“Takva”Nın Nefsin “Heva”Sına Kurban Edilmesi

Ömer AĞAÇLI

Hakikat, hayat, hakk ile batılın çekişmesinden ibarettir. Diğer bir deyişle ruh ile nefsin çekişmesinden ibarettir. Din dilinde bu haller, takva ile hevanın mücadelesi. Yani Allah’ın istediği takva, nefsin istediği de hevadır.

Kur’an’da 2/163: “ Tanrinizz tek bir Tanrıdır. O’ndan başka tanrı yoktur.”

39/62: “ Allah, herşeyin yaratıcısıdır. O, her şeyin yöneticisidir.” 

25743: “ Nefsini ilah edineni gördün mü?” 

22/52: “ Allah, hakk’tır. O’ndan başkaları batıldır ( fani) dir.” 

Yusuf 40: “ Allah, kendisinden başkasına kulluk etmememizi emretmiştir.”

Yaratılışın amacı ve gayesi Allah’ı bilmek ve O’na ibadet ve kulluk etmektir. Dinin aslı, esası da budur. Fakat insan fıtratı gereği nefs sahibidir aynı zamanda. İnsan nefsinin istek ve arzularının etkisi altına girerek, nefsini ilah edinerek, nefsine taparak savrulmaktadır. Böylece Allah’ın istek ve arzuları ile nefsin istek ve arzuları karşı karşıya gelmektedir. Yani takva ile heva karşı karşıyadır.

İnsanlık tarihi takva ve hevanın şavaşından ibarettir. Takva ve heva hem ezeli hem de ebedidir, hiç değişmez. Peygamberler Allah’ın takva isteğini tebliğ edenlerden başkaları değildir.

Bu yazı kapsamında tarihi bağlamda takva ve hevanın mücadelesini genel ve kısa olarak anlatmaya çalışacağım. Diğer bir anlatımla takvanın hevaya nasıl kurban edildiğinin anlatımıdır bunlar.

SÜHREVERDİ :” Risalet dönemi artık geride kaldı. Hz. Muhammed’in taşıdığı nur çekildi, gözlerden uzaklaştı. Takva ehli kimselerin oluşturduğu güzel maddi, manevi çevre ve haller bozulmaya başladı. Cehalet yeniden kendini gösterdi. Takva  gitti yerine heva geçti. İnsanlar artık hevalarına göre yaşamaya başladılar. Dünya, madde insanlara süslü görünmeye başladı, ona talip olanlar arttı. Hakikat ilmi heva kiriyle kirlendi. Artık ilim çekilince yerini fikir kuşları aldı. Daha sonra gelen nesiller şehvet ve dünyevi tutkuların peşine takıldılar. Sonuç olarak İslam’ın kendi gitti adı kaldı.” Diye açıklıyor.

Hz. Muhammed’den sonra gelen dört halife dönemi tarihsel olarak biliniyor. Dört halifenin peygamberin yolunu nasıl mücadelelerle sürdürmeye çalıştıkları da biliniyor. Son halife Hz. Ali döneminde ise çekişmeler iyice artmış ve daha sonra devlet Emevilerin eline geçmiştir. Muaviye ipleri ele almıştır. Emevilerin döneminde İslam dini, kelimenin tam anlamıyla zahiri bir din anlayışının hakim olduğunu görmek mümkündür. Bu zahiri İslam anlayışı, gittikçe saltanata dönüşmüş ve halifelik dinle meşrulaştırma yoluna gidilmiştir. Halifeliğin dini bir yasallığı olmamasına rağmen, dinle meşruiyet sağlanınca sonuçta din ile halifelik birbirine karışmıştır. Din neredeyse görünmez olmuştur. O günlerde ortaya çıkan bu beşeri işler günümüze kadar gelmiş ve halen de sürmektedir.

Bu kadar konuya girişten sonra asıl söylemk istediğimize gelirsek; insanın sorunlarının temelinde nefsin çıkarları, heva ve hevesi yatmaktadır. Nefs, Allah’a uyacağı yani takva yoluna girmesi gerekirken, dine uyması gerekirken, dini nefsine uydurması ve yapıp etmelerini haklılaştırmak, gerekçelendirmek için her şeyi araçsallaştırmaktadır. Araçsallaştırma , başkalarının sırtından geçinmek, metalaştırmak demektir. Bu araçsallaştırma sürecinde en etkili unsur çoğu kez din olmuştur. Hayat tecrübeme dayanarak şunları söyleyebilirim. Din kadar insanları kendiliklerinden boyun eymeye sevk eden güçlü hiç bir etken yoktur.

İnsanlık tarihi boyuca hep yönetenler ve yönetilenler olagelmiştir. Yönetim pozisyonda olanlar eğemenilk unsuru olarak değerli ve kutsal olan her şeyi bu gaye uğruna kullanmışlardır.

Hz. Peygamber’den sonra Arap toplumunda ilk nesil müslümanlar arasında ortaya çıkan yönetim sorunu, dini değerleri toplumsal ve siyasal hayata taşımışlardır. Bu konuda yani dinin yanlış anlaşılması ve nefis için araçsallaştırılmasında sözü olanlar vardır. Bu konuda yetkin bir ilahiyatçı olan Sayın Hasan Onat şunları söylemiştir: “ İslam dendiğinde hem bir din, hem kültür, hem uygarlık hem de bir takım gelenekler anlaşılmaktadır. Bu nedenle, insanlar din ile kültürü, uygarlık ve gelenekler arasındaki ince çizgiyi görmekte zorlanmaktadır. Sonuçta din, dinin anlaşılma biçimler ile ilgili tezahütlerden ibaret olan kültürle, geleneklerle özdeş hale getirilmektedir. Dinin bir kültür içinde doğması, bu karışıklığın sebeplerinden biridir.”

İslam, müslümanların hayatlarında çok kuvvetli bir unsur olarak vardır. İslam’ın şahış ve gurup menfaati için istismar edilmesi her zaman tarihte olagelmiştir. Şu da bir gerçektir ki dini duyarlılık ve fiillere başvurma dinin Allah rızası için benimsenmesinden çok farlıdır. Yani İslam’ın gayri islami gayeler için kullanılması tüm inanç gurupları arasında son derece yıkıcı etkilere yol açtığına tarih şahittir. İslam’ı, siyaset ve güç mücadelesinde araç olarak kullanılması, dinin ilk kez araçsallaştırılması sürecinin önü de böylece açılmış olmuştur. Diğer bir deyişle dinin siyaset ve güç mücadelesine bu kadar bulaştırılması, dinin asıl misyonunu geri plana itmiştir. Ve hatta dinin dünyevi işler olarak algılanmasına da neden olmuştur, diyebiliriz.

Dinin özü, maneviyattır. İnsanın ruh dünyasını disipline alır, nefsin kötü huylarından kurtarıp, ruhun kutsal hakimiyetine sokmaya çalışır. Ve bunun için inananları ahlak ve ruh disiplini ile yaşamasını önerir. Kur’an baştan sona kadar hayatın her boyutu için ahlaki ilkeleri söyler. Kur’an ahlaki bir çağrıdır, dünya işlerini düzenleyen bir kitap değildir. Kur’an, dünya işlerini insana bırakmıştır. Ne bir siyaset teorisi ne bir sosyal teori ne bir ekonomik teori önermez. Bu beşeri alanlarla ilgil temel değişmez, evrensel ilkeleri önermiştir. O, her zaman ve mekanda toplumun ihtiyaçlarına uygun düzenlemelerin yapılabilmesi için ahlaki prensipleri önermiştir. Kur’an’ın ortaya koyduğu bütün ilkeler, iyilik, güzellik, doğruluk ve yücelik ilham eden değerlerdir. Bu ilkeler göre beşeri hayatı kurmak insana aittir. Beşeri hayatın her boyutu aklın eseridir. Sosyal ve kültürel norm ve değerlerin üretiminde din, merkezi role sahiptir. Din, sosyal ve kültürel hayatın birçok faaliyetine ve müesseselerine anlam ve değer katarak onları muhkemleştirir. ( Amiran Kurtkan’dan alıntı)

Şimdi gelelim “ modern dönem” denilen son yüzyıllara…

Modern dönemde Avrupa (batı) knedi tarihi gelişim sürecinde, Aydınlanma dönemi adı altında kendine yeni bir yol açtı. Batı’da olup bitenler varlığa bakış tarzının değişmesidir. Kısaca buna paradiğma dersek, paradiğma değişikliğidir. Paradiğma algı düzeneğidir. Paradiğma değişikliği varlığa bakış açısı değişikliğidir. Paradiğma değişikliği kendini ontoloji ve epistemoloji değişikliğinde ifade eder. Epistemeoloji bilgi kuramıdır. Batı, kendi geliştirdiği epistemoloji ile kendi imgesine göre  yeni bir dünya hayatı, yaşam modeli inşaa etti. Yükselen batı kültürü ve medeniyeti İslam dünyasını da etkiledi ve onları da şaşkına çevirdi. Evet! Tarihe bakınca, İslam kültür ve uygarlığı dünya tarihinde önemli ve belirleyici bir konumda yer aldığını söyleyebiliriz. Fakat batı yeni bakış açısıyla geliştirdiği bilim ve teknoloji ile kendini gösterince ve yeni zamanın ruhu olan bu medeniyet karşısında, medeniyet yarışının dışında kalan ülkeler farklı tepkiler vermeye başladılar. Böyle İslam, batı çıkmazı ortaya çıktı. Şu anda da aynı sorunlar, aynı minval üzere sürüp gitmektedir.

Yasin Ceylan’ın bu konudaki görüşleri  vardır: “ Batı dünya görüşü, yaşam değer ve pratiklarine karşı tavırlar iki biçimde oldu. Bir kesim, batıya ait herşeyi İslam’a aykırı saydı. Çağsaş medeniyetin tüm değer ve kavramlarını, bilim ve teknolojiyi, müslümanları bu medeniyetten uzak tutmaya çalıştılar. Diğer bir kesim de modern dünyanın nimetlerinden haraketle, dinin temel değerlerini, yeniden tevil ederek tahrif ve tezyif ettiler.” Demiştir.

Modernizm, modern kavramları da üretti. Modernizm karşısında kimi müslüman ülkeler geleneklerine sarıldılar. Geleneksel düzeni aşamayan, yeni zamana uyamayan, zamanda yürüyemeyenler, modern dünyaya yenildiler ve dini ideloji gibi görmeye başladılar. Modern kavramları dine uyarlamaya çalıştılar. Çünkü idelojiler açıklayıcı paradiğmalardı. İslam dünyasında ideoloji teriminin bir karşılığı yoktur aslında. Müslüman ülkeler, tarihe geç kalmışlığın, zamanın çocuğu olamayışlarının, kendi modernitelerini yani yaşam formlarını yaratamayışlarının bedelini dini, dünyevi bir ideoloji gibi düşünmeye başladılar.

Kur’an’a bakıldığında 55/29 ayette: O, Allah her an yeni şeyler yaratır.” Denilir ki bu ilahi kanundur ve anlamı da çok açıktır. Allah, her an, sürekli yeniden yaratır. Yani Allah’ın tüm var olanlar ve insanlık ile ilişkilerinin her an ve sürekli dinamik bir vetire içinde olduğudur. Bu bağlamda her an her şey değişmekte ve dönüşmektedir. Buradan bakınca “ muhafazakarlık” dine aykırıdır. İnsanlar durgun kültürel zamanları kendi elleriyle yaratırlar ve bu zamanlardaki algı ve yorumları da kendileri üretirler. GERİCİLİK, MUHAFAZAKARLIK DURGUN ZAMAN ALGILARIDIR VE BÜYÜK BİR YANILGIDIR. Gericilik, zaman algısı ve tarih yorumuyla ilgilidir. Gericilik hayatın her alanını kapsar. Gericiliğin din alanın da ortaya çıkması, Allah’ın tarih ve zamanla ilişkisine dair bir yorumdan ibarettir. Böyle bir anlayış her an oluşu gerçekleştiren Allah’ın kanunlarına karşı duruştur. Bunlar tümüyle beşeri hallerdir. Bu tür dini yorumlar dinin değerini de düşürmektedir.

Burada yeri gelmişken ideoloj kavramı üzerinde durmak gerekecektir. Benim ideoloji kavramından anladıklarım da şunlardır: İdeolojiler, Avrupa’nın modern döneminin ürünüdür. Yani modernizm, batı düşünce sisteminin ürünüdür. İdeoljiler, herşeyden önce dünyevi, seküler şablonlardır. Batı’da ideoljiler, doktriner doğmalar, dini kavramların zayıflaması sonucu geliştirilmiş doğmalardır, metamitlerdir. Dini inaçlar yerine bu bu doktriner doğmalar geçirilmiştir. İdeolojiler insanlarca kugulanan fikir ürünleridir. Amiran Kurtkan merhumun söylediği gibi ideolojiler, tahkike açık kapı bırakmayan sabit fikirlerdir. Bize göre de bunlar donuk düşünce şablonlarıdır. İdeolojiler fikrin ürünüdür, aklın değil. Fikir ise gerçekliği olmayan zihnin ürettiği şeylerdir. Fikirlerin temel özellikleri, fikrin kendi objesini kendisinin yaratmasıdır.

Sayın Seyyid Hüseyin Nasr bu konuda şunları söylemiştir. “ Batı’da moda olan bir ideolojiyi benimseyip, ona İslami etiketi yapıştırılmaktdır. İslami demokrasi, İslami sosyalizm, İslami rasyonalizm gibi. İslam’ı modern yada güne uygun gösterilerek kabul ettirilmeye çalışıldığında, basit bir ismi niteleyen sıfat durumuna indirgeyerek ona ihanet edilmektedir.”

Dinin araçsallaştırılması, “ takva” nın “ heva” ya kurban edilmesidir. Ve bu konu çok önemlidir. Yaklaşık bir asırdan fazla zamandır din, kimi müslümanlar tarafından dünyevi formatlara dönüştürülmüştür. Bu yol, siyasi islam denilen eğilimdir. Bunları benimseyenlerin ana gündemi hakikati araştırmak, kavramaktan ziyade politiktir.

SONUÇTA BİR İRFAN MÜCADELESİ OLAN DİN, İKTİDAR MÜCADELESİNE DÖNÜŞMÜŞTÜR. Günümüzde ise yaşananlar ayrı bir garabettir. Zamanın bunalımlarını aşmak için müslüman geçinenler sekülerizmi eleştirirken sürekli dini referanaslar kullanarak karşı çıkmaktadırlar. Ne diyelim Allah akıllar versin.

Yazar
Ömer AĞAÇLI

Aksaray doğumlu, Ankara Devlet Mühendislik Akademisi İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunu. Daha sonra işletme masteri yaptı. Kamu da çalıştı... Emlak Kredi Bankası’nda mühendislik, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde imar başkanlı... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen