Türkiye ve Millî Türkistan

Esat ASLAN

Millî kavramının, zannediyorum en çok yakıştığı topraklardan biridir, Türkistan ve Türkiye’dir. Türkistan sözcüğü, Özbekistan milli marşındaki gibi belleğinizde canlanır, coşar ve bir başka dünyayı yakalarsınız. Bu sözcükler birleştiricidir, bütünleştiricidir. Can Türkistan’ın ovaları yemyeşil zümrüttendir, vadileri yeşil ve yeşilin farklı tonlarında safirdir, firuzedir. Atalarımızın kahraman ruhu topraklarının derinliklerine sinmiştir. Ayak bastığınız her yer erki, kudreti, gücü coşturur, kalpgâhı (heartland)dır dünyanın merkezi yapar, evreni tüm katmanlarıyla büyüler bu diyar. Evet, Sevgili okurlar, yemyeşil, huzurlu, gözünüzü okşayan doğa güzellikleriyle dolu, çoktandır unuttuğumuz gözlerinin içi gülen soydaşlarımızla neredeyse bir on gün geçirdim, Türkistan coğrafyasında. Huzurluluk ve safiyetin geçirgenliği sayesinde diyebilirim ki ben de onlarla bütünleştim, ülkemin katmanlarına kadar girift bir hale gelen kutuplaşmadan, ayrışmadan çok az süre de olsa bir anlık bir süre içerisinde kurtuldum. Sesimi de biraz yükselterek, “of be dünya varmış” diyebildim, haykırabildim. İnanın, sevgili okurlar bu coğrafyada değişik zamanlarda bulundum. Ama, hemen her gittiğimde hep şunu söylemişimdir. “Ey büyük Allah’ım, bu topraklara geldiğimde burada tuhaf şeyler hissetmeye başlıyorum, bunu beş duyu ile anlatmak olanaksız. Hücrelerimin, DNA-RNA moleküllerimin hareketlendiğini duyumsuyorum. Bu duygu ve düşüncelerle 15-16 Nisan 2019 tarihlerinde Türk dünyasının manevi başkenti Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevî Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi evsahipliğinde, Hitit ve Marmara Üniversitelerinin işbirliği ile “Geçmişten Günümüze Türkistan: Tarih, Kültür ve Medeniyet Sempozyumu”na bir de bildiri sunarak katıldım. Ondan sonra da –itiraf ediyorum- Semerkant, Buhara, Hive, Ürgenç, Kokant ve Harezm coğrafyasında uhreviyatı iliklerime kadar duyumsayarak elimizden kaymakta olan yaşamı elime almaya çalıştım, hız dünyasında geride bırakmış olduğum ruhumun tekrardan bedenime girmesini ve bütünleşmesini bekledim. Kabir ziyaretlerinde huşu içerisinde ruhumun bedenimle bütünleşikliğini duyumsamaya çalıştım. Bu ziyaretlerin bana tekrardan yaşama sevincini kazandırdığını samimi bir şekilde itiraf ederim. Unutmamak gerekir ki, Hazreti Muhammet (SAS) Yüce Allah’ın inayetiyle nasıl ki “Yesrib” kentini Medine’ye, daha doğru bir ifadeyle ışık veren bir “site devleti”ne döndürebildiyse, Türkistan’ın manevî mimarı Hoca Ahmet Yesevî de benzer bir biçimde hocası “Arslan Bab” ile birlikte “Yesi”  kasabasını ‘Türkistan’a dönüştürebilmiştir. Burada yaşayan halk bu olguyu “Medine’de Muhammed, Türkistan’da Hoca Ahmet”diyerek bunu bir özdeyiş mertebesine kadar yükseltmiştir. Büyük Türkistan coğrafyasının başkenti “Türkistan” şehri o nedenle Orta Asya coğrafyasında değer verilen kutsal mekânlarındandır. Türk Hanları da tıpkı firavunlar gibi vefatlarından sonra “Yesevî Türbesi”’ne defnedilmeyi vasiyet etmişlerdir. Hatta öyle ki, uzak mesafelerde soğuk kış koşullarında vefat eden ebedi hayata geçiş yapan hanların naaşları kış boyu bekletilip baharın gelmesiyle Türkistan’a nakledilip türbeye defnedilmişlerdir. 1935 “Stalin Yapay Bölümlenmesi”ne kadar, Türk Cumhuriyetlerinin bulunduğu coğrafyasının bir başka deyişle soydaşlarımızın yaşadıkları bölgenin, neşv-ü nema (Serpilme, büyüme, gelişme)olduğumuz topraklarımızın adı da “Türkistan”sözcüğünde birleşmiştir. Doğu Türkistan’ın Çinliler tarafından ele geçirilmesi bir tarafta, diğer yanda Stalin tarafından 1935 yılında, Kazakistan, Kırgızistan, Karakalpakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan olarak birbirine yabancılaştırılan altı Cumhuriyete bölünmüştür. Sovyet döneminde “Türkistan” adı adeta bir “tabu” gibi unutturulmaya çalışılarak, soydaş ve kardeş Türk halklarının birleştirici bir ismi olan Türkistan’ın yerine Orta Asya ve sonu –istan- ile biten isimlerin devreye sokulması yabancılaştırılmanın başkalaşıma uğratılmanın büyük bir saldırısı olmuştur. Yapılmak istenen bölgede yaşayan Türk halkını “Kazak, Kırgız, Özbek, Tacik, Karakalpak, Başkırt, Türkmen” gibi bölüp parçalayarak, hatta yer yer birbirleriyle düşman ederek yönetmek kolay olacağı hesaplanmıştır. Bu bağlamda “Türkistan şehri” ve “Yesevî Türbesi önemsizleştirilip eski işlevinin yok edilmesine çalışılmıştır. Bu bölünmeye karşı, Millî Türkistan’ın birleştirici ve bütünleştirici önderleri Mustafa Çokay ve Veli Kayyum Han “Türkistan bölünmez, parçalanamaz bir ülkedir.”diyerek yaşamlarını ortaya koymuşlardır. Türkistan’ın millî önderi Mustafa Çokay, 1936 yılında Berlin’e yüksek eğitim almak için gelen Türkistanlı öğrencileri toplayarak aşağıdaki konuşmayı yapması bunun en açık bir delilidir:

(…) Halkın kanı bir, dili bir, dini bir, maksadı birdir.Türkistan’ın tek arzusu kurtulmaktır. Milli hükümetini kurmak suretiyle hür yaşamaktır. Türkistan halkı bu gaye için canı pahasına, kanı pahasına mücadele etmektedir. İdealimiz çok büyük. Ama biz vatanımızın bir bütün, milletimizin hür olacağına inanıyoruz. Türkistan gençleri bu idealin gerçekleşmesi için var gücüyle gayret sarf etmektedir. Bizim amacımız yalnızca Türkistan’ın değil, bütün Türk topraklarının, bütün Türk halklarının dost olup aralarında birlik ve beraberlik tesis edip, dış düşmanlara karşı Türk’ün ve hükümetimizin gücünü göstermektir. 

Amacımıza ulaşacağımıza inancımız tamdır. Halkımızın üzerinde ki baskı ne kadar kararlı olduğumuza onlara ve dünyaya göstermeliyiz. Güçlü ve kararlı olmalıyız. Uzaklarda olsa da milletimin derdi ile hemdert olan onun kaygısını ruhumun derinliklerinde hisseden Avrupa’da Türkiye’de dünyanın her yerinde yaşayan Türkistan gençleri birleşin! Sizlerin bir olmanız, güçlü olmanız bizlerin meselelerini duyurmanız bunun için çaba sarf etmeniz milletimiz için büyük bir hizmettir. Bunu asla unutmayınız! Kıblemiz atayurdumuz, ilkemiz Türkistan olmalıdır. Türkistan için can vermek, hepimizin en kutsal gayesi olmalıdır. Bunu asla unutmayınız!”

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ise; bu “Meydan Okuma ve Karşı Hareket” (Challange&Respond)’dan üç yıl önce Cumhuriyeti’nin 10’ uncu yılı münasebetiyle 29 Ekim 1933’de Çankaya’da bir resmîkabulde günümüze ışık tutacak tarzda durum  aşağıdaki veciz değerlendirmeyle betimlemişti:

“Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla elinde sımsıkı tuttuğu uluslar avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak, Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür…”

“Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türk’lerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz, bizim onlara yaklaşmamız lazımdır. “

Onun bu direktifi Türk dünyasına yönelik planlama direktifini vermesinden 58 yıl sonra 1991’de gerçekten de Sovyetler Birliği dağılmıştır. İşte konunun önemini kavrayan Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı, 1965–1993 tarihleri ​​arasında yedi farklı hükûmette toplam 10 yıl 5 aylık bir süreyle başbakanlık görevinde bulunan Süleyman Demirel ve ülkü sevgi, hoşgörü, millî kültürle bütünleşen Namık Kemal Zeybek’le birlikte, neredeyse bir yıl sonra 1992’de koskoca Millî Türkistan coğrafyasında Ahmet Yesevi Türbesinin bulunduğu kasaba görünümündeki Güney Kazakistan’ın Türkistan kentini üniversite yapma konusunda kolları sıvamışlardır. Coşkulu konuşmalarla belleklerde yer eden, gönülleri okşayan Namık Kemal Zeybek, beklenen devrin tam bir aranan kan olmuştur. 1991 ‘de Turgut Özal Başbakanlığında yeniden kurulması için çalıştığı Kültür Bakanlığı’nın ilk Kültür Bakanı olmuştur. 1 Mayıs 1992 tarihinde imzalanan bir antlaşmayla Türkistan’ın yanı sıra Kentav ve Çimkent’ta Ahmet Yesevî Uluslararası Türk ve Kazak Üniversitesini kuruluşuna ön ayak olmuşlar, tüm enerjilerini bu üniversite üzerine yoğunlaştırmışlardır. Bu kararın kuvveden fiile geçirilmesi son derece isabetli bir yaklaşımdır. Son derece önemli bir fütürolojik yaklaşımdır. Bu üniversitenin kuruluşunda Türkistan Devlet Üniversitesi ile Hacettepe Üniversitesi kurucu üniversite olmuşlardır.  Türkiye Cumhuriyeti de bu Üniversitenin medar-ı iftihar bir üniversite olması için, hiçbir şeyden kaçınmayarak doğrudan YÖK’e bağlamış, YÖK de elindeki tüm olanakları seferber ederek, başta Boğaziçi, ODTÜ, Hacettepe, Ankara Üniversitelerinin en tanınmış hocalarını Ankara’da kurmuş olduğu stüdyoda uzaktan eğitim sistemi (video teleconference)ile Türkiye’yi yüz akıyla Türkistan’da temsil etmiştir. Kazakistan ve Türkiye’nin ortak üniversitesi Hoca Ahmet Yesevî Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi’nin açılmasıyla şehir kasaba görümünden kurtulup canlanmaya başlamıştır. Bu arada yakından tanımak onuruna eriştiği Hocabey Prof. Dr. İhsan Doğramacı ve Prof. Dr. Ercüment Kuran’ın Ruhları şad olsun diyerek, onları bu davada emekleri geçen değerli hocalarımı hayırla yâd ediyorum. Işıklar içerisinde yatsınlar, reklam etmeyi sevmeyen bu değerli büyüklerin bu davaya çok büyük katkıları olmuştur. Bu arada hemen söyleyelim Türkistan coğrafyasında Kazakistan’ı bir demokrasi adası gibi 28 yıl yöneten zamanı geldiğinde istifa edilebileceğini kendisinden sonra gelecek olan liderlere adeta bir vasiyet gibi bırakan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev tarafından Türkistan olgusuna gidilecek yol haritası da büyük bir titizlikle çizilmiş ve uygulanmıştır. Nazarbayev aşama aşama gelinecek noktayı göstermiştir. Sovyetlerin geniş ve bomboş bıraktıkları bir coğrafyadan seslenmiştir. Sovyetler Birliği’nden en son ayrılan ülke olan Kazakistan ve tüm ülkeler arasında da en geri kalmış olanı olduğunu da unutmayalım. 

Kalan görev süresi bitene kadar cumhurbaşkanlığı yetkisini Senato Başkanı Kasım Jomart Tokayev’e devreden Nursultan Nazarbayev ülkesinin içinde bulunduğu durumun farkında olan bir devlet adamı kimliği ile ülkesinin bağımsızlığını korumak için geride kalan yıllarda birçok önemli sayılacak stratejiler geliştirme gayreti içerisine girmiştir. Kazakistan Devlet Başkanı’nın ortaya attığı “Orta Asya Devletler Birliği”düşüncesini bu bağlamda değerlendirilmelidir.Nazarbayev’in “Bizim ekonomik çıkarlarımız, tarihî-kültürel köklerimiz, dilimiz, dinimiz, ekolojik sorunlarımız, dış tehditlerimiz ortak” sözleriyle ifade edilen aslında “Millî Turkistan”’dır. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in “Ortak Pazar ve Ortak Para Birimi”önerisi ise Avrupa Birliği’nin, Türkistan platformunda kurulması elzem olan bir bütünleşme coğrafyasının Veli Kayyum Han’ın “Millî Türkistan” tezinin yansımasıdır. Dünyayı iyi okuyan ve değerlendiren zamanı gelince eyleme geçen Nazarbayev 19 Haziran 2018’de önemli bir karara imza atmıştır. Bu imza ile Güney Türkistan eyaletinin ismi “Türkistan Eyaleti” olarak değişmiş ve eyaletin merkezi “Çimkent” şehrinden “Türkistan” şehrine taşınmıştır. Yeni Cumhurbaşkanı Kasım Jomart Tokayev’in ilk resmi ziyaretini Ahmet Yesevî Uluslararası Türk ve Kazak Ünîversitesine yapmış olması,Türkiye Cumhuriyetine vermiş olduğu önemi gösterdiği gibi, bölgeye hakim olmak isteyen güçler tarafından unutturulmaya çalışılan tarihi “Türkistan” ismi yeniden tarih sahnesine çıkmasına da vesile teşkil etmiştir. Bu durum Doğu Türkistan’ın da büyük parçayla birleşmesine olanak sağlayabileceği değerlendirilmektedir.  

Unutmayalım,“Türkiye ve Türkistan”birbirine eklemlenmiş coğrafyası Türk dünyasının bitişken ve üzerinde yaşadığı “Türk”ulusuyla bütünleşmiş iki önemli coğrafi bölge adı olarak tüm insanlığın belleğinde yer ettiği kuşkusuzdur. Eski dünya adası üzerindeki üç kıtanın Avrupa, Asya ve Afrika’nın adlarından sonra, en çok kullanılan sözcüklerin Türk kelimesi ile bütünleşik “Türkiye ve Türkistan”olduğu yaygın bir kanıdır.

“Türkiye” sözcüğü kendi milliliğini bünyesinde barındırırken, “Türkistan” sözcüğü coğrafyada bütünleşikliği ifade ettiği için, alabildiğine istismar edilmiş, zorunlu olarak daha sonra “millî” sözcüğü anlamlandırılmağa çalışılmıştır.

Bütün bunlardan sonra demem o dur ki, Türkiye ile Azerbaycan ve Türkistan coğrafyasındaki cumhuriyet ve özerk yapılar arasında dil, inanç ve tarih bilinci üzerine bina edilen köprüler akılcı ve planlı bir biçimde atılabildiği takdirde, XXI. yüzyılın ana kutupsal merkezi olmaya aday “Millî Türkistan” temelindeki “Büyük Türk Birliği” “ Büyük Oyunun Dinamikleri”ni “Büyük İşbirliği”ne yöneltebilecek potansiyeli de dinamiğe dönüştürebilecektir. Millî Türkistan idealindeki “Büyük Türk Birliği” bütünleşmesi bölgede istikrarı sağlayabileceği gibi potansiyel çatışmaların ve karışıklıkları önleyebilecek bir yapılaşmayı ifade etmektedir. Türk Dünyasının doğu mihverini meydana getiren “Türkistan  Birliği” ile batı mihverini oluşturan Türkiye ve Azerbaycan bütünleşikliği dünyanın bu bölgesinde dengeye kavuşturabileceği gibi güçlü bir Türk Dünyasının temellerini atabilecektir, sevgili okurlar. 

             

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen