Öğrencilerim

 

 Cemal KURNAZ[i]

KAÇAK KASAP

Hacettepe’de çalıştığım yıllar… 1980-1985 arası olmalı. Çok başarılı, dikkat çekici bir öğrencim var. Sınavlarda yüksek not alıyor. Fakat çok devamsız. Bir görünüyor, sonra uzun süre görünmüyor. Dikkat çekecek kadar uzun süre.

Bir gün odama çağırdım, sebebini sordum. Bu, altı kardeşin en büyüğü imiş. Babaları ölmüş. Aileye bu bakıyormuş. Kaçak kasaplık yapıyormuş. Tuzluçayır’da bir gecekonduda oturuyorlarmış. Otobüs bileti alamadığı için Tuzluçayır’dan Hacettepe Merkeze kadar yürüyerek gidip geliyormuş. Servisle Beytepe’ye ulaşması çok zamanını alıyormuş.

İçim cız etti. Yoksulluğun ne demek olduğunu biliyordum. “Sana daha düzenli bir iş bulsak yapar mısın?” dedim. “Yaparım” dedi. Semt pazarlarında iç çamaşırı satan bir amcamız vardı. “Gelsin benim tezgâhımın kenarında satsın, ben ona hesaplı veririm, sattıkça öder” dedi. Öyle yaptılar. Çok memnun kaldı. Hayatı düzene girdi.

Bu olay benim için de öğretici oldu. Derslerimde yoklama almaya özen gösterdim ama hiçbir öğrenciyi devamsızlıktan bırakmadım. Bitime 5 dakika kala gelse bile, öğrencilerimi derse almamazlık etmedim. İçlerinde belki de gerçekten mazereti olan birsi vardır diye hepsine aynı şekilde davrandım.

KOPYA

Kopya, ne yazık ki, öğrenim hayatımızın kanayan yarasıdır. Hacettepe’de çalıştığım yıllarda öğrencilerimle çok samimi ilişkimiz vardı. Soruları sorar, odama giderdim. Öğrencilerim, beni üzmek istemedikleri için kopyaya teşebbüs etmezlerdi. Bu kısa süreli dönemi, sonraki yıllarda bir daha yaşamadım.

Gazi’de iken bir öğrencimi kopyada yakaladım. Sevdiğim, saygılı bir öğrenci idi. Liseden zayıf gelmişti. Dersimde başarısızdı. Kıpkırmızı oldu. Utançtan bayılacak sandım. Kopyayı aldım, yazmaya devamına izin verdim. Arkadaşları fark etmedi. Salondan çıkarken, bir ara odama uğramasını söyledim.

Odama geldiğinde mahcup, ne diyeceğini bilemez haldeydi. “Resmi işlem yapmayacağım, yazdığın kadar not vereceğim” dedim. “Sen, benim çok beğendiğim, takdir ettiğim bir öğrencimsin; not istiyorsan vereyim ama ben senin konuları öğrenip iyi bir öğretmen olmanı istiyorum” dedim.

Öğrencim, bundan sonra o utancını silmek için öyle bir çalıştı ki, başka hiçbir öğrencimde görmediğim bir başarı elde etti.

*

Yine bir başka öğrenciyi kopyada yakaladım. Üstü başı, hâli tavrı, benim gibi köy çocuğu olduğunu gösteriyordu. Bilmem ne cemaatindenmiş. Odama geldi. “Hocam, siz de öğrenci oldunuz, halden anlarsınız; şeytana uyduk affedin…” gibi şeyler söyleyecek sandım. Beni şaşırtan bir soru sordu: “Hocam bir hadis-i şerif var biliyor musunuz?” dedi. “Neymiş?” dedim. Peygamberimiz, “Harp hiledir buyuruyor” dedi. Beklemediğim bu pişkinlik karşısında öfkemi yenemedim: “Ulan pezevenk, ben kâfir miyim, benimle harp mi ediyorsun?” dedim. “Defol! Senin annene babana yazık. Resmi işleme koysam en az bir dönem okuldan uzaklaştırma cezası verirler. Yazık değil mi onlara!” dedim.

DERSTE UYUNUR MU?

Bir öğrencim var, derste başını sıraya koyuyor, horul horul uyuyor. Beni takmıyor, inadına yapıyor diye içerliyorum. Bir gün odama çağırdım, bu yaptığın ayıp değil mi dedim. Aldığım cevaptan ben utandım. Ona haksızlık yapmıştım.

Hocam, “Benim annem babam ayrı. Ben ortada kaldım. Harçlığımı kazanmak için gece kahvehanelerinde garsonluk yapıyorum, çok özür dilerim.” dedi.

Bazı arkadaşları, “Hocam onun sol ayağı aksıyor” dediler. Bana ne onun dünya görüşünden? Ben yoksulluğu bilirim. Ne diyeceğimi bilemedim. “Ben sana kitaplar getirsem, arkadaşlarına satsan, onunla geçinsen olur mu?” dedim. “Hocam, çok memnun olurum” dedi. Kütüphanemden 3 çuval kitap seçtim getirdim.

Akçağ’ın sahibi Ahmet Ünalmış’la iyi görüşüyordum. Durumu anlattım, “Böyle bir öğrencim var, sizden bazı kitaplar alsa, sattıkça ödese olur mu?” dedim. “Olur” dedi.

Bölümde geniş bir sergi açtı. Durumunu düzeltti.

Mezun oldu.

Giderken “Allahaısmarladık” demedi.

“Hocam şu kitaplar arttı, belki başka arkadaşlara da lazım olur” demedi.

Bir gün başka bir öğrencim için de Ahmet Ünalmış’tan yardım istediğimde olumsuz cevap aldım. Sebebini sorduğumda, “Hoca, senin o öğrenci aldığı hiçbir kitabın parasını ödemedi” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim.

Canı sağ olsun.

Belki çok geçerli bir mazereti vardır.

Ben yoksulluğu bilirim.

Bugün de olsa aynısını yaparım.

JANNAGÜL

1990’lı yıllarda Türk dünyasından çok sayıda öğrenci gelmişti. Bunlar, bizim öğrencilerimize göre bilgi ve birikim bakımından daha zayıf idi. Bu durum, müfredat farklılığından olabileceği gibi, öğrenci seçimindeki özensizlikten de kaynaklanmış olabilir. Biz, bu öğrencileri kendi öğrencilerimizle bir tutmaz, onlara daha anlayışlı davranarak kendilerini geliştirmelerine yardımcı olurduk.

Bunlardan biri de Kazakistan’dan Jannagül idi.

Janna, ufak tefek, sevimli bir kızdı. Derslerini başarmak için samimi gayret gösteriyordu. Bilgi eksiği çok fazla idi. Çalışarak da telafi edilebilecek gibi değildi. Ümitsizliğe düşürmeden, incitmeden, teşvik ederek başarabileceğine inandırdık. Elinden geleni yaptı. Sonunda mezun oldu. Artık Kazakistan’a dönecekti. Bizlere ihtiyacı kalmamıştı. Koşarak, uçarak memleketine gitmesi beklenirdi.

Bir gün okula geldiğimde odamda küçük bir paket buldum. Paketin üstündeki teksir kâğıdında el yazısıyla şunlar yazılı idi:

“Prof. Dr. Cemal Kurnaz. Ders hocam, danışman hocam, staj hocam ve değerli Bölüm Başkanımız.

Hocam, nasılsınız? Ben size 11’de gelmiştim; çalışıyordum, gitmek zorunda kaldım.

Hocam, size minik bir hatıra bırakmak istemiştim. Sizi çok seviyorum. Ben de sizin gibi ağırbaşlı, sakin ve iyi bir hoca olmak istiyorum. Sizi görünce problemlerimi unutuyorum. Çok rahatlatıcı ve beni başarıya çağıran bir hocasınız.

Size çok teşekkür ediyorum. Hep mektup yazacağım. İyi günler.

Öğrenciniz Jannagül.”

Paketin içinde pazardan alınmış, plastik, basit, küçük bir fotoğraf çerçevesi vardı. İçine basit bir teksir kâğıdı yerleştirilmiş ve üzerine el yazısıyla şunlar yazılmıştı:

“İyi bir öğretmenin teşvikleri bir öğrencinin hayatını değiştirebilir. Janna. Kazakistan. Haziran 1998.”

Çok duygulandım.

Hafızamı yokladım. Jannagül’e yaptığım özel bir davranışımı hatırlayamadım. Türk dünyasından bize emanet edilen bütün öğrencilerime nasıl davrandıysam ona da öyle davranmıştım. Demek ki o benim bir sözümden, davranışımdan çok etkilenmiş, artık bana ihtiyacı kalmamış olmasına rağmen bu anlamlı hediyeyi vermek istemişti.

Janna’nın sözleri, öğretmen olarak her sözümüzden ve davranışımızdan sorumlu olduğumuzu düşündürdü. Bir sözümüz, bir davranışımız, farkında olmasak da bir öğrenciyi olumlu veya olumsuz etkileyebilir. Onu belki bilmeden kazanabilir veya kaybedebiliriz.

Meslek hayatım boyunca öğrencilerimden aldığım bu anlamlı hediyeyi salonumun vitrininde özenle sergilemekteyim.

GÖNÜLSÜZ

Üçüncü sınıflara Eski Türk Edebiyatı dersine giriyorum. Bir kız öğrencim var. Ağırbaşlı, terbiyeli, dikkatli. Hiçbir dersimi kaçırmıyor.

Üçüncü sınıfa gelinceye kadar belli bir edebiyat birikimine sahip olması gerekirdi.

İlk vizede 30 puan aldı. Şaşırdım ve üzüldüm. Bir başarısızlık varsa, bu benim de başarısızlığımdı. Bir ara odama gelmesini söyledim.

Herhalde gününde değildi, geçerli bir mazereti vardı. İşin aslını öğrenmek istedim. Kendisinden daha iyi bir not beklediğimi, düşük not aldığı için üzüldüğümü söyledim.

“Hocam dedi, ben bu bölüme istemeyerek geldim. Ailemizde herkes hukukçu. Ben de hukuk okumak istiyordum ama puanım tutmadı. Çaresiz kayıt yaptırdım. İkinci yıl girdim olmadı, üçüncü yıl yine olmadı. Şimdi üçüncü sınıfa geldim. Mezun olsam da edebiyat öğretmenliği yapacak değilim. Okulu bıraksam geçen zamanıma yazık. Ne yapacağımı ben de bilmiyorum. Gönülsüz olunca bu kadar oluyor.” dedi.

Hiç beklemediğim bir cevapla karşılaşmıştım.

Çok üzüldüğümü söyledim.

O kadar hanım hanımcık, terbiyeli bir öğrenci idi ki, onu teselli edecek bir söz aradım. Ne diyebilirdim? “Ben seni çok beğeniyorum” dedim. “Dersleri senin kadar dikkatli dinleyen, düzenli devam eden ikinci bir öğrencim yok. Seni anlıyorum, sana hak veriyorum. Ama yolun yarısını geçmişsin. Madem buraya kadar gelip yoruluyorsun, bunu zevkli hale getirelim. Öğretmen olmasan bile, buradaki testiden suyunu doldurmaya bak, işine yaramazsa şurada bir çiçeğe döküverirsin; belki de işine yarar, kim bilir? Ben sana güveniyorum, eminim ki daha iyisini yapabilirsin.” dedim.

Bu sözlerim onda sanki sihirli bir dokunuş etkisi yaptı. Derslerde hep en öne oturdu, gözleri ışıl ışıl, ağzımdan çıkan sözleri adeta içiyor gibiydi.

Finalde 80 puan aldı.

Hayata bağlandı.

HAVVA

Genç bir yardımcı doçenttim. Danışman hocaları idim. Meseleleri ile yakından ilgileniyordum.

Çalışkandı. Çok çalışkandı. Bütün dersleri 95-100 idi.

Bana göre bu patolojik bir durumdu. Kişinin bazı dersleri çok iyi, bazıları az iyi olmalıydı. Normali bu idi.

Bencileyin taşradan gelmişti. Mahcuptu. Ayakkabılarının ucuna bakarak yürürdü. Sürekli aynı kıyafetlerle gelirdi.

Kara kuru idi. Pek güzel sayılmazdı. Hatta insanlara sorsan çirkin diyebilirlerdi.

Son sınıfa gelmişti.

Bir gün bir iş için odama geldi. Ona şunları söyledim:

“Taşradan gelen arkadaşlarınız, mezun oluncaya kadar kayıt sırasında tanıştığı üç-beş arkadaşıyla gezip dolaşıyor. Küçük birer adacık oluşturuyor. Sınıf böyle bölük pörçük. Kimse yanı başındaki diğer arkadaşlarını yeterince tanımıyor. Yarın mezun olup gideceksiniz. Kimse kimseyi bir daha göremeyecek. Oysa edebiyat bölümü böyle mi olmalı? Birlikte pikniklere gitseniz, sinemaya tiyatroya gitseniz ömür boyu hatırlayacağınız hatıralarınız olur. Ankara, taşra şehirlerinden farklıdır. Burası Kuva-yı Milliye’nin başşehridir. Eski Meclis’i, Tren Garını görseniz, Milli Mücadele yıllarını yaşar gibi olursunuz. Devlet Tiyatroları seçkin sanatçıları ile seçkin bir repertuar sunuyor. Senin gibi sınıfın en güzel (!), en çalışkan kızı neden arkadaşlarına öncülük etmez, içindeki güzellikleri arkadaşlarının da görmesini sağlamaz?”

Sözlerimin bu kadar etkili olacağını ben de tahmin etmiyordum. Sanki sihirli bir değnek dokunmuştu. Çiçek gibi açıldı. Makyaj yapmaya başladı. Çeşit çeşit kıyafetlerle görünür oldu. “Sinemaya, tiyatroya bilet aldım birlikte gelmek ister misiniz?” diyerek arkadaşlarını peşinden sürükledi, hafta sonları piknikler düzenledi.

Notları 90’lardan 80’lere düştü ama hayata bağlandı, gözleri ışıl ışıl bir kız oldu.

ANNEMİ BABAMI MUTLU ETTİM, KAYDIMI SİLDİRİYORUM

Adanalı idi. Bölüme yeni kayıt yaptırmıştı. Bölüm Başkanlığı odasına geldi, kaydını sildirmek istediğini söyledi. O yıllarda Gazi Eğitim Edebiyat Bölümü çok yüksek puanla öğrenci alıyordu. Çok şaşırdım.

“Kızım bir problemin varsa yardımcı olalım, kalacak yer yurt, burs vs.”

“Hayır dedi öyle bir problemim yok.”

“Peki nedir? Yeni kayıt yaptıran bir öğrenci durduk yerde kaydını sildirir mi? Biz söyleyemeyeceğin bir şey varsa hanım hocalarınla konuşturalım, yardımcı olalım.” dedim.

“Hayır dedi, ben kararlıyım.”

“O halde kaydını donduralım, bir süre düşün.” dedim.

“Hayır dedi, ben kararlıyım!”

“Bize bir açıklamada bulunmayacak mısın? Böylesine zor kazanılan bir bölüme gelmişsin, hiçbir açıklama yapmadan kaydını sildirmen doğru mu?” dedim.

Bir an durdu, derin bir nefes aldı. Anlatmaya başladı:

“Benim annem de babam da ilkokul öğretmeni. Ben ilkokuldan beri özel ders alıyorum, dershaneye gidiyorum. Sonunda anne babamın istediği bölümü kazandım. Onları mutlu ettim. Ama ben bittim! Benim artık kitap yüzü görmeye, iki satır okumaya tahammülüm kalmadı. Ben gidiyorum.”

Ve gitti.

Hiçbir şey yapamadık.

Çaresiz öylece kalakaldık.

SOLDAN GİTMEK DAİMA HAYIRLIDIR

Üniversite kayıtları devam ediyor. Taşradan gelen anne babalar biraz mutlu, biraz tedirgin Beşevler çevresinde dönüp duruyorlar. Gazi’nin çıkışında kızının kaydını yaptıran bir baba ile karşılaştım. 35 yaşlarında pala bıyıklı birisi. Benim hoca olduğumu ne bilsin. Bana yaklaştı, “Abi, terminale nasıl gidebiliriz?” dedi. O zaman terminal, şimdiki Büyükşehir Belediye binasının yerinde idi. Tarif ettim:

“Bak kardeşim, şimdi buradan soldan devam edeceksin. Şu köprünün altından geçeceksin, soldan devam edeceksin. İleride önünüze bir meydan gelecek, orası Beşevler’dir. O kavşaktan da geçeceksiniz, soldan devam edeceksiniz. Epeyce gittikten sonra Tandoğan derler bir meydana geleceksin. Oraya varınca da soldan ilerleyeceksin. Biraz sonra üstünden tren geçen bir köprüye varacaksın, onun altından devam edeceksin, biraz ileride solda Terminali göreceksin. Gördüğün gibi çok basit. Hiçbir yere sapmadan hep soldan, hep soldan gideceksin, soldan gitmek daima hayırlıdır. Haydi hayırlı yolculuklar.” dedim.

Adam yüzüme ters ters baktı, neredeyse dövecek sandım. “Soldan gitmek hayırlı değildir ama bu sefer hatırın için gidelim” dedi, kızıyla birlikte yürüdü gitti.

———————————-

[i] Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğr. Üyesi

Yazar
Cemal KURNAZ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen