Türkiye ‘Güvenli Bölge’ değil, “‘Güvenli(k)li Bölge’ İstiyor…

Esat ARSLAN

Aslında, Türkiye’nin bu önerisi yeni bir şey değil ki?  Dün de bunu söylüyordu, şimdi de aynı şeyi söylüyor. Suriye’deki olaylar yapay “Arap Baharı” alevinden bilinen aktörlerin marifetiyle iç savaşa döndürüldüğünde ‘Güvenli Bölge’ diyorlar ama aslı “Güvenlikli Bölge” önerisini tüm dünya kamuoyuna açık seçik deklere etmişti. İnanın bunda, değişen bir şey yok. Bu öneri sabun köpüğü gibi, bir anda söndüğünden adamakıllı bir biçimde hem bölge ülkelerine hem de Güvenlik Konseyi üyelerine tam olarak anlatılamamıştır. Türkiye her zaman olduğu gibi tam olarak dünyaya kendini ifade edememiştir. Hani yılbaşı gecelerinde çocuklarla birlikte maaile fırdöndü ile oynanabilen bir oyun vardır, “Kızmabirader” oyunu. Aynen bu oyun gibi, Türkiye tekrar başladığı yere geri dönmüştür, ama herkesin gerçek yüzünü görerek, bu konuda elde etmiş olduğu tecrübelerle. “Ülkelerin Dostlukları Yoktur, Çıkar İlişkileri Vardır!” veciz varsayımı bir kez daha test edilmiştir. Evet, sevgili okurlar, “devletlerarasında geçerli olan dostluklar değil, çıkar ilişkisidir.”

Hatırlayın, Türkiye’nin başlangıçtan itibaren Suriye için de önerileri açık ve seçikti. Birincisi Suriye’nin toprak bütünlüğü, ikincisi Suriye halkına karşı bir insanlık trajedisi yaşanmaması için insanlığa karşı işlenen suçlara karşı BM olarak hep birlikte kararlı bir tutum gösterilmesi ve Suriye halkının kendi geleceğini tayin için yeni bir anayasal ortamda BM gözetimi altında demokratik bir seçim yapılması. Türkiye eski “Teba-yı Osmani” için bütün dünyaya şunu haykırmıştır: Önce barışı tesis et, sonra da sağlanan demokratik ortamda yeni bir anayasa doğrultusunda devletini inşa et. Bu kadar açık ve net. Tıpkı, Millî Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı’nda ‘Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar.’ haykırdığı gibi. Şair neden böyle ifade etme gereğini duymuş, bütünüyle Batı uygarlığına tek dişi kalmış canavar demesinin nedeni, ne kadar vahşi görünse de eski gücünün azalmaya başladığındadır. Yine diyor ki, Batıyı kafanda o kadar büyütme ve korkma! Millî Şairimiz bu batının vahşiliğine, hainliğine karşın, kendilerini medenî olarak tanıtmasıyla da apaçık alaycı bir hiciv yapmaktadır. Uzun lafın kısası, Türkiye başlangıçtan beri Suriye meselesinde çözüm olarak ortaya koyduğu başlıkta da vurguladığımız gibi“güvenli(k)li bölge” önerisi, özellikle de AB(D)’nin ortaya koyduğu gibi “Türkiye’nin bir açmazı” değil, geçmişten geleceğe Osmanlı’dan devralınan mirasla Türkiye’yle olan çıkar çatışmasının bir ürünüdür. AB(D) tarafından tüm dünyaya lanse edilen bir açmaz olarak değerlendirilmesi bugünün sorunu değildir. Türkiye bunu Tarihi Kudüs oylamasında arkasına almış olduğu ülkelere bile anlatamamış ve bu duruma duyarlı çevreler tarafından da hayıflanıldığı müşahede edilmiştir Kuşkusuz, dünya siyasetine yön veren isimlerin katıldığı Münih Güvenlik Konferansı’nda, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde oluşturmak istediği ‘güvenlikli bölge’ye güçlü itirazlar gelmesi, Ankara’nın bu stratejisine destek bulamadığının göstergesi olmuştur. 1962 yılından itibaren düzenlenen Münih Güvenlik Konferansında bir kez daha görülmüştür ki, büyük güçler arasında rekabet tırmanmaktadır, dünya tıpkı soğuk savaş sırasındaki gibi bir gerginlik içerisindedir. İnanılmaz bir biçimde terörden en fazla mağdur olan bir ülke olmamıza karşın Türkiye’ye karşı bir anti ittifak oluşmuş, adeta safların sıklaştırıldığı bile bir kez daha görülmüştür. Üç günlük yoğun konferans maratonu boyunca Akar ve Fidan’ın en önemli önceliğini Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki “güvenlikli bölge” kurma talebi oluşturmuş olmasına karşın, başta AB(D), RF ve bölge ülkelerinden üst düzey katılımcıların konferans boyunca verdikleri mesajlar, bu talebe destek bekleyen Ankara açısından iyimser bir tablo ortaya koymamıştır.

Tekraren ifade etmek istiyorum, bu öneri Türkiye Cumhuriyet’inin tek başına dünyaya dayattığı başkasının toprağında gözü olan “irredendist” bir yaklaşım değildir. Suriye ve Irak’ı işgal edenler, bu işgallerini haklı çıkarabilmek için her zaman yaptıkları gibi Türklerin mütecaviz, saldırgan, barbar olduğu tezini gündeme taşımakta oldukları bir kez daha görülmüştür. Şu bir gerçek ki artık mızrak çuvala sığmamaktadır. Konferansa katılan üst düzey katılımcılar ne derlerse desinler, Türkiye’nin bölge halkları için barışçı, birleştirici ve bütünleştirici olduğu bilinmektedir. Onlar ise bölge halklarının bunu anlamadığını zannetmektedirler. Artık her bir şey apaçık ortada, Ne diyorlardı?  Bölge halklarını medenîleştirmek için geldiklerini söylüyorlardı. Bütün bunlardan sonra söylemem odur ki, istedikleri ve terennüm ettikleri şey, kötü günde Suriye halkının yanında olan resmi rakamlara göre üç milyon altı yüz bin Suriyeli kardeşimizle aşını ve işini paylaşan Türkiye’ye Suriye’nin inşasında rol ve pay verilmemesidir.

Tamamıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yoldaki hazırlıklarını test açısından Türkiye, Rusya tarafından bir yandan Adana mutabakatıyla Suriye rejimiyle aynı düzleme getirilmeye çalışılırken, ne olduğu da pek anlaşılmayan çekilme kararı sonrası yapmış olduğu “güvenli bölge” önerisidir.   Bu öneriyi anımsayalım, Trump’ın Türkiye’yi ekonomik yıkıma uğratmakla tehdit ederek Suriye’nin kuzeyinde “güvenli bölge kurulsun” dayatmasıdır. Aslına bakarsanız bu iki önerinin de ciddi çıkmazları var. Her iki önerinin de ana omurgası koruma ve kollamadan kaynaklanıyor. RF Suriye Rejimini Türkiye’yle aynı zemine getirmeye çalışırken, ABD de “Suriye PeKaKa”’sını, onların deyimiyle  “Suriye Demokratik Güçleri”‘ni (SDG), Türkiye’nin olası bir harekâtına karşı korumak istiyor.

Bütün bunlardan sonra literatüre baktığımızda ülke savunmasından sorumlu askeri birlikler bir yasama kararı sonrası ülke güvenliği için birçok korunmuş bölgeler ilan edebilirler. Uluslararası dokümanlarda bu konular aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır:

  1. Güvenli Bölge / Sığınak (Safe Zones, Shelters)
  2. Uçuşa Yasak Bölge (No Fly Zones)
  3. Tampon / Ara Bölge (Buffer Zone)
  4. Askersizleştirilmiş / Silahsızlandırılmış Bölge (Demilitarized Zones )
  5. Güvenlikli Bölge (Security Zone)

Bu sınıflandırma uluslararası dokümanlara girmiş bir sınıflandırmadır. Bunlardan Güvenli Bölge / Sığınak (Safe Zones, Shelters)ve Uçuşa Yasak Bölge (No Fly Zones) en önemli özelliği tek taraflı olarak ilan edilmiş olmasıdır. Diğer üçü ise bir uluslararası mutabakat sağlanarak barışın tesis edilmesi içindir. Ondan sonra da tesis edilen barış ortamında devletin inşa edilmesidir. Devlet inşası, devlet ve toplumsal gruplar arasındaki karşılıklı taleplerin etkileşimini mümkün kılan bir politik süreç ile bağlantılı olarak devletin meşruiyetini, kurumlarını ve yeterliliğini geliştirmek için yürütülen faaliyetlerdir.

Evet, sevgili okurlar, ABD’nin öne sürdüğü bu ‘güvenli bölge’ önerisi ise, Türkiye’nin bölgedeki “Suriye PeKaKa”’sına yönelik operasyonunun önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Bu ‘güvenli bölge’ önerisinin hayata geçmesi, bölgeye kimsenin havadan veya karadan müdahale edememesi anlamına gelmektedir. Anımsayalım, ABD liderliğindeki Koalisyon Güçleri tarafından Irak’ta Birinci Körfez harekâtı sonrası 1991 yılında 36’ncı paralelin kuzeyi ve 32’nci paralelin güneyinde, sırasıyla ‘güvenlik bölgesi’ ve ‘uçuşa yasak bölge’ ilan edilmesinin nedeni bir “Kürt Devleti”’nin inşası için elzem olan, “Kürt Ulusu İnşa Projesi” içindir. Oysa yapılması gereken barışın inşasıdır. Barış inşa edildikten sonra tüm halkların katılımıyla o barış ortamı içerisinde devletin inşa edilmesidir. AB(D)’nin Birinci Körfez harekâtından sonra 1991 yılından bu yana ortaya koyduğu ve dayattığı proje “Kürt Ulusunun sonra da buna dayanarak Kürt Devleti’nin İnşa Edilmesi Projesi”dir. Hadi bu konuyu birlikte anımsayalım,  önce ne yapılmaya çalışıldı? Önce PKK bölücü terör örgütü “Suriye Demokratik Güçleri” gibi barışçıl adlarla dünyaya lanse edildi, örgüt el altından güçlendirildi, ayrıca örgüte uluslararası bir veçhe kazandırılmaya çalışıldı ve sonunda “millet-i hakimesi” (core state) “PeKaKa” olan “dört parçada Kürdistan” hedefine yönelik Suriye’de bir Kürt devletçiği kurulması aşamasına gelindi. Bu husus Irak’ta Barzani’ye emanet edildi. Sonuç olarak şu an bölgede ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM)’na bağlı ama neredeyse yarı bağımsız olan bir Kürt devletçiği bulunmaktadır. Bizim özellikle anlayacağımız bu konudaki AB(D’)nin amacı, Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik operasyonunu engellemek ve oradaki “Suriye PeKaKa”’sını korumak ve buradaki devletçik oluşumun sağlamaktır. Aslında bu konuda Güvenlik Konseyi üyelerinde de bir mutabakat sağlanmış durumdadır. Bu mutabakatı sağlam zemine oturtabilmek için de başka bir deyişle ÇHC ile Türkiye arasına açmak amacıyla da CIA marifetiyle Doğu Türkistan’daki “Uygur Türkleri” kullanılmaktadır. Fransa çıkışlı Voltaire Net’te Thierry Meyssan tarafından kaleme alınan 19 Şubat 2019 tarihinde yayınlanan “CİA, Çin’e baskı yapmak için Türkiye’yi kullanıyor” başlıklı makalede bu konu bir anlamda dile getirilmektedir. Makalede Türkiye’nin, içerisinde bulunduğu ekonomik krizi çözmek için Çin’le ekonomik olarak yakınlaştığı bir dönemde, bilinen ana akım medya, yerel seçim ortamında saflarını sıklaştırmaya çalışan “Millet İttifakı” adeta birbiriyle yarışırcasına Uygurlara yapılan zulmü kullanmakta olduğunu vurgulayarak, iktidarı yanlış adım atmaya zorlamaktadır. Haliyle Pekin de bu duruma çok sert tepki göstermiştir.

Lütfen sevgili okurlar, “tarih tekerrür eder” veciz ifadesini tekraren anımsayalım. Bunları yazarken, sizlerin de “tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar, hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi? Dediğinizi duyuyorum. Yapılmak istenilen şu, sizlerin de yakinen şahit olduğunuz gibi, önce “güvenli bölge”, sonrasında da “uçuşa yasak bölge” ilan ederek, 5-10 yıl gibi bir süre içerisinde Suriye’de bir “PeKaKa Devletçiği”nin önünün açılmasıdır. Türkiye bunu kabul etmesi olanaksızdır. Çünkü Türkiye’nin ‘güvenlik bölgesi’ sözünden anladığı TSK unsurlarının bulunduğu bir bölgeyken; ABD buraya PYD/PKK unsurlarının yanı sıra Arap güçleri ve Peşmergeleri konuşlandırmak istemesini anlamaktadır. Dolayısıyla ABD’nin oluşturacağı ‘güvenli bölge’ Türkiye’nin beka sorununu artırır ve PKK/PYD’yi güçlendirir. Bunun başka türlü izah tarzı da yoktur.

Evet sevgili okurlar, Türkiye Cumhuriyeti AB(D) nin dayattığı ‘Güvenli Bölge’ değil, “Güvenli(k)li Bölge”’ İstemektedir.…

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen