Ahmet ULUÇAY

  1. KARE’DE AHMET ULUÇAY

Hakan Kuru

 

Not: Bu yazıyı “Beyaz giyme toz olur” türküsü eşliğinde okumanızı tavsiye ederim.

tutku.jpeg

Hakan KURU 

Ahmet Uluçay, 1954 yılında Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinin Tepecik köyünde doğdu. Şimdilerde bir belde olan Tepecik, tarım ve hayvancılığın yapıldığı, bunun yanında insanların madencilik ve kaldırımcılık denilen yola taş döşeme işiyle uğraştığı küçük, şirin bir yerdir. Ahmet Uluçay küçük yaşlardayken fotoğrafları görünce “bi de şunlar gımıldayıverse” diyerek hayıflanırmış ve bir gün sinema makinesinde bir film izlemiş ve hayretler içerisinde kalarak şu tepkiyi vermiş: “resimler gımıldayıp duru.”  İlkokul mezunudur kendisi ve çok küçük yaşlarda düştüğü sinema aşkı Ahmet Uluçay’ın yaşama tutunma şeklidir aslında. Taşralarda akıl başta değil yaştadır! İnsana akıl veren çok olur, seni kendileri gibi olmaya, topluma uymaya zorlarlar. Kendileri gibi düşünmediğin, onlar gibi olmadığın zaman da seni dışlarlar. Ahmet Uluçay hiç şüphesiz ki uğruna baş koyduğu sinema için çok acılar çekmiş, çok zor durumlarda kalmış ve toplum tarafından dışlanmıştır. Bu hususta Ahmet Uluçay’ın muhteşem bir tespiti de vardır: “Eşimi sinema tutkum yüzünden yoksulluğa mahkum ettim. Yoksulluk utançta getirir. Hele bizim buralarda sosyal yarışı kaybettiğin an dışlanırsın. İnsanlar ahlaksızlığı bağışlayabiliyor ama acizliği asla. Çal, soy, yeterki yoksul kalma. Ben Beyoğlu’nda koltuğumun altında senaryolarla kapı kapı dolaşırken evin faturalarını, çocuklarımın bakımını eşimin üzerine yıktım. Benim gibi sorumsuzu yönettiği için, o büyük yönetmendir.” Küçük yaşlarda başlayan sinema aşkı onu sonunda büyük bir yönetmen yapacaktır lakin o süreç ne yazık ki sancılı olacaktır. İlk kez “gımıldayan fotoğraf” gördüğünde, o sinema aletinden yapmayı kafasına koymuş ve birkaç yıl içerisinde de muvaffak olmuştur. Sinema makinesini yaptıktan sonra köye, kasabadan filmler getirip, ahırda köylülere film izletmeye başlar. Bir müddet bu olay devam eder ve artık kendi filmlerini çekmeyi düşünmektedir Ahmet Uluçay. Bu hedefte ilerlemeye koyulur. Toplum tarafından “deli” diye anılır, kendi babası onu evden kovar ve ahırda yatmak zorunda kalır ama asla bu zorluklar karşısında yılmaz ve hedefine ilerlemek için deli olmaya da ahırda yatmaya da razıdır. Böyle zorluklar içinde 10 kadar kısa metrajlı film çekmiş ve çeşitli yarışmalara göndermiştir. Kimileri ödül almış ve Ahmet Uluçay ismi de bazı çevrelerce tanınmaya başlamıştır. Sinema camiası tarafından “Köylü Yönetmen” olarak anılmaya başlandığı dönemler işte o kısa filmleriyle dikkat çektiği yıllardır. Şöyle de bir ilginç olay vardır ki Ahmet Uluçay film çekmeden önce hiç film seti görmemiştir. Ahmet Uluçay’ın isminin dünya çapında duyulmasını sağlayacak ve ismini ölümsüz kılacak ilk ve tek uzun metrajlı, kendi hikayesini anlattığı filmi “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmidir. Ulusal ve beynelmilel arenalarda en prestijli ödülleri toplayan film, dönemine damga vurmuştur. Hayalleri için azimle, sabırla çalışırken ona en büyük desteği eşi vermiştir. Eşi, yoksulluklarını şu sözle dile getirmiştir: “Ahmet çok gayretli ve azimliydi, kimse ona inanmadı bir tek ben inandım, çok yoksulluklar çektik, kimi zaman bir ekmek dahi alacak paramız yoktu…” Ahmet Uluçay, ikinci uzun metrajlı filmi “Bozkırda deniz kabuğu” filminin çekimleri sırasında 30 Kasım 2009 yılında beynindeki tümör ve zatürreden hayata gözlerini yumdu. “Çocukların, delilerin ve kedilerin olmadığı bir film düşünemiyorum.” diyen büyük yönetmen geriye birkaç kısa film, bir uzun metrajlı film ve ders niteliğinde bir hayat serüveni, bir başarı öyküsü bıraktı. Tek bir uzun metrajlı film “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmini çekmiş olmasına rağmen sinema camiasında ve hayatımızda hala yaşamaya ve isminden bahsettirmeye devam etmektedir.

“En güzel öykülerim çocukluk zamanlarımdır” diyen usta yönetmen, aslında yaşadığı toplum ve çevre olarak da güzel öyküler, tatlı hikayeler çıkarabilecek bir yerde yaşamaktadır. Örneğin; Ahmet Uluçay’ın bir filmi ödül alır ve Ahmet Uluçay ödülünü evinin salonuna koyar. Annesi ödüle bir elbise diker ve şöyle söyler: “Ahmet oğlum bu çıplak kadın heykeli evin salonunda duruyor, konu komşu ziyarete gelince de görüyor ayıp oluyor, o yüzden ona elbise ördüm evladım” der. Bu hatırasından yaşadığı çevreyi de iyi tahlil etme fırsatımız oluyor. İnsanlar o ödülü almak için uğraşıyor, alınca da kanal kanal gezip reklamını yapıyor, sosyal medyadan da herkesin gözüne sokmaya çalışıyor. Ama o zaten iki göz olan evinin salonuna koyuyor ve annesi de ödülüne elbise örüyor. Hem çok orijinal hem de oldukça trajikomik bir durum ortaya çıkıyor. Gene bir başka hatırası Hıdırellez’de Ahmet Uluçay’ın eşi, Ahmet Uluçay evde yokken film rulolarını alıp ağaca asar. Ahmet Uluçay eve gelince şaşırır ve durumu karısına sorar, eşi “hani Hıdırellez’de olmasını istediğin şeyleri ağaca asarsın ya, ben de onun için film rulolarını ağaca astım ki belki oluverir” der. Şu mizahtaki naifliğe, kültüre ve inceliğe bakar mısınız? Ahmet Uluçay bunun filmini çeker. Taşradan bu denli büyük bir insanın çıkmış olması yaşadığı zorluklar ve yoksullukta göz önüne alınacak olursa inanılmaz bir başarıdır. Çünkü taşradan çıkmaz zordur. Taşradan zihnen de bedenen de çıkmak zordur. Ahmet Uluçay, taşrada bir şeyler yapmak isteyen, hayalleri, hedefleri olan birçok kişi için muhteşem bir umut ışığıdır, gösterilmesi gereken en büyük örnektir. Ben de ne zaman bir umutsuzluğa kapılsam ne zaman bir düş kırıklığına uğrasam, toplum tarafından anlaşılmadığımı düşünsem hemen Ahmet Uluçay’ı hatırlarım. O benden daha zor durumdaydı ama başardı diyerek kendimi motive ederim. Aklıma ona arkasından “deli” dedikleri, babasının onu evden kovduğu gelir. Ahmet Uluçay benim köyüme 1-2 km uzaklıktaki komşu köyümüzdendir, geçenlerde köye giderken yol üstünde onun mezarına uğradım ve otları temizledim. Biraz dertleştik, ben anlattım o dinledi. “Seni çok iyi anlıyorum evlat” dediğini duyar gibi oldum. “Yılmadan, hiç bırakmadan, kimseyi kafana takmadan devam et” dediğine ise eminim. Evet o başardı. Hedefine, hayaline koşar adım gitti. Karpuz kabuğundan gemiler yaptı çünkü yoksuldu, başka türlü elde edemezdi, eğer oyuncak alacak paran yoksa gemiyi karpuz kabuğundan yaparsın. Ölmeseydi Bozkırda Deniz Kabuğu filmi de olacaktı, çünkü kendisini anlamayan toplum bozkırdı ve Ahmet Uluçay o toplumda kendisini bir deniz kabuğu olarak görüyordu. Aslında iki filminin ismi de kendi hayatının özetiydi. Dışlandı, hor görüldü ama yılmadı. İnançla, azimle, kimseye aldırış etmeden, hayaline sımsıkı sarılarak ilerledi. 2018 yılında ölümünün 9. sene-i devriyesinde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ismi Tavşanlı Bilim Sanat Merkezine verildi ve Tavşanlı Ahmet Uluçay Bilim Sanat Merkezi oldu. Taşradan bir Ahmet Uluçay geçti, önünde saygıyla eğiliyorum…

Yazar
Hakan KURU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen