İslâm Bilim Tarihi” mi; “Arabistik Çalışmalar” ve/ya “Arap İslam Bilim Tarihi” mi?

Mevlüt UYANIK

15-16 Şubat 2018 tarihlerinde Diyarbakır Kayapınar Belediyesi, Kadim Akademi ve İYC Diyarbakır Şubesi koordinasyonuyla gerçekleşen Uluslararası İslam Bilim Tarihi ve Fuat Sezgin  Sempozyumunda İslâm Dünyasında Bilgi Ve Bilim Tasavvurunun Yeniden İnşası diye bir bildiri sundum. Burada oldukça verimli tartışmalar oldu. Bildiri kitaplarını hemen yayımlayacaklarını söylediler. İlgili birimlerin yöneticilerinin şahsında emeği geçenlere teşekkür ediyorum.

Malatya’da yapılan Uluslararası İbn Arabi Sempozyumunda videolar yayımlandı ve bildiri metinlerinde olma ihtimali zayıf olan ve bana göre de oldukça önemli katkıları da kamuoyuna sunulmuş olur. Bizim oturum oldukça verimli müzakerelere sahne oldu, özellikle oryantalist söylemin ifadesi olan Arabistik çalışmalar ve/ya Arap İslam Bilimi yerine İslam Bilimi ve Tarihi” terimini tercih ediyorum deyince, merhum hocanın yanında uzun yıllar kalmış arkadaş böyle diyemezsiniz deyip Biruni’yi de Arap yapan bir konuşma yaptı.  Fikirlerimi paylaşayım bu vesileyle:

 

1. “İslâm Medeniyetinde Bilim” İfadesini Tercih Etmemin Gerekçeleri:

Fuat Sezgin’in çalışmalarına baktığımız zaman Arapça yazıldığı için “Arabistik Çalışmalar”, Arap Bilimi” ve/ya “Arap-İslâm Bilimleri Tarihi” ifadelerini tercih ettiğini görüyoruz. Bu tabirlerin “İslâm Bilimi” ve “İslâm Bilim Tarihi” yahut “İslâm Medeniyetinde Bilim” ifadeleriyle mukayesesini ve hangisinin kullanımının tutarlığı olduğunu ana hatlarıyla analiz edelim:

Günümüzün en meşhur bilim tarihi uzmanlarından olan Colin A. Ronan, Bilim Tarihi adlı eserinde İslâm topraklarında üretilen bilimin tarihine “Arab Bilimi” denilmesini tam olarak tutarlı görmez. Ona göre, bilim İslâm medeniyetinin beşiği olacak bölgede Hz. Muhammed’in zamanından bir kaç yüz yıl önce farklı inançlara sahip farklı ırktan kişilerin katkıda bulunduğu bir süreç söz konusudur.  Bu süreç analiz edilince İslâmiyet dünya tarihinde hem kendi hesabına büyük bir medeniyet olarak, hem de eskiçağ medeniyetleriyle modern dünyada oluşmaya başlayan medeniyetler arasında aracı olarak önemli rol oynadığı görülecektir. İslâmiyetin katkısının bu iki yönü bilimin tarihine de yansımıştır.

Ronan bu kanaatta olmasına ragmen, ilgili bölümü “Arap Bilimi” diye vermiştir. Bu eseri çevirenler “İslâm Medeniyetinde Bilim” başlığını tercih etmişler. Gerekçelerini şöyle de temellendirmişlerdir: “Uzun yıllar “Arap” ve “İslâm” sıfatıyla tanımlanan bilim faaliyetlerini adlandırma meselesi Milletlerarası Bilim Tarihi ve Felsefesi (IUHPS) Hamburg’da 1989 yılında düzenlediği konferansta müzakere edilmiş, “İslâm Medeniyetinde Bilim” ifadesi genel kabul görmüştür. Arap tanımlamasının ırki bir ifade olmadığı kabul edilse bile Türkçe, Farsça ve diğer müslüman halkların kendi dillerinde ürettiği eserleri dışladığı için yeterli değildir, denilmiştir.  İslâm tanımlaması da gayr-i müslimlerin katkısını göz ardı etmektedir. İslâm Medeniyetinde Bilim ve Teknoloji Milletlerarası Komisyonu adında yeni bir komisyon kurularak bu katkıların kapsayıcı bir şekilde izah edileceği düşünülmüştür.”

Aynı tespit, Rüşdü Raşid’in editörlüğünü yaptığı eserde de görülmektedir.  Çevirenler “Arabic Science” yani “Arapça bilim” yerine “İslâm Bilimi” ifadesini tercih etmişler. Raşid’in bununla “tıpkı Grek bilimi ya da Latin bilimi dediğimizdeki gibi Arapça yazılan bilimsel eserleri kast ediyoruz” dediğinden hareketle bu tercihi yaptıklarını belirtirler. Raşid, Aydınlanma çağının odağı olduğu dönemlerin (18. yy) bilim tarihinin bir disiplin olarak doğduğunu ve İslâm medeniyeti bünyesinde geliştirilen bilimlerin de bu anlamda hurafalerin ve karanlıkların hüküm sürdüğü bir dönemde aydınlanmanın devam ettirilen gelişiminin garantisi olarak görülmesini önemser.

Arapça dönemin bilim diliydi, nitekim başta Helen/Grek bilimi olmak üzere İbrani, Çin, Hind, Sasani kadim bilim geleneklerini devşirip o dönemin şartlarına göre geliştirmek Arapça ile yapıldı. Nasiruddun et-Tusi gibi âlimler ana dili olan Farsça ile Uluğ Bey’in ünlü zic’in taslaklarını Türkçe yapıp sonra Arapçaya çevirmeleri bunun göstergesidir. Arapça bir kavmin ve kültürün diliyken bir bilim ve medeniyet dili haline gelmesi, müslüman ama Arap olmayan acem (Türk, Fars ve Berberi) ve/ya müslüman olmayan Arap aydınların ortak katkısıyla olmuştur. (Sezgin,  Bibliographie der deutschhsprachigen Arabistik und İslamkunde: Arabicshe Sparche, Pilologie,  Frankfurt  1991, c.3, 2 vd)

 

2. Arapça’nın yerel/kavmi dil olmaktan çıkıp, bilim dili olma süreci

Arapça’nın önceleri yerel bir dil olması o kadar belirgindi ki, ilk yıllarda vergi ve idare uygulamalarında geleneksel ve yaygın diller (Mısır’da Kopt, Suriye’de Yunanca, Irak ve İran’da eski farsça) kullanılırdı. Devlet sicillerinde Arapça’nın kullanımı daha sonraları. Suriye’de hicri 81, Irak’ta 78, Mısır’da 87, Horasan’da 124 yılında olmuştur. (Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, 3 )

Bu nedenle isimlendirmeyi yaparken, Arapça’nın kavmi ve bölgesel dil olmaktan çıkıp Bağdat, Şam, Kahire, Palormo üzerinden Gırnata, Semerkant gibi ilim merkezlerinde öğrenim dili haline gelmesi üzerinde durulmalıdır. Bu konuda geliştirilen ilmi zihniyete en iyi örnek Biruni’dir.  

Buradan hareketle Arapça’nın bilim dili haline gelmesinde bütün Müslüman ve Hristiyan Huneyn b. İshak (194-263/810-877), Sabiii Sabit b. Kurra (221-288/836-910), Yakubi Ebu Beşir Matta, Yahya b. Adi’gibi bilim adamlarının önemli katkısı vardır. Önemli olan düşünürün ve mütercimin katkısı olarak görüldüğü ve etnik kökeni önemsenmediği için bilim dili Arapça haline geldi. Batı aydınlanmasını sağlamasında kadim metinleri diğer kültür ve medeniyetlerin bilim tasavvurlarıyla sentezleyen, bilimsel verileri Avrupa’daki bilim dili olan Latinceye veya diğer dillere aktarılması için Arapça öğrenilmesinin de önemli etkisi vardır.

 

3.  İslam dünyasında Siyasi ve Dini Birliğin Sağlanamaması

İslam aleminde bilimsel bilgi ve bilim açısından Arapça ile sağlanan önemli oranda birlik, İslâm dünyasında ne siyasi ne de dini olarak sağlanamadığı herkesin malumudur. İlk dönemden yani Hz. Osman döneminden itibaren sağlanamadığını, dini tasavvurların alimlerin farklı görüşte olması rahmettir, diyerek islamiyetin bütün dünyaya yayılması, farklı coğrafyalardaki kültürlerde yorumlanması ve uygulanması için yol ve yöntemler olarak görülmesi gereken mezhepler, çatışma diline dönüştürüldü; siyasal erklerin meşruiyetlerini temin aracı oldu maalesef.

Sünnilik ve Şiilik önce teolojik, ardından coğrafi olarak konumlandı. Şiiler baskın olarak Perstiler ve Sasani/Hind kültürlerinin yoğun etkisi altındaydılar. Sünni Emevileri yıkan sünni Abbasiler, halifeliği Bağdat’a taşıdılar, siyasi bölünmeler daha da arttı. İspanya’da Emevi hilafeti; Mısırda Fatimi hilafeti kuruldu. 13 asırdan itibaren Moğol istilası başladı, buna direnen Selçuklu ve Osmanlı devletleri bu iki paradigmanın dışında Sünni bir İslâm tasavvuru oluşturdu. Moğolların bir kısmı da Müslüman oldu. Özellikle Bilim ve medeniyet açısından düşündüğümüz zaman İlhanlı devletindeki gelişmeler, Uluğ Bey’in yönetimi bu bağlamda incelendiği zaman her şey daha net olarak gözükebilir.

Burada vurgulamak istediğimiz nokta, siyasi ve dini/mezhebi farklılıkların daima olduğu, ama  İslâmi kültür alanında birliğin Arap Dili vasıtasıyla önemli oranda kurulduğudur. Bundan dolayı, tefekkür ana dil ile olduğundan taslakları kendi dillerinde yazan alimler, metinlerini Arapça neşretmişlerdir.

Sonuç Yerine Soru/yorum: “Arabistik Çalışmalar” ve/ya “Arap-İslam bilimi” şeklindeki ifadeler, Arap düşüncesi ile İslam’ı özdeşleştirip İslam alemindeki diğer diğer kültürel yapıların ortaya koydukları çalışmaları, ürünleri bu isim altında etkisizleştirmeyi ve İslam Medeniyeti ve Bilim Tarihini yerelleştirmeyi hedefleyen oryantalist tavrı güncellemez mi?

 

Yazar
Mevlüt UYANIK

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen