2 Ekim 2023

Turgut GÜLER

“Kocakarı masalı”nı küçümseyip de onu kaale almayanlar, bugün daha beter mavalları masal niyetine kulağımıza üflüyorlar. Hayâtın, dâimî bir plâk dönüşü ritminde tekrârlandığını savunanlar, bahsettikleri durak noktalarında hep kendilerini görüyorlar.

Kendini beğenmişliğin en ufak dozunda bile, insanı küfrün batağına sürükleyecek günâh câzibesi mevcut. Bu yüzden, tevâzûun hakikî hâli, ömür ağacına en kuvvetli zamklarla yapıştırılmalıdır.

Bağırıp çağırarak, ortalığı birbirine katarak aynadaki aksini devâsâ mikyâslara taşıyanlar, insanlık okulunun bahçe kapısından bile içeri giremezler. Zîrâ, “haddini bilmek” demek, her şeyden önce kendini bilmek demektir:

“İlim, ilim bilmekdir,

İlim, kendin bilmekdir,

Sen kendini bilmezsin,

Ya, nice okumakdır.”

“Dost bahçesi bülbülleri”nin en şakraklarından Yûnus, ilim târifini bu şekilde yaparken, gayrısının, ancak “hayvan yükü” hükmünde muâmele göreceğini söylüyordu.

Zâten, mes’elenin özü de, bu hassas terâzi kefesinde yatmakta. Yâni, insana “insan yükü” lâzım demeli ve bu düstûru hayat çadırının tepesine bayrak yapıp asmalıdır.

Korku ile muhabbetin aynı dala asılmayacağı, kendi asrımızı yakalayacağımız günleri bekliyoruz...

“Muâsırlaşma”, 18. asrın başlarındaki Lâle Devri’nden îtibâren dilimizden düşmedi. Her sazı eline alan, bu makâmda besteye niyetlendi. Öylesine “kara sevdâ” şarkı ve türküleri söylendi ki, “muâsır”laşamazsak, insandan sayılmaya bile hak iddia edemezdik.

“Asrîlik” etiketi altında bu propagandayı yapanlar, muârızlarını linç etmek için, akla gelebilecek her çeşit yolu mübâh saydılar. El’ân da aynı minvâl üzreyiz. Değişen bir şey yok..

Bir def’a, kendini muâsırlaşmaya namzet gösterdin mi, daha işin başında mağlûbiyeti kabûlleniyorsun. Çünkü artık senin, yetişmek mecbûriyetinde olduğun bir rakîbin var.

Hâlbuki tek tek ele alındığında, âile içinden mâşerî münâsebetler seviyesine kadar, Türk milletinin, o sözde asrîlere ne kadar yukardan bakma hakkı bulunmaktadır. Asra uygun yaşamayı, maddenin katı ve rûhsuz duruşuna denk sayanlarla varılacak yer, bugün bulunduğumuz “gayyâ kuyusu” kenârıdır.

Yâni, üç asrı aşkın zamândır çırpınıp durduğumuz muâsırlaşma mâcerâmızda, en büyük hatâyı yakından da, uzaktan da görememişiz. Önümüze konan aynada, aksimize bakacak yerde, hep başkalarının silüetlerine takılıp kalmışız. Mes’ele, kısaca bundan ibârettir, ammâ, gidişâtın rotası, yine bildik istikaamette...

Yazar Hakkında:

Turgut GÜLER

Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar Nazilli Li­sesi’ne devâm ettikten sonra, Nazilli Öğretmen Okulu’na girdi. Bu okulun ikinci sınıfını bitirdiği 1968 yılında, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne kaydoldu. 1969-1973 yılları arasında, Yüksek Öğretmen Okulu hesâbına, İstanbul Üniversite­si Edebiyât Fakültesi Târîh Bölümü’nde tahsîl gördü.

İstanbul Çapa’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun Kompozis­yon ve Diksiyon Hocası olan Ahmet Kabaklı’nın başkanlığında kurulan Türkiye Edebiyât Cemiyeti’nde, bilâhare bu cemiyetin yayınladığı Türk Edebiyâtı Dergisi’nde vazîfe aldı. Bir tarafdan üniversite tahsîline devâm etti, bir yandan da bahsi geçen der­ginin “mutfak” tâbir edilen hazırlık işlerinde çalıştı. Metin Nuri Samancı’dan sonra da ikinci yazı işleri müdürü oldu (Mart 1973, 15. Sayı). Bu dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.

1973 Haziranında üniversiteyi bitirdiğinde, Malatya Mustafa Kemâl Kız Öğretmen Lisesi târîh öğretmenliğine tâyin edildi. Ah­met Kabaklı’nın arzûsu ile bu görevine başlamadı ve İstanbul’da kaldı, Türk Edebiyâtı Dergisi’ndeki mesâîyi sürdürdü. 1975 yı­lında hem Edebiyât Cemiyeti (Bakanlar Kurulu karârıyla Türkiye kelimesi kaldırılmıştı), hem de Türk Edebiyâtı Dergisi, maddî sı­kıntılar yaşadı, dergi yayınına ara verdi. Bunun üzeri­ne, resmî vazîfe isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı’na mürâcaat etti.

Van Alparslan Öğretmen Lisesi’nde başlayan târîh öğretmen­liği, Mardin, Kütahya ve Aydın’ın muhtelif okullarında devâm etti. 1984 yılında açılan Aydın Anadolu Lisesi’nin müdürlüğüne getirildi. 1992’de, okulun yeni binâsıyla berâber adı da değişti ve Adnan Menderes Anadolu Lisesi oldu. Bu vazîfede iken, 1999 Ağustosunda emekliye ayrıldı. 2000-2012 yılları arasında, İstan­bul’da, Altan Deliorman’a âit Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım’da, yazı ve yayın çalışmalarına katıldı. Yine Altan Deliorman’ın çıkardığı Orkun Dergisi’nde, kendi adı ve müsteâr isimlerle (Yahyâ Bâlî, Husrev Budin, Ertuğrul Söğütlü) yazılar yazdı. İki kızı var.

Yayımlanmış Eserleri: Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Takı Taluy Takı Müren (Daha Deniz Daha Irmak), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2014; Cihângîr Tûğlar-Selîmnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Ejderlerin Beklediği Hazîne, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, Şehsüvâr-ı Cihângîr-Fâtihnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.

 

Yazarın diğer makalelerinden: