Cemil Meriç Düşüncesinde Doğu-Batı Algısı ve Oryantalizm

Sinan KÖSEDAĞ

 “Bize ait olan ne kadar uzakta”[1]

Prof. Kurtuluş Kayalı Düşüncenin Coğrafyası kitabındaki bir yazısını bitirirken “Türkiye’nin dünkü ve bugünkü durumunu Doğu-Batı ilişkisi dışında anlamlandırmak mümkün müdür?”[2] Diye sorar. Prof. Kayalı’nın sorusu önemli bir gerçekliğe işaret etmektedir; çünkü çağdaş Türk düşüncesine dair hangi sorgulamayı yaparsak yapalım, Doğu-Batı meselesi bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bu belki de Tanzimat’tan bu yana düşüncemizin şekillenişi ve düşünürlerimizin ilgisine sirayet eden ve üzerinde henüz net bir uzlaşının olmadığı bir dilemma, son yüzyıldır belli başlı isimlerin içerisine düştüğü düşünsel bir yarıktır. Benim Cemil Meriç okumam da Kayalı’nın sorusu paralelinde Doğu-Batı ilişkisinin dışına kaçamadığım bir okuma olmuştur. Belki de bunun sebebi Cemil Meriç’in kendisinin de bu ilişkinin dışına kaçamayışı, kaçmayışı ve belki tam da bu ilişkinin içerisinden konuşmasıdır.

Yazımın temel problemi Cemil Meriç’in Doğu-Batı karşıtlığı ve oryantalizme ilişkin düşünceleri olacaktır. Doğu-Batı ilişkisine dair Türkiye’de en sağlıklı değerlendirmeleri yapan isimlerden biri Cemil Meriç’tir. Öyle ki biz Doğu-Batı ilişkisine, Batı’ya, oryantalizme dair en önemli kritikleri ve bu kritiklerin ötesine geçebilme yolu ve tekliflerini onda bulabiliriz.

Cemil Meriç Türk düşüncesi içerisinde üzerine en çok spekülasyon yapılan ve düşünceleri, onu değerlendirenler tarafından konumlandırılma sorunu yaşayan düşünürlerimizden biridir. Bu durum belki de Meriç’in düşünce hayatımızın alışık olmadığı genişlikte ve zenginlikte metinler üretmesi ile ilgilidir. Çünkü onun düşüncelerini ele alan birçok isim Meriç’i kendine benzeterek değerlendirmekte, onu belirli bir yere angaje etmeye çalışmakta yahut tam tersi olarak onu melankolik ve arafta bir düşünür olarak niteleyerek onun sesini müphemleştirmeyi tercih etmektedir. Bana göre Meriç, Türk düşüncesi içerisinde ayağı sağlam olarak bir zemine basan düşünürlerimizden biridir. Yalnızca kitaplarının başlıkları bile bize bu yargımı temellendirmek için yeterli ipucunu vermektedir.

Doğu-Batı çatışması Meriç düşüncesinin ana omurgasında yer almaktadır ve oryantalizm onun yoğun olarak eleştirdiği konulardan bir olmuştur. Meriç’in en çok mottolaştırılan cümlelerinden biri olan “Oryantalizm, sömürgeciliğin keşif kolu”[3] cümlesi, onun oryantalizme bakışının adeta özetini sunmaktadır. Meriç, oryantalizmi değerlendirirken başta temkinlidir. Çünkü ona göre bu” izm” içerisinde birçok disiplini barındırmaktadır. Bu sebeple en sık kullanığı yöntem üzerinden yaklaşır oryantalizme, yani kelimenin kökenlerini araştırır. 1874 tarihi baskılı Grand Dictionnarie’den iktibasla oryantalizmi şu cümlelerle aktarır: “Oryantalizm, Doğu kavimlerine ait bilgilerin bütünü, felsefi görüşleri veya yaşayış tarzları, Doğu dillerinin, ilimlerinin, törenlerinin, tarihinin incelenmesi… Oryantalizm yeni bir ilimdir. Bir manası da Batı kavimlerinin menşeilerini, dillerini, ilimlerini ve sanatlarını Doğu’ya borçlu olduklarını ileri sürenlerin sistemi, Geniş anlamda, Doğu yaşayış biçimlerinin taklidi”dir.[4] Ve merakla peki ama bu orient neresi diye de sorar. Bu sorunun cevabı içinde bir ansiklopediye başvurur. Tipik bir Cemil Meriç ile karşı karşıyayızdır, soğukkanlılıkla sanki oryantalizm kelimesinin arkeolojisini yaparak onu anlamak ister; kelimenin anlamını, tarihini, kurumsallaşma macerasını araştırır. Yardımına “Batıyı Büyüleyen İslam” eserini çevirdiği Rodinson’u çağırarak bize onun gözüyle oryantalizmi sunar. Rodinson’a oryantalizmin ve Doğu diye bir şeyin olmadığını söyletir ve oryantalistlerin kendi gettolarında uzmanlaştıkları alanlarda söz söyleyen ancak bütünü göremeyen ve gerçeği sakat ve sınırlı şekilde gören kişiler olduğunu ilave ettirir. Sonra yanına Edward Said’i çağırır ve ondan oryantalizmin bir felaketler kumkuması olduğunu dinlememizi ister. Meriç’e göre, Edward Said oryantalizmin perdesini yırtan kişidir. Said o güne kadar Batı’ya ve Doğu’ya dair en önemli kritikleri yapman, oryantalizme dair en keskin eleştirileri getiren kişidir. Meriç, Said’in eleştiri ve kritikleriyle hem fikirdir. “Oryantalizm: Sömürgeciliğin Keşif Kolu” yazısında Said’e sık sık değinir ve onun oryantalizm hakkındaki fikirlerinden iktibaslar yapar. Said’e göre “Doğu, Avrupa’nın maddi kültürünün ve uygarlığının ayrılmaz parçasıdır. Oryantalizm, bu uygarlığın kültürel ve ideolojik açıdan değişik anlatım şeklidir, değişik bir kelime hazinesi, bir eğitim ve öğreti… 18. Yy’ın sonu ele alındığında oryantalizm, Doğu’yu konu edinen kurumların tamamı, verilen beyanatlar, takınılan tavırlar, yapılan benzetmeler, bir cins öğreti, yönetim biçimi veya hükümet şeklidir. Bu cins oryantalizm, Batının üstünlük sürdürme taktiği, Doğu üzerinde otorite kurma çabasıdır. Kısaca oryantalizm, İngiltere ve Fransa’nın Doğu’ya karşı özel bir ortaklığıdır, oryantalizm coğrafi bir ayrım değil bir seri çıkarlar toplamıdır.”[5] Meriç, Said’in oryantalizme dair bu fikirlerini ve diğer değerlendirmelerini itiraz etmeksizin sunar. Ona göre Said dokunulmaz birer hakikat diye yutturulan hain ve sinsi yalanları bir bir devirmekte, Avrupa oryantalizminin on dokuzuncu ve yirminci asırlardaki ideolojisini aydınlık bir tarife kavuşturmaktadır.[6] Meriç, Said’in fikirlerinin yanındadır. Said’in çabası belki yeterli değildir ama Batı’nın amaçlarının ifşasına dair önemli bir adımdır.

Cemil Meriç için Batı, kendi hakikatimizi çarpıtarak bize gösteren bir aynadır. Ancak biz bu aynanın gerçeği çarpıttığının farkında değilizdir ve kendimizi bu aynadaki hayale göre inşa etmeye çalışıyoruzdur. Bu durumun farkında olan kaç kişi vardır diye düşünmektedir Cemil Meriç. Ona göre Said’in Oryantalizm kitabına uzaktan yakından benzeyen bir kitabın altında imzası olan bir Türk yoktur ve bunun sebebi olarak da Avrupa’yı tanımıyor ve kendi mazimizi bilmiyor oluşumuzu göstermektedir.[7] Meriç kendisinin de Said’in Oryantalizm’i gibi bir kitap yazmak isteğini bizlere açıklamakla birlikte; kendisinin Said’den daha insaflı ve ona göre daha Doğulu olmasından dolayı bu işi kotaramayacağını düşünmektedir.[8]

Meriç için Batı sorusu her zaman ilk planda olmuştur. Ona göre oryantalizm Batı’nın problemli yönlerinden yalnızca biridir. Meriç, Oryantalizmin yanına Batının ilerlemeci, evrimci tarih anlayışını ilave etmekte ve Batı’yı tarih anlayışı üzerinden de eleştirmektedir. Ona göre Batı bir başka bilim içerisinden antropoloji üzerinden Doğu’yu mahkûm etmektedir. Batının iddiası, bütün insanların ve toplumların eşit olduğu, aynı babanın çocukları oldukları ve aynı gelişme şartlarına sahip oldukları yönündedir. Meriç’e göre Batı bu iddiayı dile getirmekle birlikte, kendi dışındaki insanları ve toplulukları ilkel olarak nitelemektedir. Batı’ya göre tüm toplumlar aslında aynı aşamalardan geçerler, ancak bazı toplumlar geride kalırlarken Avrupa sürekli ilerlemekte ve gelişmektedir. Bu sebeple Batı insanlığın en mükemmel temsilcisidir ve Doğu eğer geride kalmak istemiyorsa Batı’ya benzemeli, Batının geçtiği aşamalardan geçmelidir. Meriç Batının bu iddiasını sert bir dille eleştirir, ona göre Avrupa’nın her ileri sürdüğünü mutlak hakikat saymamalı, hatta iddiasının tam tersi yönde düşünmelidir.[9]

Meriç’e göre biz kendimizi tanıyamamış, bundan dolayı başkalarını da tanıyamamış, Avrupa’yı Avrupa’nın istediği kadar tanımışızdır.[10] Osmanlı, Avrupa ile hiç diyaloğa girmemiş, Avrupa’ya da Asya’ya da yabancı kalmıştır.[11] Bu sebeple dünyadaki yerimizi de henüz tayin etmemiz mümkün görünmemektedir. Kendi tarihimize hep uzak ve yabancı kalmış, dört başı mamur bir İslam Tarihi veya İslam Medeniyeti tarihi bile yazamamış, yanlışlarla ve eksiklerle dolu çevirilere mahkûm kalmışızdır. Bu durum Meriç’e göre Doğu’nun içine düştüğü en büyük problemlerden biridir. Çünkü Doğu kendini ve devraldığı mirası tanımamakta, dünyadaki yerini tayin edememekte hem de kendine dair bir bilinci olmadığı için Batı karşısında bir bilinç de geliştirememektedir.

Meriç’in bize dair sarf ettiği ve en meşhur cümlelerinden biri de “Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın” cümlesidir. [12] Bu cümle Meriç’e göre Batının bize/Doğuya dair algısının özetidir ve bu algı hiçbir zaman değişmeyecektir. Çünkü Batının bu yargısının arkasında Hristiyanlık vardır ve İslam, Hristiyan Haçlı ordularını bozguna uğratan taraftır. Batı hafızası ile yaşamakta ve var olmaktadır, Hristiyanlık onun ruhu ve mayasıdır.[13] Doğu ise hafızasını Batı ile gerçekleşen şiddetli çarpışma sonrasında yitirmiş, irfanını maziye bağlayan köklerini budamış ve kaybettiği kendini Batı üzerinden hatırlamaya çalışmaktadır.[14] Bu sebeple Doğu ne yaparsa yapsın o kendi köklerini unutsa bile, Batı bunu unutmayacak ve Batı Doğuyu daima öteki olarak görmeye devam edecektir.

Meriç’in Doğu-Batı ilişkisinde eleştirdiği kavram ve konulardan biri de Avrupalılaşmak-Avrupalılaştırılmaktır. Meriç’e göre Batı azgelişmişlik ve çağdaşlaşma gibi kavramlar ile de kendini süsleyerek Doğu için her zaman bir model ve varılması gereken bir hedef olmuştur.[15] Avrupalılaşma Doğu’nun geri kalmışlıktan kurtulması ve Avrupa’nın çağdaş seviyesine ulaşmasıdır. Avrupa kendini kâinatın merkezi olarak saymış ve abeslerini Asya ve Afrika’ya kabul ettirmiştir. Avrupalılaşmak Meriç’e göre mümkün değildir, Avrupa Avrupa’dır ve Asya Asya’dır.[16] Çünkü ona göre bir medeniyetin başka bir medeniyete istihale etmesi ham bir hayaldir; bir medeniyet başka bir medeniyetten ancak malzeme alır ve bu malzeme bütün insanlığın ortak malıdır. Ona göre bu hayali çok pahalı ödemişizdir. Batılılaşmanın batmak olduğunu anladığımızda iş işten geçmiştir.[17] Batılılaşmak bize hiçbir şey kazandırmamıştır, Batılılaşmak şahsiyetsizlik, erimek, yok olmak adeta bir idam hükmüdür.[18] Ona göre medeniyetler birbirlerine indirgenemezler. Bir Avrupa medeniyeti ve bir Osmanlı medeniyeti vardır. Avrupa bugün teknikte, tıpta, bilimde ileri olabilir, ancak bu teknik bir üstünlüktür yalnızca.

Cemil Meriç metinlerinde Batı ve Avrupalılaşmak meselelerinde karşılaştığımız kavramlardan en önemlilerinden biri müstağriptir. Müstağrip, Meriç’e göre Tanzimat aydınını en iyi niteleyen sıfattır.[19] Tanzimat aydını yıkılmaya yüz tutmuş bir imparatorluğun sancılarıyla, karşı karşıya kalmış, Osmanlı ve Avrupa arasında sıkışmış, çare için bazen mazisine yönelmiş bazen tamamen reddetmiş bazense gelecek ve maziyi mezcetmiş otantik bir figürdür. O Batı gerçekliğini ilk ve en yakın hisseden kişi olmuştur. Batı karşısında gösterdiği tepkiler, büyük krizi atlatma aciliyeti ve başka bir medeniyet karşısında duyulan hayranlık arasında gidip gelmiştir. Bir yanda çağdaşlaşmayı, modernleşmeyi, batılılaşmayı biricik çıkar yol olarak görmüş ve teklif etmiş; diğer yanda tarihin karşısında duyduğu sorumlulukla Batı dışında bir çarenin yollarını aramıştır. Meriç, Tanzimat aydınını onların tarihin kırılma anında yaşamış olmalarını hesaba katmakla birlikte, eserlerinde aydın tipi olarak daima eleştirmiştir. Çünkü ona göre Doğu ve Batı çatışması en yoğun olarak Tanzimat döneminde hissedilmiş ve aydınların bu çatışmadan çıkmak için seçtikleri yol Batıcılık olmuştur. Bu ise bir medeniyetin kendi derisinden çıkması, kendi mukaddeslerini inkâr etmesi ve köleliğe razı olmasına yol açmıştır; çünkü Meriç’e göre Doğu ve Batı bambaşka ölçüleri olan apayrı ve düşman medeniyetlerdir.[20]

O, Batıcılık telakkileri içerisinde özellikle bir ismi müstağrip modeli olarak sunar. Bu isim Ahmet Mithat’tır. Ahmet Mithat, Meriç’in Kırk Haramilerin mağarası olarak nitelediği batı düşüncesinin içine girmiş ve Batıdaki malzemeyi bize aktarmış bir medeniyet taşıyıcısıdır.[21] Meriç’e göre Ahmet Mithat’ın bütün aceleciliğine, sabırsızlığına rağmen Batı’dan aktardığı malzeme içtimai bünyemizi tahrip etmemiş, tahkim etmiş,  intelijensiyanın tarihten ve halktan koptuğu bir dönemde davayı sonuna kadar müdafaa etmiş, Batı’nın taşıyıcısı olduğu halde Doğulu kalan tek müstağriptir.[22] O Batı’ya hayret eden, sonra hayran olan, daha sonra da ona teslim olan diğer aydınlar gibi olmamış; Batının saldırıları karşısında daima bir iman, Batının hazinelerini ülkesine taşıyan dev olmuştur.[23] Meriç’e göre Beşir Fuad Türk düşüncesinde ilk teslimiyet ve kendini inkâr, Ahmet Mithat’ta son direniştir.[24] Beşir Fuad ve aynı zamanda Ali Nazım, Baha Tevfik gibi isimler “Frenkleşmiş aydın”dırlar Meriç’e göre. Oysa Ahmet Mithat Avrupalılaşan, taklit eden ve Frenkleşen aydınların zıttına daima Doğulu kalmayı başarabilmiştir. Meriç için ayrım noktası da burasıdır; yani Batı karşısında alınan tavır Meriç’e göre önemlidir ve Batılılaşmadan/Frenkleşmeden de Batıyı anlamak ve aktarmak mümkündür. Çünkü gerekli ve önemli olan Batıyı taklit etmek ve Batılılaşmak değil, Batıyı Batı yapan değerleri ve kültürü anlamak ve aktarmaktır. Bunun örneğini de Ahmet Mithat’te bulmaktadır.

Cemil Meriç Doğu-Batı, oryantalizm, sömürgecilik, Avrupa-merkezcilik gibi kavramlara ve problemlere dikkat çekmek ve eleştirmekle birlikte Batıya daima açık olmuş, Batının hazinelerini bize taşımanın çabası içerisinde olmuştur. O bir yandan Doğu’yu, Hind’i araştırarak “Işık Doğudan Yükselir” diyebilmiş, diğer yandan İbn Haldun’dan Tanzimat’a, Tanzimat’tan kendi dönemine fikir hayatımızın arkeolojini yapmış, bir diğer yandan da Balzac’tan Saint Simon’a, Vico’dan Marks’a Batının bütün kütüphanelerini ve zirve isimlerini araştırmanın ve çevirmenin talibi olmuştur. Onun bu tavrı yalnızca yüksek bir bilme aşkı, sınırsız bir merak duygusu ile açıklanamaz. Cemil Meriç bilinçli olarak bu yola girmiş, Batıyı bize açmak, bizi Batıya yani düşünceye yaklaştırmak, Batı’nın o eşsiz kütüphanelerini telif ve çeviri eserleriyle bize taşımak istemiştir.

Ona göre bizim büyük bedbahtlığımız Avrupa’yı hiç tanımayışımız, Osmanlı ile Avrupa’nın hiç diyaloğa girmemiş olmasıdır.[25] O, Avrupa düşüncesinin zirvelerini görmemiş, ne Descartes’i ne de Kant’ı tanımamış olmamızı eleştirmekte[26] ve bizim Batıya dair bu bilgisizliğimizin, Batıyla karşılaştıktan sonra oluşan hayreti, hayranlığı ve taklidi doğurduğunu düşünmektedir. O bizim Batı karşısındaki durumuzu ve bu durumdan kurtuluşu şu sözlerle ifade etmektedir; “Batının meyvelerini kendi ağacımıza asarsak efendisinin ilaçlarını yutan uşak gibi oluruz. Batıyı tanımadan taklit etmişiz. Batının büyü formüllerini satıhtan taklit etmişiz. Çare batıyı bütün olarak tanımak. Batının içtimai ve iktisadi tarihini bir bütün ile bilmek, her içtimai nazariyenin zehirli ve hayırlı taraflarını bütünün içine yerleştirerek anlayabiliriz. Batının bütün dünya görüşlerini bilmek. Batıyı bütünüyle, yalanı ve hakikatiyle tanımak”.[27] Meriç’e göre “İnsanlık bir bütündür ve çağımızın Müslüman aydınları İbn Sina’yı da Littre’yi de tanımak ve o kardeş ruhları aynı takdir ve hayranlıkla benimsemek, İbn Rüşd’ün Aristo karşısındaki tavrını, Littre karşısında göstermek zorundadırlar”.[28]

Cemil Meriç klasik anlamda bir Batıcı ve Batı hayranı değildir. Türk düşüncesinde Doğu-Batı meselesine dair çözümlemelerin en özgün ve sert kritiklerini, Batı ve oryantalizm eleştirilerini Cemil Meriç’te bulmak mümkün olmakla birlikte, o Batıyı araştırma, anlama ve aktarmanın gerekliliğinin farkında olarak Batıya sırtını dönmemiştir. Doğu-Batı ilişkisine dair çözümlemelerinde, Batı’yı acımasızca eleştirirken, aynı zamanda Doğu’yu da kritik etmeyi ihmal etmemiş, Hind’den Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Tanzimat’a bütün bir Doğu ve İslam düşünce geleneğine dair araştırma ve düşünme gayreti içerisinde olmuş, bunun yanında kendine göre Doğu’da görmüş olduğu problemleri de dile getirmiştir. Örneğin Meriç, oryantalistlere yöneltilen ajan ithamı üzerine, bu sözü söyleyenlere “Belki doğru. Ama neyin ajanı? Adam Farsçanın zamanımıza kadar muteber gramerini Fransızca olarak kaleme almış, Nadir Şah Tarihini Volteire’in diline kazandırmış. Osmanlı edebiyatının, İran ve Arap edebiyatları içinde orijinal bir yeri olduğunu delilleriyle ispat etmiş. Ajan bu mu? Biz yarım asır önce yazılan bir Arap Edebiyatı Tarihi’nden habersiziz. Ajan biz miyiz onlar mı?”[29] Diye seslenmektedir. Meriç’in bu sözleri onun Doğu’ya dair yaptığı temel eleştirilerden biridir. Ona göre Doğu, yani biz çalışmıyor, kendi tarihimize, kültürümüze ve dış dünyaya hep yabancı kalıyor ve kendi hikâyemizi de başkalarının dilinden öğreniyoruzdur. Meriç bu durumu eleştirmekte, Doğu’nun içinde bulunduğu bu durumdan Avrupa’nın da sorumlu olduğunu söylemekle birlikte bunda Doğulunun hiç mi kabahati yoktur? Diye sormaktadır. Ona göre bütün oryantalistleri yalancılık ve casuslukla suçlamak doğru değildir, çünkü bu yamyam Avrupa ile düşünen Avrupa’yı aynı kefeye koymak olacaktır.[30]

Meriç’in Doğu’ya yönelik eleştirileri oryantalist bir bakışın değil, Batının tahakkümünden kurtulması ve kendi otantik geleneği ile buluşması için Doğu’ya ikazlarıdır. Meriç’e göre Doğu için, Kuran ve hadisler başlıca kaynaklardır ama bu iki ilahi kılavuzun ölçülerine ters düşmeyen her düşünce benimsenmeli, gözlerimiz her yandan gelecek ışıklara açık tutulmalı, önce kendi irfanımız tanınmalı, sonra beşeri irfanın bütününe yönelmeli ve kesinlikle kabuğumuza çekilmemeliyiz. Ona göre biz Batıyı tanımak mecburiyetindeyiz; çünkü hikmet Müslümanın malıdır.[31]

Meriç’e göre içine düştüğümüz bu durumdan kurtulmak için Avrupa karşısında kendimizi ispat ve idrak etmek mecburiyetindeyiz. Bunun içinde kendi tarihimizin şuuruna varmalı, kendimizi tanımalı, insana dayanan büyük medeniyetimizi hatırlamalı, bu nizamı istikbalde de kurmaya muktedir olacağımıza güvenmeliyiz.[32] Çünkü ona göre kendimizi tanımak, saygı duymak, gelecek nesillere kendi değerlerimizi aktarmak zorundayız. Kendi irfanımızı ve kimliğimizi kaybetmiş durumdayız. Batıdan imanımızı ve şahsiyetimizi muhafaza ederek alacaklarımızı almalıyız, ancak maalesef ki Dünya İslam aydınları Batının etkisine girmiş bulunmaktadır. Tanzimat’tan beri yaptığımız gibi dilimizi ve edebiyatımızı aşağılayıp değiştirmemeli, Avrupa’dan aşağı bir millet olduğumuzu düşünmemeli, Avrupa’ya kendi şerefimizi lekelettirmemeliyiz; çünkü Avrupa insanı Müslüman ve Türk olduğumuz için bizi affetmemektedir.

Cemil Meriç Doğu ve Batı’ya bakışı ve duruşuyla hem Tanzimat aydınlarından hem de döneminde ki aydınlardan ayrılır. O Batı’yı tüm çıplaklığı ile eleştirmeye devam ederken bile onunla bağını koparmamış, Batı incelemelerini sürdürmüş, eserler, yazarlar tanıtmış, kısacası Batının edebi ve düşünsel hazinelerini ülkemize taşımaya çalışmıştır. O Doğu Batı çatışmasının aşılabilmesi, bu çatışmanın Doğu’nun lehine çevrilebilmesi, geleceğin kurulabilmesi için hem mazinin araştırılması hem de Batı’nın tanınması gerektiğini düşünmüş, önünde duran Osmanlı ve Tanzimat tecrübesini iyi okumuştur.

Özetle ifade etmek gerekirse, Tanzimat’tan günümüze Batı’ya dair geliştirilen birçok farklı bakış açıları olmuştur. Bu görüşleri Batılılaşma, Batıya yüz çevirme ve Batı ile belirli konularda alışveriş şeklinde özetlemek mümkündür. Meriç bu üç yolunda denendiğini ancak bunların hiçbirinin tek başına yeterli olmadığını düşünmektedir. Ve bir diğer yol olarak kendi yürüdüğü yolu teklif etmektedir. O yol; Batı’ya bütünüyle açık olmak, Batıyı araştırmak, tanımak ve Batı düşüncesini kendi dünyamıza taşımak yoludur. Cemil Meriç hem Batının en nadide düşünce ve edebiyat eserlerini tanıtmış hem de Batıyı eleştirmiş, Batıya dair eleştirilerinde de Batılı düşünürlerin kendilerine yönelik eleştirilerinin bulunduğu eserlerinden sıkça yararlanmıştır.  Cemil Meriç Batı düşüncesini hayatının ilk dönemlerinden itibaren ciddiye almış[33], yabancı kaynaklara yönelimiyle kendi döneminin aydınlarının çok ötesine geçmiş, düşünceyi Batı düşüncesi olarak değil, düşünce olarak görmüştür. Bunu yaparken beraberinde de kendi medeniyetimizle ve tarihimizle diyaloğa geçmek, köklerimize inmek, bir kendilik bilinci oluşturarak kendi otantikliğimizi inşa etme çabası sarf etmiştir. O iki farklı düşünce dünyasının vatandaşı olabilmeyi başarabilmiş, bazen Batı’nın en uçlarına ilerlemiş bazen kendine dönerek geçmişle diyalog kurmuş, Doğu ve Batıyı kendi şahsiyetinde mezcedebilmiş bir insan olarak önümüzde bir kaynak ve ufuk olarak durmaktadır.  Cemil Meriç’in Batı araştırmaları ve değerlendirmelerini hem Batıyı tanıma ve Batı bilgi mirasını bizim kültürümüze taşıma hem de kendi tarihi ve kültürel geçmişi üzerinde yükselen bir otantik kendilik bilinci inşa etme çabası olarak görmek mümkündür. Bu durumu Meriç’in orijinal taraflarından biridir. Çünkü onun düşünce hayatı yalnızca tek bir çizgide akmamış, o farklı dillerin, kültürlerin ve soruların çekimine kendini özgür bırakmış, Doğu-Batı algısına dair inceleme ve değerlendirmeleriyle Türk düşünce hayatının en özgün seslerinden biri ve “bir çağın vicdanı” olmuştur.[34]

KAYNAKÇA

  1. Cemil Meriç, Kültürden İrfana, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015
  2. Cemil Meriç, Sosyoloji Notları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015
  3. Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015
  4. Cemil Meriç, Kırk Ambar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014
  5. Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011
  6. Cemil Meriç, Mağaradakiler, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015
  7. İsmet Özel, Bir Yusuf Masalı, Şule Yayınları, İstanbul, 2011
  8. Kurtuluş Kayalı, Düşüncenin Coğrafyası, Deniz Kitabevi, Ankara, 2005
  9. Kurtuluş Kayalı, Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011

DİPNOTLAR 

[1] İsmet Özel, Bir Yusuf Masalı, s.28, Şule Yayınları, İstanbul, 2011

[2] Kurtuluş Kayalı, Düşüncenin Coğrafyası, s.164, Deniz Kitabevi, Ankara, 2005

[3] Cemil Meriç, Kültürden İrfana, s.85, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015

[4] Kültürden İrfana, s.85

[5] Kültürden İrfana, s.89

[6] Kültürden İrfana, s.92

[7] Kültürden İrfana, s.93

[8] Kültürden İrfana, s.96

[9] Kültürden İrfana, s.83

[10] Kültürden İrfana, s.106

[11] Cemil Meriç, Sosyoloji Notları, s.24, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015

[12] Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, s.9, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015

[13] Sosyoloji Notları, s.24

[14] Umrandan Uygarlığa, S.60

[15] Cemil Meriç, Kırk Ambar, s.31, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014

[16] Kırk Ambar, s.31

[17] Kültürden İrfana, s.479

[18] Sosyoloji Notları, s.270

[19] Cemil Meriç, Bu Ülke, s.139, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011

[20] Bu Ülke, s.99

[21] Kültürden İrfana, s.281

[22] Kültürden İrfana, s.281

[23] Bu Ülke, s.135

[24] Bu Ülke, s.135

[25] Sosyoloji Notları, s.24

[26] Kültürden İrfana, s.303

[27] Sosyoloji Notları, s.284

[28] Kültürden İrfana, s.318

[29] Kültürden İrfana, s.339

[30] Sosyoloji Notları, s.347

[31] Sosyoloji Notları, s.284

[32] Sosyoloji Notları, s.284

[33] Kurtuluş Kayalı, Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri, s.230, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011

[34] Cemil Meriç, Mağaradakiler, s.284, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015

Yazar
Sinan KÖSEDAĞ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen