cüppe, sarık gibi hususlara atıf yoktur.

6) DÖRT KAPI KIRK MAKAM

Alevîliğin neden İslâm’ın özü olduğuna dair açmamız gereken bir diğer başlık Dört Kapı Kırk Makam sistemidir.[vii] Bu sistem; Ehl-i Beyt buyruklarına dayanılarak ilk defa Hoca Ahmet Yesevi tarafından kurulmuş ve daha sonra Horasan erenleri eliyle Anadolu ve çevre coğrafyaya taşınmış, bugüne kadar ulaşmıştır. Ancak benzer sisteme atıfları, On İki İmam’ın buyruklarında da bulmak mümkündür.[viii]

Alevîlik karşıtlarının zaman zaman tartışmaya açtığı Dört Kapı Kırk Makam, Alevîliğin yazılı kaynaklarında bütünüyle Kur’ân ayetlerine ve Hz. Muhammed’in buyruklarına dayandırılmıştır. Her makam ayetlerle ve hadislerle açıklanmıştır. Dört Kapı Kırk Makam’ı Alevîlik, sanıldığının aksine İslâm’ın kendisi olarak görmez. Bir inanç olarak da görmez. İnanç, ibadet ve ahlaki unsurlardan oluşan bir eğitim sistemidir Dört Kapı Kırk Makam. İnsanı Hakk’a ulaştırmak için çizilen bir yol haritasıdır. İslâm ırmağından Oğuz Türklerinin kana kana içtiği sudur. İslâm yani “yol” Kalûbela’dan başlayıp Cennet’e kadar uzanan büyük bir ırmaktır ve herkes o ırmaktan kabınca/kültürünce nasiplenir. Başka milletler, halklar ve dini gruplar da kendi kültürlerince ve algılarınca İslâm’dan nasiplenirler. Alevîliğin “Yetmiş iki millete bir nazarla bakmak” ilkesinin baktığı bir yön de burasıdır. Dört Kapı Kırk Makam’ı bu bağlamda düşünmek gerekir.

***

Alevîliğin kendini İslâm’ın özü olarak tanımlaması eksik anlaşılmamalıdır. Alevîlik, kendini İslâm’ın özünde görür ama orayı parsellemez. Allah’ın varlığına ve birliğine inanan, Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul eden, Kur’ân ile Ehl-i Beyt’i rehber edinen ve iyi işler işleyen herkes İslâm’ın özünde yer alır. Diğer boyutu ile İslâm’ın özünde olmak, din içi kimliklerimizin sonucu değil, bireysel çabalarımızın bir sonucudur. Yani kişinin Alevî kimliğini taşıması, onun İslâm’ın özüne sabitlendiği anlamını taşımaz. Kur’ân ile Ehl-i Beyt’in öze odaklanan buyruklarını hayata geçirdiği oranda, kişi İslâm’ın özüne sabitlenir. Bu sadece Alevîler için değil, imanını ikrar eden herkes için böyledir. Esasen Alevî kimliğini taşıyan herkesi İslâm’ın özünde saymak Alevîliğin öze odaklandığı iddiası ile de çelişmektedir. Çünkü gereği yerine getirilmeyen bir Alevî kimliğinin içi boştur ve sadece kabuktan ibarettir.

***

Fıkra bu ya; iki kardeş kendi aralarında konuşurken küçüğü büyüğüne hangi meyveyi daha çok sevdiğini sormuş. Büyüğü ise; “Soğanın cücüğü” demiş. Büyük kardeş küçüğüne aynı soruyu yöneltince küçüğü kızgınlık içinde cevap vermiş: “Sen bana bir şey bırakmadın ki!”

Sözüm o ki; İslâm’ın özü soğanın cücüğü değildir. Belki de soğanın cücüğü olan şey, bir kısmımızın algıları, fikirleri ve bilgileridir. Allah hepimize akıl ve insaf versin.

*****

18 Mayıs 2018 târihinde aynı başlıkla Odatv’de yayımlanmış olan yazının genişletilmiş hâlidir.

SONNOTLAR

[i] Bu vesile ile eşsiz ev sahipliği için Dr. Ahmet Uysal ve BAÜ 2023 Düşünce ve Değerler Topluluğu’nun nazik öğrencilerine teşekkür ederim.

[ii] Bugünkü adı Meşhed’dir.

[iii] Medrese Şiîliği değil, genel olarak On İki İmam Şiîliği.

[iv] Ahzap Suresi (Silahlı Birlikler Bölümü)/33. ayet (cümle).

[v] Alevîler inançlarına “yol” adını verirler. Yol kavramı; hem Kur’ân’da “ doğru/dosdoğru yol” şeklinde defalarca geçmiş hem de geleneksel Türk hukukunda “töre” kavramı ile eşanlamlı kullanılmıştır.

[vi] “Allah düşmanlarıyla size düşman olanları ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah’ın bildiği düşmanları korkutmak için onlara karşı kullanmak üzere gücünüz yettiği kadar kuvvet ve besili at hazırlayın, Allah yolunda ne harcarsanız size karşılığı tamamıyla ödenecektir ve asla zulme uğramayacaksınız.” Enfal Suresi (Ganimetler Bölümü)/60. ayet (cümle).

[vii] Alevîlikte insanı en ham halinden alarak insan-ı kâmil (eksiksiz, tam, olgun insan) yapan 4 Kapı başlangıçtan sona doğru Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat adlarını alır. Her kapı, makam adı verilen onar tane ara basamaktan oluşur.

[viii] İmam Cafer Sadık (a) buyurmuştur ki: “İslâm bir derecedir. İman, İslâm’dan; takva, imandan; yakin ise takvadan bir derece üstündür. İnsanlara en az verilen yakindir.” (Usul-i Kâfi, 2/1541 nolu hadis)

Birinci kapı/aşama: Şeriat: İslâm (Dili ile inancı kabul edip hukuk olarak din içi sayılan.)

İkinci kapı/aşama: Tarikat: İman (İnanç kalbine yerleşen)

Üçüncü kapı/aşama: Marifet: Takva (Sakınmak)

Dördüncü kapı/aşama: Hakikat: Yakin (Kesin bilgi/inanç)

İslâm’a giriş tevhit kelimesi ile olduğu gibi Şeriat kapısındaki ilk makam da kelime-i tevhittir.

Yazar
Ali Rıza ÖZDEMİR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen