Turgut GÜLER
Gönül gözümüz kör olmadıktan sonra, gören gözümüz görmese de gam değil, Mühim olan, gönülün cilâsını her dâim parlak tutabilmektir. Bunun yolu suya lâyık bir hayat sürmek. Gelgelelim, onu da bilinmeyenler albümüne havâle edip, tirajikomiğimize bakıp bakıp hayıflanıyoruz.
Hünkâr, Kestâne, Fındık, Şifâ suları bugün de var. Lâkin Sarıyer’in adıyla anılan bu su kaynakları, bir betonarme yığınının muhâsarası altında can çekişiyor. İsimleri telâffuz edilirken bile damak lezzeti bırakan bu mübârek suların iksîriyle beslenen meyve ağaçları, bilhassa da kiraz, Cennet müjdeleri veren panoramanın merkezine otururdu.
Türk-İslâm medeniyetine, pek çok isim yakıştırılmakla birlikte; “su” ile yâd edilmesi, maddî ve mânevî ferahlığa kapı açılmasıdır. Kur’ân’da, müteaddid âyetlerde “su” ile Dünyâ ve insan arasındaki münâsebete, dengeye dikkat çekilmektedir. Bu dengenin en güzel resmedildiği yer, herhâlde İstanbul’dur. Suyun her çeşit ve rengiyle hem-hâl olan bu kutlu belde, târîhin her çağında su raksına şâhid olmuştur.
Nedîm’in, Sa’dâbâd’ı anlatırken söylediği:
“Hemen alkış sadâsın andırırmış çağlayan sular.”
mısrâı, duâya yönelmiş suyun, cemaat hâlinde görünüşüdür.
Bizim medeniyet dâiremizde alkışın karşılığı duâdır. Ne zamân ki, alkışı rayından çıkarıp dalkavukluk malzemesi yaptık; cemiyet kitabımızın şirâzesi çıktı.
Milenyum Çağı’nın Sarıyer suları ne derece perîşân ise, İstanbul’un diğer bize mahsûs yanları da, aynı şekilde tanınmaz durumdalar. İstinye civârındaki Tokmak suyu, Baltalimanı Çayırı’nın Kanlıkavak suyu - ki, İstanbullunun dilinde Narhçı suyu diye şöhret bulmuştur - Sarıyer Şifâsı’na kardeş gelen Kireçburnu’nun Şifa suyu, halk tabâbetinden reçeteli kaynak sularıydı. Zâten, Âsitâne’nin eski sâkinleri; Rûmeli yakasının sularını şifâ, Anadolu yakasının sularını da safâ niyetine içerlerdi.
Tıbbın, kimyânın, lâboratuvar imkânlarının dev adımlar atarak ilerlediği zamânımızda, maalesef, içtiğimiz suyun tadını da, adını da kaybettik. İstanbullu olmanın nice güzellikleri arasında su eksperliği de vardı. Daha dudaklarına değer değmez, içtiği suyun kaynağını, ismini söyleyiveren su şehsüvârlarından kimse kalmadı.
Yazar Hakkında:
1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçesine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar Nazilli Lisesi’ne devâm ettikten sonra, Nazilli Öğretmen Okulu’na girdi. Bu okulun ikinci sınıfını bitirdiği 1968 yılında, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne kaydoldu. 1969-1973 yılları arasında, Yüksek Öğretmen Okulu hesâbına, İstanbul Üniversitesi Edebiyât Fakültesi Târîh Bölümü’nde tahsîl gördü.
İstanbul Çapa’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun Kompozisyon ve Diksiyon Hocası olan Ahmet Kabaklı’nın başkanlığında kurulan Türkiye Edebiyât Cemiyeti’nde, bilâhare bu cemiyetin yayınladığı Türk Edebiyâtı Dergisi’nde vazîfe aldı. Bir tarafdan üniversite tahsîline devâm etti, bir yandan da bahsi geçen derginin “mutfak” tâbir edilen hazırlık işlerinde çalıştı. Metin Nuri Samancı’dan sonra da ikinci yazı işleri müdürü oldu (Mart 1973, 15. Sayı). Bu dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.
1973 Haziranında üniversiteyi bitirdiğinde, Malatya Mustafa Kemâl Kız Öğretmen Lisesi târîh öğretmenliğine tâyin edildi. Ahmet Kabaklı’nın arzûsu ile bu görevine başlamadı ve İstanbul’da kaldı, Türk Edebiyâtı Dergisi’ndeki mesâîyi sürdürdü. 1975 yılında hem Edebiyât Cemiyeti (Bakanlar Kurulu karârıyla Türkiye kelimesi kaldırılmıştı), hem de Türk Edebiyâtı Dergisi, maddî sıkıntılar yaşadı, dergi yayınına ara verdi. Bunun üzerine, resmî vazîfe isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı’na mürâcaat etti.
Van Alparslan Öğretmen Lisesi’nde başlayan târîh öğretmenliği, Mardin, Kütahya ve Aydın’ın muhtelif okullarında devâm etti. 1984 yılında açılan Aydın Anadolu Lisesi’nin müdürlüğüne getirildi. 1992’de, okulun yeni binâsıyla berâber adı da değişti ve Adnan Menderes Anadolu Lisesi oldu. Bu vazîfede iken, 1999 Ağustosunda emekliye ayrıldı. 2000-2012 yılları arasında, İstanbul’da, Altan Deliorman’a âit Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım’da, yazı ve yayın çalışmalarına katıldı. Yine Altan Deliorman’ın çıkardığı Orkun Dergisi’nde, kendi adı ve müsteâr isimlerle (Yahyâ Bâlî, Husrev Budin, Ertuğrul Söğütlü) yazılar yazdı. İki kızı var.
Yayımlanmış Eserleri: Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Takı Taluy Takı Müren (Daha Deniz Daha Irmak), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2014; Cihângîr Tûğlar-Selîmnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Ejderlerin Beklediği Hazîne, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, Şehsüvâr-ı Cihângîr-Fâtihnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.