Sosyal Adalet Neden Milli Birliğin Temel Şartlarındandır?

Fatih AKICI

“Sosyal adaletçi olmamız, vatanın nimetlerini turistlere değil de soydaşlarımıza üleştirmek istememiz, gerçek ahlâkın gerektirdiği adaleti sağlamayı dilememiz, solcu olmamızı gerektirmez. Türkiye’nin solcuları daha ortada yokken, Türkçü şair Mehmet Emin Yurdakul o basit şiirleriyle Türk milleti için sosyal adalet istiyordu. Bu fikir onun Türkçülüğünden doğmuştu.”

“Sağcı Kimdir?”, Hüseyin Nihâl Atsız, Ötüken, 1968

“Gerçek Türk milliyetçisi … Türkiye’nin geri, bağımlı durumuna isyan eden … kişidir”

“Türk Milliyetçilerine Sesleniş”, Doğan Avcıoğlu, Yön, 1965

“Sosyal adalet, sınırlı cemiyet yapısının doğurduğu bütün kusurları gidermeyi hedef tutan bir kavramdır. Bir cemiyet içinde birbirinden çok farklı gruplaşmaların önüne geçen bir sistem kurduğumuz takdirde, milli birlik yolunda da büyük adımlar atınış oluruz. Aralarında büyük gelir arklarının, yaşayış ve zihniyet farklarının bulunduğu bir cemiyette, insanlar birlik ve huzur içinde yaşayamazlar. İşte demokrasi ve sosyal adalet kavramları bu yüzden milliyetçilik anlayışının ayrılmaz birer parçasını teşkil etmektedir.”

Erol Güngör, Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak, 1997

Milli birlik ve beraberlik söylemi, siyasetin başat sloganlarından olsa da tarihi-sosyolojik derinliği gözardı edilmemesi gereken bir kavramdır. İmparatorluklar on dokuzuncu yüzyılda halkların dil ve din zemini üzerinde tefrika fikirlerinin gelişmesiyle Pangea misali, aralarına okyanusların girdiği kıtalar gibi yarılıp parçalanırken cepheler “biz şuuru” ve kader birliğinin idrakiyle perçelenmiş, milli devletler de ortak kaderin mukadder kıldığı itişmelerin bir neticesi olarak vücut bulmuştur. “Aynı gemideyiz, batarsak hep beraber batarız” fikri, bu ölüm-kalım cehennemindeki hali anlatması açısından hiç de mecazi değildi zira İbn Haldun’a referansla söyleyecek olursak, asabiyesi zayıf olan millet ve ülkeler kan denizine topyekun batıyor, katliama hep beraber maruz kalıyordu.

Dünya haritasını yaratan güç olan milliyetçilik, dünyayı anlamak ve geleceği inşa edebilmek için elzemdir ve milliyetçi, “Ben bu tarihi arkaplanın farkındayım, yarının da bu çerçeve dahilinde var olacağını düşündüğümden milli benliğimi canlı, milli birliğimi sağlam tutmayı en acil ödevlerimden sayarım.” diyen, mesuliyet sahibi, dert sahibi, heyecan sahibi, ülkü sahibi insandır.

Gelgelelim, milliyetçilik, büyük dilbilimci Samuel Johnson’ın meşhur tesbitiyle Janus-vari çift veçheli bir vasfa bürünür: “Milliyetçilik alçakların son sığınağıdır!” Bugünü var eden, geleceği tayin eden bu ulvi ve kâdir mefhum, aynı zamanda, milliyetçi olmayan, milliyetçiliğe zerre miskal hizmet etmeyip onun yarattığı dümen suyundan en çok istifade eden elit kesimlerin tahakkümünde en düşük bir istismar aracına da dönüşebilmektedir. Fikrî-sosyolojik hareketleri bir semirme fırsatı olarak görüp onları istismar edenlerin, kısa zamanda güçlenerek kontrolü ele geçirmeleri pek şaşırtıcı bir ihtimal olmasa gerektir. İşte acı bir toplumsal istismar bu noktadan sonra güç sahiplerinin bitmek bilmeyen nutuklarıyla vuku bulur: “Hepimiz aynı gemideyiz kardeşlerim, küreklere daha kuvvetli asılın! Lüks kamaramın çivisine zarar gelirse bunu canınızla ödersiniz! İtaatsiz hainleri denize atarım! Yüklenin küreklere, acıksanız da, ölseniz de, geberseniz de yüklenin! Ben kaptan köşkümde lüks kokteyllerimi yudumlarken siz çalışacaksınız!”

Bu nokta, yani son sığınağa gelip sığınmış olan alçaklarca dümeni ele geçirilmiş olan bir gemi artık ya batar ya da insan öğüten, adalet katleden ve zulüm tüküren bir canavara dönüşür.

Geminin çalışanları, “Evet aynı gemideyiz ama biz hamam böceklerinin tenezzül etmeyeceği izbe zemin katta çalışırken sen klimalı odanda keyif çatıyorsun. Geminin dibi delinse ilk biz öleceğiz, sana sıra saatler sonra gelene kadar çoktan tahliye kayıklarından birine yahut helikopterine atlayıp gemiyi terketmiş olursun!” deseler, çok mu haksızlık etmiş olurlar? Bu mecazın gerçek hayat karşılığı olarak, ortak kader ve gemi söylemlerinin emeği sömürülen bir işçi için neden içi boş laflar olduğunu sanırım şöyle açıklayabiliriz: İşçi diyebilir ki: “Emeğimi çalanın adının Mehmet olmasını Hans olmasına neden tercih edeyim?” Evladına bir şeker alamayan gariban baba, önünden lüks Audi’siyle geçen idarecisinin dilini, dinini, milliyetini neden umursaması gerektiğini sorgulayabilir. Acından Türkçe ağlayan bir çocuk, İngilizce ağlayan bir çocuktan daha makbul olmadığına göre mesele bir çocuğun dilinden önce açlıkla kıvranmasıdır. Bir yoksulun kirasını ödeyemediği evi Cumhuriyet mahallesinde veya George Washington mahallesinde olsa onun için ne değişecektir? Fakiri ezen, çiğneyen, gözünün yaşına bakmayan sosyal çarkların milliyeti olur mu? Sosyal eşitsizliğin failinin Türk olmasını yabancı olmasına bir mazlumu nasıl tercih ettirebiliriz? Velhasıl, bir kısmı şatafat içinde yaşarken bir kısmı sefaletle boğuşan, hiçbir kader birliği de olmayan bir kitleye nasıl millet diyeceğiz?

Bunlar, şöyle ceffelkalem söyleniverilmiş siyasi nutuklardan, birlik-beraberlik galeyanlarından, kader ortaklığı tahşidatlarından çok daha ciddi ve sarsıcı sorulardır. Milletinin birliğini, vatanının bölünmezliğini ve devletinin ömürlü olmasını isteyen bütün milliyetçilerin bu sorulara tatminkar cevaplarının olması elzemdir.

Yazar
Fatih AKICI

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen