Türk Dünyası ve Mutluluk Simgesi “Svastika”

Esat ARSLAN

Nisan ayında Türkistan’a giderken araştıracaklarım arasında, aklımdan geçenlerin birisi de Sanskritçe “iyi talih”ya da “iyilik”kısaca “mutluluk getiren”anlamına gelen “svastika”idi.  “Yedi Ezoterik Sembol”den biri olan Svastika’nın dört kolu; dört kozmik gücü (ateş, su, hava, toprak)simgelemektedir. Efsanelere göre, eski çağlarda bu sembol sayesinde, dört kozmik gücün etki altına alınabilmesi için büyüler yapmak mümkün olabiliyormuş, mitoloji kitaplarında. Kolları saat yönünde dönük olan şekliyle, başarı ve uğurun yanı sıra hayatın kaynağı olan güneş ışığını simgeler. Kolları ters yöne dönük şekli ise geceyi ve uğursuzluğu ifade ettiği efsanevi bir söylemdir. Hayda şimdi bu da nereden çıktı demeyin, dayanakları var da ondan, söylüyorum. Nazi Lider Adolf Hitler ile özdeşleşen “Svastika”kesinlikle ne bir “haç”ne de bir “gamalı haç”tır. Tam bir artı şeklinde eski deyimle “zait”bir toplama imi bir “karenin kenarortayı” bir “vahdet-i vücut” işaretidir. Atatürk’e ne kadar dua etsek yeridir, yazdığı “Geometri”kitabı sayesinde  “hatt-ı vasıt / hatt-ı vâsıt “ demekten kurtulduk, şükür ki bilim yapıyoruz. Söyleyelim, “Svastika” tam olarak bir karenin iki kenarortayıdır, kenar orta dikmeleridir. Atıldığı yere geri dönen “Bumerang”dan çok farklıdır, “Artık, dünyadaki işimiz bitti. İlahî İmtihan için bizleri dünyaya sen gönderdin, ölümle birlikte senden geldik sana dönüyoruz.” anlayışının bir simgesi, çıplak bir gerçeğidir.  Oysa Bumerang, Avustralya yerlileri Aborjinler, ayrıca eski Mısırlılar ve Avrupalılar, Hindistan’ın bazı yörelerindeki kabileler tarafından silah olarak kullanılan bir nesnedir, silah olarak kullanmak için bayağı bir eğitim ister. 

Sevgili okurlar, unutmayalım, göğün yedi katı, göğe yükselmek gibi menkıbe ve meselleri içinde barındıran “Şamanizm”,semavî, göksel dinlere en yakın Türklere özgü bir inanç sitemidir. Eski Türklerde iyi ruh “Ülgen”,kötü ruh “Erlik”diye adlandırılmıştır. “Ülgen” aynı zamanda iyi ruhların başında bulunan, onlara emir veren bir Tanrıdır. Tanrı ve en büyük semavi ruh, semanın en üst tabakasında bulunan bir varlık olarak tasavvur edilmiştir. Gökte yaşadığına inanılan bu en büyük ruh, insanları, ovaları, ateşi, yeri, güneşi, ayı, yıldızları yaratmış, evrenin düzenini sağlamaktadır. Yine Şamanist kavimlere göre, gökte ve yerde meydana gelen çeşitli tabiat olayları, birtakım ruhların ve Tanrının eseridir. Bu nedenle Asyavi dinler içerisinde için “Svastika” belleğimde bayağı bir yer edinmişti. Türkistan’da evvelce, iç deniz olan “Issık Göl” civarındaki Türk mezarları ve kazılarından haberdardım. Doksanlı yıllarda bizzat yerinde de görmüştüm. Mesela Almatı’yı çevreleyen Alatav(Aladağ)’lar üzerinde “altın elbiseli adam”’ın koruganını ziyaret ettiğimde Türk uygarlığı karşısında sadece şaşırmamış, irkilmiştim de. 1969 yılında Kazakistan’ın Almaata (‘Elma Ağacının Altı’ anlamında)kentinin 50 km. kuzeyinde yolu düzlemek için yapılan çalışmalar sırasında tesadüfen bulunmuştur. MÖ 5. yüzyıla dolaylarında İskitler veya Sakalara olduğu değerlendirilen, ait “Esik kurganı” adlı mezardan çıkarılan bir tigin ( Saka prens ya da prenses)’in binlerce altın parçadan oluşturulan bir zırh. Bildiğiniz gibi, Avrasya coğrafyasında steplerinin “mezar tepeleri” olarak tanımlanan, Türkçede “kurulu yer”anlamına gelen “korugan”sözcüğünden gelen “kurgan”,geleneğe göre bir tür ölü gömme şeklidir. Uygar mıdır? Evet, son derece medenidir. Daha çok içinde toplumun önde gelenlerinin yattığı düşünülen, “tümülüs“geleneğinin öncesi olarak da yorumlanan yığma tepeler ve höyükler biçiminde inşa edilmişlerdir. Daha sonra bu tür yerler “Ziyaret” olarak da betimlenmiştir. İlginçtir, küçük de olsa bir mezar taşı ve bir odası bulunmaktadır. Mezar odası tabanı genellikle ahşap kalas veya kütüklerle döşeli olup üzerine toprak ve taşların yığılması ile oluşturulmuş yapılardır. Mezar içerisinde, mezar hediyesi olarak bırakılmış kaplar, oklar, yay ve ok torbası ile kılıç ve madeni mızrağa bile rastlanılmaktadır. Mevtanın sağlığında savaşta öldürdüğü insan derili saçlar ile kıymetli av hayvanlarının postları yanında genelde iskeletin üzerinde bir de “svastika” mezarlarda bulunuyordu. Saçlar öldükten sonra uzadığı için o günkü insanlar, saçlara Tanrısallık atfetmişlerdir. Onlar da, Tanrı’ya bir adım daha yaklaşabilmek derili saçları yanlarında taşımışlar, bu dünyadan öteki dünyaya götürebilecekleri değerli bir hediye olarak görmüşlerdir. Aynı adet gömü usulleri, Bering boğazının ötesine, Amerika kıtasına geçen Asyatik kökenli Kızılderililer, İnkalar ve Azteklerde de görülmüştür. Bizzat “Issık Göl” kazılarında görmüştüm bunlara şahit olmuştum. Anımsayınız, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından yürütülen Kabataş-Mecidiyeköy-Mahmutbey Metro Projesi kapsamında sürdürülen İstanbul Beşiktaş metro istasyonu inşaatı sırasında Orta Asya Step kültürü mezar tipi olarak bilinen kurgan tipi ölü gömme geleneği Beşiktaş’ta da görülmüştü. 1071 Alparslan ile başlattığımız Türklerin Anadolu’ya gelişi, dedesinin mezarını bilemeyen Araplaştırılmaya çalıştırılan Türklerin Tarih ufku ile doğru orantılı bir yaklaşımdır. Türkler belki bu coğrafyanın otantik yerlileri olmayabilir ama bu topraklarda neredeyse başlangıçtan itibaren var olmuşlardır. Sadece Beşiktaş kazıları bile MÖ 2. binyıl sonları ile 1. binyıl başındaki Asyatik toplumların erken göç yollarına ilişkin önemli bilgileri ortaya koyuyordu.  Daha da gerisi var, örneğin İstanbul Arkeoloji Müzelerinin 2016 yılında, Silivri’de gerçekleştirdiği kurtarma kazısında bulunan Tunç Çağına tarihlenen 5.000 yıllık kurgan tipi mezar, kurgan mezar geleneği örnekleri arasında tahrip olmadan günümüze kadar ulaşan az örnekten biri olarak yerini almıştır. Silivri’de kazısı tamamlanan kurgan tipi mezar, Balkanlar’da bugüne kadar kazısı yapılmış kurganlar arasında en güneyde konumlanan örnek olması açısından önemli bir yere sahiptir. Mezar içerisinde, yukarıda da vurguladığımız gibi, mezar hediyesi olarak bırakılmış kaplar ve madeni bir mızrağa rastlanmıştır. 

Bütün bunlardan sonra demem o ki, “Svastika”nedense bizim dilimize hatta “w” li yazılım olarak Hitler’le birlikte “Gamalı Haç”olarak geçmiştir. Yüzlerce yıl Haçlı Seferlerine maruz kaldığımızdan mı nedir, Haçlıların ötekisi olduğumuzdan mı nedir, hiç bilinmez “Haç”Hıristiyanlarla özdeşleşmiştir. Rahmetli babamın söylediği gibi, “İstavroz”, Latin dillerindeki “Cross”, Slavcadaki “Kırst” Hıristiyanlığın simgesi olarak belleklerde yer etmiştir.  Şekil olarak baktığımızda birbirini dik olarak kesen tam ortadan değil de yukarıya doğru iki doğrunun oluşturduğu biçimdir. Adeta bir dikdörtgenin iki kenarortayı, kenar orta dikmesidir. Yirmi asır önce, istavroz, dört çivi anlamına gelen “çarmıh”, namus lekeleyen bir ceza ve dehşetli bir ölümün aygıtı olarak kullanılmıştır. Romalılar, en büyük canileri çarmıha germe cezasıyla cezalandırıyorlardı. Maalesef Kâhinlerin hışmına uğrayan, Fısıh yemeğinden erken ayrılan Yahuda’nın gammazladığı İsa Peygamber de çarmıhla cezalandırılmıştır. Hıristiyan inanışına göre, çarmıhın üzerine Hazreti İsa çivilenip insanların kurtuluşu için ölümü zamanından beri, bu ceza bir kurtuluş imgelemi olmuştur. Bir başka ifadeyle istavroz, bir cezalandırma aracı olmaktan çıkıp, kurtuluş simgesine döndürülmüştür. Yani, aslında bir utanma nesnesi olarak “Çarmıh”, Kilisenin şanı olmuştur.Bir bakıma haç, gökyüzüne çekilmenin bir aygıtı olmuştur. Bu şekilde Asyavi tarzına aslına dönüşü de sağlamıştır. 

Evet, sevgili okurlar, “iyi talih” ya da “iyilik” anlamına gelen “Svastika”, galat söyleniş ile “Gamalı Haç’ın yanına bir de “Hitler”i resmettiniz mi olur sana Kutsal Roma Ya da Kutsal Cermen” İmparatorluğunun görkemi. Sembol, ünlü arkeolog Heinrich Schliemann’ın kapsamlı arkeolojik incelemeleri gibi çalışmalar sayesinde on dokuzuncu yüzyılın sonlarında gün ışığına çıkarılmıştır. Tarihî “Truva” kazı alanında kancalı haçı bulan Schliemann, Almanya’da bulunan çömleklerin üzerindeki benzer şekiller arasında bağlantı kurarak bu simgenin “uzak geçmişteki atalarımızın dinî simgesi” olduğunu tahmin etmiştir. Tabii Aryan ırkî özelliklerini de Taciklerle birleştirmekten geri durmamıştır. Yani açıkça söyleyemese de Türklerle. 

Yirminci yüzyılın başlarında çoğunlukla şans ve uğur sembolü olarak yaygın bir şekilde kullanılan “Svastika” Schliemann’ın çalışmaları ile  “Aryan kimliği”ve Alman milliyetçiliğinin simgesi olarak görülen “völkisch”hareketler tarafından sahiplenilmiştir.Cermen Mistisizmi, Cermen Paganizmi, konusunda bir uzman olan Alman gizemcilerin en ünlüsü olan Guido Von List; çeşitli tezleri kendi düşünceleri ile birleştirerek ‘ ‘’Aryanizm’’adını verdiği inanç sistemini ortaya çıkartmıştır. List, rünlerin (runik harfler)büyülü gücü olduğuna inanıyordu. Yıllarca süren araştırmaları sonrası bu düşünce doğrultusunda bir rün alfabesi hazırladı. 1908’de “The Secrets of the Runes” (Rünlerin Sırrı)adlı kitabında 18 harflik “rünik alfabesi”ni yayınlamıştır.[1]Akademisyenlerin reddettiği bu çalışma, sonradan başta “SS’in başı Himmler” olmak üzere tüm Naziler tarafından kabul görmüş ve Naziler kullandıkları çoğu simgeleri bu alfabeden seçmişlerdir. Alman halkının Aryan kültür mirası olduğu düşüncesi nedeniyle Nazi partisi, gamalı haçı ya da “Hakenkreuz’u (Alman kancalı haçı) 1920 yılında partinin resmî simgesi olarak kabul etmiştir. Bununla birlikte, Almanya’da gamalı haçı kullanan tek parti Nazi partisi değildir. I. Dünya Savaşı’nın ardından birtakım aşırı sağcı, milliyetçi hareketler de gamalı haçı kullanmıştır. Bir simge olarak ırksal “saflık” durumu ile ilişkilendirilmişti. Nazilerin Almanya’da iktidara gelmesiyle beraber gamalı haçın çağrıştırdığı anlam sonsuza dek değişti.

Adolf Hitler, Kavgam adlı kitabında biçimlendiği şekilde Alman bayrağının, seçim posterlerinin, pazubantların, madalyaların ve ordu ve diğer kurumlar için üretilen rozetleri üzerinde yer alan gamalı haç, Nazi propagandasının en çok tanınan simgesi olmuştur. Yahudiler ve Nazi Almayasının düşmanları için korku uyandıran güçlü bir simge olan ‘gamalı haç’ Aryanlar arasında gurur kaynağı olduğu gibi,  o zaman ki dünya nüfusunun kırkta birine yakın 75 milyona insan yaşamını yitirdiği tarihin en kanlı II. Dünya Savaşının da nedeni olmuştur. 

Oysa ‘Svastika’ Adolf Hitler’in Nazi bayrağını tasarladığı tarihten en az 5.000 yıl önce kullanılmaktaydı. İlk olarak Neolitik Avrasya’da görülen bu motifin “kancalı haç”, daha doğrusu “kancalı kenar orta dikme” güneşin gökyüzündeki hareketini temsil ettiği biçiminde de düşünülmektedir. Günümüze kadar Hinduizm, Budizm, Jainizm ve Odinizm gibi inanç sistemlerinde kutsal bir simge olarak kullanılmıştır. Türkistan, Hindistan ya da Endonezya’daki tapınaklarda ya da evlerde sıkça görüldüğü bilgisi bende vardı, peşine düştüm.  Ayrıca bir bilgi daha vardı. Seferden dönen 1402 yılında Osmanlı’yı fetret devrine sokan Emir Timur, Türkistan vilayeti Farabî’nin doğduğu yer “Farab / Otrar”’daki ılıcayı bir “nekahethane” olarak kullanmıştı. Hemen tüm Türk Hakanlarında bu gelenek var idi. Burada ve ikametgâhlarındaki banyolarda yer karolarını ve göbek taşını bu şekillerle tefriş ediyordu. Yani anlayacağımız, İyi talihe inanıyordu. Farab / Otrar’daki ılıca’yı buldum, svastikalı yer karosu yoktu ama girişte koydukları levhada bu konuda bilgi veriliyordu. Açık hava müzesi görünümündeki ılıcaya büyük baş hayvanlarla birlikte girdik. İlkel bir Urfa/Göbeklitepe görünümündeydi. Sevindim. Aradığımı bulmuştum. Çünkü Tarihçi doküman detektifidir, belge müfettişidir. En azından bunu ispatlamıştım. 1200’li yılların başında Cengiz Han çevre ülkelerin büyük kısmını haraca bağlamıştı. Farab / Otrar kenti, Moğolları döneminin ileri teknolojisini kullanarak savaş makinası haline getiren Cengiz Han tarafından taş taş üzerinde kalmayacak derecede yerle bir edilmiş, bir anlamda adeta yok edilmişti. Daha sonradan Buhara ve Semerkant’ı da alan Cengiz Han Türk tarihindeki göçleri tetiklemiş ve sonucunda Harzemşahlılar Anadolu’ya göç etmişler, burada Selçuklu Türkleriyle savaşıp ve yok olmuşlardır.  

Kazakistan’ın Türkistan kentinde bulunan Ahmet Yesevi (1093-1156) Türbesi’nin ana kapısının iki tarafında gördüğüm Svastika’dan sonra Masal şehir Hive’de de aradığım “Svastika’yı bulmuştum. Hem de tahta sütunlar üzerinde. Onun hikâyesi de şöyle: Yaklaşık bin yıllık, özgün hali önemli oranda korunan, İslam Medeniyetinin Zirve kentlerinden büyüleyici bir şehir Hive gerçekten beni de büyüledi. İçan Kale (Itchan Kala) Surları ile çevrili tarihi kent, dünya miras listesinde yer almaktadır. Kale içinde tüm otellerin neden dolu olduğunu o mistik havayı gördükten sonra daha da iyi anladım. Batının tam da düşlediği gibi, bin bir gece masallarındaki uçan halı, Sinbat, Alaattin sanki buraya gizlenmiş, bir minareden çıkacakmış gibi geliyor insana. Kale içindeki camiler, medreseler, hanlar, oteller küllî özgün, hanlar içinde alış veriş mekânları ile bütünleşmiş adeta, tam bir açık hava müzesi. 1970’lerden sonra girişilen yenileme işleriyle turistik bir kent olma yolunda maya gerçekten tutmuş. Doğrusu buradan Özbekistan Türkü dostlarımıza “Bravo” demek kalıyor bize. Bir anda kendimi Cuma mescidinde buluyorum. Değerli dostum Prof. Dr. Mevlut Uyanık “Türkistan İzlenimleri III” başlıklı yazısında bu yeri başkaca lafa gerek kalmayacak şekilde şöyle özetlemiş:[2]

“Cuma Mescidi: iki bin kişinin aynı anda namaz kılabileceği büyüklükteki 212 ahşap sütun üzerine kurulu camideki işlemelere hayran olmamak mümkün değil. Zaten ahşap işlemeli kapıdan girdiğinizde büyüleniyorsunuz. İçeride hiçbir sütün diğerine benzemiyor ve birbirini kapatmıyor. Herkes imamı görebiliyormuş. Ortasında küçük bir havuz ve şadırvan var, zaten Cuma mescidi olmanın bu şartı varmış, tepe de aydınlanma için bir açıklık bırakılmış. Köhne ark denilen saray, bir duvarla iç kaleden ayrılmış, minaresi yine yeşil, turkuaz ve sarı çinilerle bezenmiş.”

Bu camiden sonra girmiş olduğum, dinî ilimlerin yanı sıra matematik ve astronomi alanlarında eğitim verilmiş ve önemli uzmanlar yetişmiş olan Muhammed Rahimhan (Hanlığı :1806-1825) Medresesinde aradığımı bulmuştum. Bir tahta sütun üzerinde Türklerin “iyi talih” ya da “iyilik” ve vahdet-i vücut atfettikleri “svastika”yı bulmuştum. Hakikaten büyülenmiştim. Az ilerisinde de “H” sembolü vardı. MÖ 10.950 yıllarında yapıldığı düşünülen üç ay önce ziyaret etmiş olduğum Urfa Göbeklitepe’de de H” sembolünü görmüştüm. “H” sembolleri parlak yıldızları ya da kutup yıldızlarını ve ayrıca ayın evreleri olarak da yorumlanabileceği gibi bir astronomik anlamı bulunmaktaydı. Göbekli Tepe’deki sembolleri astronomik yönden inceleyen Edinburgh Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nden; Martin B. Sweatman ve Dimitrios Tsikritsis’in yaptığı bir araştırma, dünya genelinde manşet olmuş ve arkeologlar arasında büyük bir tartışma yaratmıştı. Bu iki, astronom, Urfa/Göbeklitepe’de yaklaşık 13 bin yıl önce gerçekleşen meteor çarpma hadisesi ve ardından gelen büyük bir felaket (Yak. MÖ 10 bin 900 – 9 bin 600 arasındaki kısa soğuk dönem; Genç-Dryas dönemi)T biçimli sütunlar üzerinde betimlenmiş olduğunu iddia ettiler.[3]

Anımsayınız, Ankara Esenboğa havaalanının bulunduğu yer Timur-Beyazıt kapışmasının arenasıdır. “Esenboğa“ Timur’un ordusunda bizi perişan eden meşhur fillerin bulunduğu askerleri komuta eden İsen Buga”nın günümüzde söyleniş biçimidir. Timur sadece daha kuruluş yıllarında Papa’nın istemiyle Anadolu’ya gelmiş Osmanlı’yı fetret devrine soktuğu gibi, Altın Orda devletini de yıkarak, dünyanın kalpgâhında Rusları aşiret devleti olmaktan çıkartıp bir dünya gücü olmasını da sağlamıştır.Bütün Türk boylarını birbirine muhalif kılan Rusya’yı dünya gücü haline getiren temelde Emir Timur’dur.  

Ulu Önder Atatürk tarafından Nutuk’ta ifade edildiği gibi, “damarlarımızdaki asil kan”lafı öyle yalap şalap söylenmiş bir laf değil özdeyiş mertebesindedir. Uygarlık yolunda bizlere çelme atanlar, durduranlar ya da bizi birbirimize düşürenler Türk’ün başına türlü gaileler ve çoraplar örmeğe çalışmışlar, bugün de aynı marifetlerini sergilemeye çalışmaktadırlar. Naziler yüzünden, insanlar için sadece vahşeti, savaşı ve kanı çağrıştırır hale gelen bu simge, yine Türkiye-Azerbaycan ve Türkistan eklemlenmesiyle tüm dünyada iyiliği, şansı temsil eden ve mutluluk getirdiğine inanılan bir sembol haline gelebilir, diye düşünüyorum. Bana kalırsa her şeye karşın “Svastika sembolü” barışla özdeşleştirilmelidir. Nazilerin adını kirlettiği bir mutluluk sembolü olan “Svastika” geleceği de aydınlatacaktır. Hiç endişe etmeyelim yarınlar bizim…

Dipnotlar

[1]Arslan Ural Karabağlı, “Nazilerin Adını Kirlettiği Bir Mutluluk Sembolü“, 10 Aralık 2014 Svastika”https://onedio.com/haber/nazilerin-kirlettigi-bir-mutluluk-sembolu-svastika–417203/Erişim Tarihi 29 Mayıs 2019/

[2]Mevlut Uyanık, “Türkistan İzlenimleri III: İbn-i Sina ve Şah-ı Nakşibend’in Şehri Buhara” Kırmızılar, 20 Mayıs 2019/https://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/4256-turki-stan-i-zleni-mleri-iii-i-bn-i-si-na-ve-sah-i-naksi-bend-i-n-sehri-buhara/erişim Tarihi 29 Mayıs 2019/

[3]https://www.aktuelarkeoloji.com.tr/gobekli-tepedeki-semboller-astronomik-anlamlar-mi-tasiyor/ErişimTarihi 29Mayıs 2019/ 

 
 
 
 
Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen