Vatan Tuttuğumuz Malazgirt Zaferi Vatanı Yeniden Kurtardığımız Sakarya Zaferi Ve Türk Tarih Ve Medeniyetine Bakışta Ayrımcılık

İbrahim MARAŞ


Ağustos ayının bu günleri, tarihimiz açısından çok önemli olayların yaşandığı bir dönemdir. Bunlar içerisinde, 1071’de Anadolu’ya kesin mührümüzü vurduğumuz Malazgirt Savaşı, şüphesiz vatan kazandıran çok önemli bir mücâhededir. Bu açıdan Alparslan ve ordusunu rahmet ve minnetle anmak ve yeni nesillere bunu anlatmak elbette gereklidir.

Ancak, nasıl ki Anadolu’yu Malazgirt ile tamamen ebedi yurt tutmuşsak bundan tam 850 yıl sonra 23 Ağustos-13 Eylül 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi’nin, ardından bir yıl sonra Büyük Taarruz’un, Anadolu’nun adeta yeniden dirilişi ve düşman işgalinden, emperyalistlerden kurtarılışı olduğunu unutmamamız lazımdır. Üstelik son yüzyılımızdaki bu savaşlar; milletçe, birlik ve beraberlik şuuruyla hareket ettiğimiz, her şeyimizle, her damla kanımızla topyekün seferber olarak katıldığımız savaşlardır. Sakarya Zaferi’nin en kritik anında Mustafa Kemal tarafından verilen; “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” tarihî emri ise, en sıkıntılı zamanda savaşın seyrini Türk milleti lehine çeviren en önemli olaydır. Bu açıdan gelecek yüzyılların yeni Türk ruhunun canlandığı Duatepe, Metristepe, Kocatepe ve Kartaltepeler unutulmamalı ve unutturulmamalıdır.

Yakup Kadri’nin dediği gibi, bu tepeler; “manevî genişliği büyük Türk âlemini kucaklayan” tepelerdir. Umutların yeşerdiği, bağımsızlığımızı kurtardığımız, bütün Türk ve İslam dünyasının zafer duaları ettiği tepelerdir. Bununla birlikte, bugün artık Cumhuriyetin ilk yıllarından kalan ve Türk tarihine bütünsel değil parçacı bakan muhafazakâr Anadoluculuğun etkisiyle Malazgirt gibi sadece bir veya birkaç zaferi, ideolojik sâiklerle, öne çıkarıp diğerlerine yokmuş gibi bakmaktan ve ayrımcılıktan vazgeçip bütün Türk dünyasıyla nasıl bir ortak tarih bilinci geliştirebileceğimizin, yeni Türk medeniyetini hangi adalet ve ahlâk anlayışı üzerine inşa edeceğimizin yollarını bulmamız lazım gelmektedir. 

Türk tarihi ve medeniyetinin başlangıcı 2500 yıldan çok daha eskilere dayanmaktadır. Türkler, İslam’dan önceki dönemlerde de “Bir ve Tek” bildikleri Tanrı’nın dünyadaki nizamını anlamayı ve devam ettirmeyi kendilerine vazife bilmiş, bu doğrultuda; temel ahlâkî erdemleri, adaleti gerçekleştirmeyi, yaşatmayı ve mazlumu korumayı düstur edinerek cihan hâkimiyeti ve âleme nizam verme ülküsünü ilke edinmişlerdir. Bilhassa Türklerde adalet, hem insanı kuşatan evrende pasif bir şekilde var olan ve keşfedilmeyi bekleyen ilahi düzene işaret eden bir kavram (metafizik yön), hem de akıllı bir varlık olarak insandan beklenen psikolojik, sosyolojik ve siyasi bir erdemdir (fiziki yön).

Bir yönüyle adalet, hakkı gerçekleştirmek, yerli yerine koyma becerisini ve iradesini ortaya koyabilmektir. Metafizik kaynaklı “Kut”, ancak bu sayede kazanılabilecektir. Aksi takdirde zulüm ve düzensizlik hâkim olmakta ve böylece “Kut” da gitmektedir. Bu yüzden bilinen en eski tarihlerden beri Türk düşüncesinde ve medeniyetinde adalet kavramı ve bunun hayatta uygulanması en merkezi kavramlardan biri olmuştur.

Özellikle toplumsal paylaşım noktasında nizam-ı âlem kavramı, evrende var olan adaletli paylaşımı topluma ve dünyaya yansıtmayı hedef almaktadır. Bu anlayışlarıyla Türkler, bilinen en eski tarihlerinden beri adaleti, adaletli paylaşımı ve bunun için mücadele etmeyi bir ilahi sorumluluk bilinci olarak görmüş medeni bir toplumdur. Bundan dolayı da hep “İl’li”, yani “Devlet’li” ve “Yasa’lı-Türe’li” olacak bir iradeyi göstermişler ve ancak bunu yapmakla “Türk” olunabileceğini göstermişlerdir. İşte bu yüzdendir ki Türkler, söz konusu ilkelere uydukları müddetçe, tarihleri boyunca dünyanın pek çok noktasında pek çok kavmi idareleri altında tutabilmişler ve asla hiçbir topluluğu ötekileştirmemişler, ırkçılık yapmamışlardır. Yetmiş iki milleti insanlık açısından bir bilmişlerdir. Bugünkü Türk dünyasının etik dışı, cehalet, bağnazlık ve ideolojik körlük içerisinde yoğrulan toplum yapısına bakarak Türklüğün ve Müslümanlığın değerlendirilmesi doğru değildir. Her zaman söylediğimiz gibi Türk doğulmaz, Türk olunur. Bu anlamıyla Türk, hakikatte Türe’li demektir.

Unutulmamalıdır ki, Oğuz Han da, Atilla da, Bilge Kağan da, Alparslan da, Ekber Şah da, Şah İsmail de, Timur da, Yıldırım da, Fatih de, Kanuni de, II. Abdülhamit de, Enver Paşa da, Mustafa Kemal de hatalarıyla ve doğrularıyla bizimdir. Tarih, kutsallaştırmak için değil ibret ve örnek alınmak için öğrenilir. Din’i öğrenmek gayesiyle cahiliye toplumunun şiirini bile ezberleyenlerin, İslam öncesi Türk tarih ve medeniyetini, Türk düşüncesini zerre kadar araştırma konusu yapmayıp görmezlikten gelmeleri ve hatta sakıncalı bulmaları esef verici bir durumdur. Hatta yüzyıllardır İslam tarihini inceleyen birçok tarihçinin buna sadece ilk dönemden sonra Emevileri ve Abbasileri dâhil edip diğerlerini dahil etmemeleri de bir o kadar mantıksız ve tek taraflı bir yaklaşımdır. Türk tarihi, zaaflarıyla ve üstünlükleriyle, eksikleriyle, fazlalıklarıyla bir bütündür ve bütünüyle İslam tarihinin ve medeniyetinin de etkin bir parçasıdır. 

Uzak ve yakın tarihimize tek taraflı bakmaktan, ilgisizlikten, dışlamaktan, kişileri ve liderleri kutsamaktan vazgeçmemiz gereklidir. Birileri, 80’li yıllarda, bizi yalan söyleyen tarih utansın tarzı kitaplarla kandırdılar, bugün ise derin, ultra derin veya çukur tarihlerle veyahut da uydurdukları masallarını, kendi ideolojik sanrılarını, tarih diye anlatan sözde tarihçilerle bu milleti aldatmaya çalışıyorlar. Tabii ki, tarihe eleştirel bakılmalı ve en doğru bilgiye varmak yolunda çalışmalar yapılmalıdır. Ancak bu, maalesef, bizde belirli kesimlerce bir tarafı göklere çıkarıp diğerini yerin dibine batırmak gayesiyle yapılmaya çalışılmaktadır. Bir tarafta sahte şeyhler, diğer tarafta cehaletten ve hamasetten beslenen sahtekâr hikâyeci tarihçiler. Bir tarafta ideoloji pazarlayanlar, diğer tarafta menfaat tüccarları. Allah bu milleti bütün sahteliklerden, sahtekârlardan, asalaklardan, din ve devrim yobazlarından ve nihayet dili kösteklilerden korusun.

Yazar
İbrahim MARAŞ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen