Aklın “Murdar” Olması, Akıl Tutulması

Ömer AĞAÇLI 

Aklın murdar olması konusunu Kur’an’daki Yunus Suresi 100 ayetten aldım.. Yunus 100 ayette: “ Allah, pisliği, huzursuzluğu, azabı akıllarını kullanmayanların üzerine kor.” Denilmektedir.

Kur’an daha başlarda 2/242 ayette: “ Allah, akıllarınızı kullanmanız için size ayetlerini ( işaretlerini, ilkelerini) böyle açıklamaktadır.” Diye vahyin insan aklına düşünmesi için yol gösterdiğini söylemektedir.

Evet! Vahiy ( ilahi akıl) insan aklına yol göstermekte, ve aklın doğru hükümler verebilmesi için onu eğitmekte ve desteklemekte, diye düşünüyorum. Öte yandan aklın işleyişini engelleyen içsel ve dışsal tüm faktörleri de önüne koyuyor ve insanın bunlarla mücadele ederek aklın körleşmesini önlemeye çalışıyor. Oysa insanlar genelde olağanüstü mucizelere inanarak, kör bir imanla, tembel tembel yaşamayı tercih ederler. Anladığım o ki Kur’an mucize taleplerini reddetmekte ve sürekli aklı işletmeyi emretmektedir.

Aklın işlemesi, aklın özgürleşmesine bağlıdır. İslam kelimesinin din alanındaki tam karşılığı özgür olma halidir. Özgürlük, içimizden ve dışımızdan gelen ve bizi köleleştirici emirlere hayır diyebilme gücüdür. ( Ali Osman Gündoğan’dan alıntı)

O halde aklın ve özgürlüklerin önündeki engeller nedir? Modern bilim paradiğmasına göre düşünen, materyalist kafalar, Zaman zaman AKLIN VE ÖZGÜRLÜKLERİN ÖNÜNDEKİ ENGELİN DİN OLDUĞUNU söylüyorlar.

Biz de bunun üzerine aklı murdar eden husular üzerinde kimi şeyler söylemeye çalışacağız.

Aklın murdar olmasına bağnazlık ismi verilir. Bağnazlık, insanın gerçekte olmayan şeylere inatla taraftar olması halidir. Bu da insanın böyle bir hal üzere olmasıdır. İnsanın gerçek olanla gerçek olmayanı birbirinden ayırtedememesidir. Zihinsel sefalet içine düşmesi ve gerçekte olmayanları öne çıkartıp, bunlara inatla bağlanması ve dolaysıyla gerçek olanı inkara yönelmesidir. NECATİ ÖNER MERHUM bu konuda “ İnsanı tam tanımama, onun yaratılmışlar arasındaki yerini, durumunu, gücünü, yetkisini tam ve yetkin olarak bilmemekten ortaya çıkan, bütün zihin illetleri…” demiştir.

Gazali’nin bağnazlığa savaş açtığı biliniyor. “ İTİKATTA ORTA YOL” adlı eserinde bu konudaki sözleri açıktır. O’na göre bağnazlığın kaynağı insanın iç dünyasına, zihni ve kalbine yerleşmiş batıl bilgilerdir.” Demiştir. Hazret diyor ki: Bağnaz kimselerin sorunu aklın önündeki delilleri bilmemekten ve bilgi noksanlığından ileri gelmez. Bu kimseler batıl şeyleri bile bile benimsemişlerdir. Bağnazlığın tedavisi çok zordur, uğraştırıcıdır. Müzminleşmiş hastalıklar gibi zordur. Çünkü bilgi yetersizliğinden kaynaklanan yanlış hükümler verilebilir, bunlar mazur görülebilir, fakat gerçeklere karşı gösterilen bağnazlık ve bundan ileri gelen inat ve saplantı ise hiç bir mazerete sığınamaz. 

İnsanın varoluş karşısındaki durumu ele alındığında onun kültür üreten bir varlık olduğunu söyleyebiliriz. İnsan varoluşu kültür vasıtasıyla hisseder, yaşar. Dünyada her şey beşeridir. Bilgi denilen kavram insanın varolanları tanıması ve onlar hakkında hüküm vermesidir. İnsanın varolanları tanıma çabası bilgi türlerini ortaya çıkarır. Bilgi türleri kültür unsurlarıdır. Sonuçta insan edindiği bilgi türlerine dayanarak davranış ve fiiller sergiler. İnsan edindiği bilggi türlerine göre zihnini şekillendirir, zihniyet ortaya çıkar. Zihniyet ise insanın maddi, manevi halini belirler. İNSAN KAFASININ İÇİNDEKİ ZİHNİYETTEN İBARETTİR. Bağnazlık denilen kavram da zihnin bir halinden başka bir şey değildir.

Burada açıklamaya çalıştığımız zihnin hallerinin nasıl belirlendiğidir. İnsanın zihin halleri onun ruh halleriyle ilişkilidir. Zihin halleri, ruh halleri ve idrak arasında doğrudan ilişkiler vardır. Akıl kavramının özü ruhtur. Akıl, ruhun bilme yetisidir. İnsan hangi ruh halinde ise onun zihninin hali değişir. Sonuçta algılar da ona göre olur.

Ruhunmahiyetini bilmek mümkün değildir. Din alanında ruhun mahiyeti hakkında yani onun ne olduğuna ilişkin birşey söylemek zordur ve hatta imkansızdır. Sadece ruhun Allah katından olduğu söyleniyor. Ruh konusunu araştıranlar da ruhun hallerinden söz edebilyor. Ve ruhun arınmışlık derecelerine göre haller gösterdiğini söylüyorlar.  Ruhsal yönden arınmış, saf duruma gelmiş kimselerin idraklerinin yüce ve yüksek olduğu bir gerçektir. Nitekim peygamberler ruhen arınmış oldukları için onların idrakleri yüce ve yüksektir ve bu nedenle Allah’ın mesajını alabilecek durumda olmuşlardır. Kutsak metinlere bakınız hemen hemen hepsinde insanın ruhen yücelmesine sürekli vurgu vardır.

Gelelim nefs kavramına, nefs ruhun bir halidir. Nefs kelime olarak hayvan anlamındadır. Bu bağlamda nefs, hayvani ruh haline tekabül eder. Hayvani ruh halleri ruhun en düşük düzeydeki halleridir. İnsanın ruhen ya da nefsen arınması deyimi, hayvani ruh hallerinden , içgüdü ve dürtülerden yakayı kurtarmasıdır.

Bağnazlık denilen hal de aslında insanın içinde bulunduğu düşük nefs seviyesinde ortaya çıkmaktadır. Yani idraksizlik işte bu sebeplerden ileri gelmektedir.

Gazali bağnazlığın insan zihninde ve kalbinde yerleşmiş batıl şeylerden ileri  geldiğini söyler. Bu sözü şöyle açmak istiyorum: Evet insan çevresinin mahsulüdür. İnsan çevresinin ruh hali içinde onun etkisindedir. İnsanın asıl anlayamadığı budur. Bu halin farkında bile değildir. Bilgi, bilinç çevrenin ruh haline göre ortaya çıkar ki bu bilgiler kültürü oluşturur. İnsanın zihnine çevre yükler yani kültür. Düşük seviyelerdeki muhitlerde yetişenlerin bir türlü kafalarını ve kalplerini toparlayamaması bu yüzdendir.

Bağnazlık elbette sağlıklı bir hal değildir, marazi bir haldir. Bağnazlıkta deliliğin bütün araz ve belirtileri vardır. Bunların içinde en baskını da inattır. Bağnazlık inatı türetir ve sonra inatla el ele vererek diğer rezillikler ortaya çıkar. Bağnazlıkla inat birleşince aklın ve ilmin reddettiği bütün çirkinlikler, tutumlar, saplantılar, ölçüsüzlükler üremeye başlar.

Bağnazlık kavramı bizim kültürümüzde ve diğer kültürlerde genelde din alanıyla ilişkilendirilir. Bu çok yanlış bir hükümdür. Oysa beşeri tüm alanlarda bağnazlık boy gösterir. Yani her alanın bağnazı vardır. Din alanı sadece bu alanlardan biridir.

Şimdi ayaklarımızı yere indirelim ve bağnazlığın pratik hayattaki tezahürlerini ortaya koymaya çalışalım. KÜFÜR BAĞNAZLIĞI: İnanç alanında ortaya çıkan bir bağnazlıktır. Dini doğru kavrayamama yani dini akıl dışı yorumlama, anlama bağnazlığdır ki günümüze çok önemli hale gelmiştir. Küfür bağnazlığı ayrı bir çalışma konusudur. Burada ortaya konacak bir konu değildir.

MEZHEP BAĞNAZLIĞI:Aynı dine inanan insanların Allah’ın mesajını farklı yorumlama sonucu ortaya çıkan bir bağnazlık türüdür. Mezhepler sonuç olarak birer beşeri anlayışlar, yorumlardır. Başlangıçta bir kimsenin veya bir gurubun yorumu olarak ortaya çıkmıştır. Bunlar birer yorum değilde mutlak doğru olanlar gibi görmek son derece yanlış durumlardır.. Mezhepleri din gibi ilahi kaynaklı görmek tarihte ne acılar yaşatmıştır.

İtikatlar alanında yaşanan bağnazlıkların yanı sıra son yüzyılların eseri olan ideoljiler ortaya çıkmış, insanlar bu idelojiler denilen deli gömleklerini giyerek ne acılar yaşamış ve yaşatmıştır. Modern zamanlar aynı zamanda ideolojilerin çarpıştıkları bir dünyadır. İdeolojiler insanın fikir ürünü olan düşünce şablonlarıdır. Fikir ise gerçekliği olmayan düşüncelerdir. Bu nedenle bilimle çatışır. Bilim, kendi den bağımsız bir obje ile ilgilidir. Fikir ise kendi objesini yaratır. Bu objede varoluşta yoktur. Tümüyle insan zihninin ürünüdür, zihnin ürettiği müphem şeydir.

IRK, AİLE, SOY SOP BAĞNAZLIĞI: İnsanlık tarihi kadar eski bir illet olan bir bağnazlık kaynağı da kendi ırkını, kendi soy ve ailesini üstün görme ve diğerlerini hor ve hakir görme marazi durumudur. Büyük İslam Sufisi İbni Arabi bu konuda çok ciddi sözler söylemiştir: “ İnsanlar temsil bakımından eşittirler. Babaları adem anneleri havadır. Eğer insanlar soyları ile övüneceklerse o zaman çamur ve suyla övünsünler. Soyla övünmek fazilet zannediliyor. Fakat asıl fazilet ilim sahibi olmaktır. Her insanın değeri ilim ve hizmetle ortaya çıkar. Salih amel, hizmettir.” Demiştir.

MESLEK BAĞNAZLIĞI:  Bir de meslek bağnazlığı vardır ki hepimiz bunun bir marazi hal olduğunun farkında bile değiliz. Aynı mesleği edinenler kendi çıkarlarına uygun olarak birlikte nefsani tutumlar gösterirler. Böyle gurupların içindeki insan zamanla akıl yönünden vasat bir düzeye iner ve aklı zamanla donuklaşşır.

CEMAAT BAĞNAZLIĞI:  Cemaat bağnazlığı denilince akla hemen din alanı gelir. Cemaatin oluşmasında din kavramı kullanıldığı için bu tür yapılar ilahi guruplar gibi gözükebilir. Fakat dış görünüşe aldanmadan iç dünyalarına bakınca hiç dinle ilgisi olmadaıklarını görürsünüz. Hayal ve halüsünasyon dolu hurafe dünyası olduklarını görürsünüz. Bunlar din motifi kullanarak magic zihniyetli kimselerin bir topluluğudur. Bu tür cemaatvari ilişkilerde zaten intisap etmişlerin zihin halleri mitik zihniyet halleridir. Bu kimseler böyle yapılara dahil olduklarında zihni kognisyonları öyle şablonlaşır ki, sanki bu insanların akılları tatile gitmiş gibidirler. Tarihe bakınız cemaatlerden yetişmiş bir tane ne alim ne arif ne de kamil bulabilirsiniz. Şu kadar ki bağnazlık nefsin akla hükmetmesiyle ortaya çıkmaktadır. 

Bağnazlık din alanında şeytanlarla dostluk etmekle ortaya çıkıyor.  Bağnazlık aklın perdesidir. 

Kur’an şu ayetlerle insanları ikaz etmektedir: 

58/19: “ Şeytan onları kuşatmış, onlara AllahI anmayı unutturmuştur. Onlar şeytanın hizbi( dostları) durlar.”

4/119: “ Kim Allah’ın yerine şeytanı dost tutarsa, kesinlikle ziyandadır.”

Son sözler olarak şunları söylemek mümkündür. Akıl, manevi bir cevherdir. Akıl, ruhtur. Ruh ilahi alemdendir. Ve Allah’a en yakın mertebededir. Ahlak ruhun fıtratıdır. İnsan ahlaki değerlere göre yaşamazsa aklı işlemez. Zihin diğer kuvvetlerin vehim, hayal kuvvetlerinin etkisinde kalır. İnsan ruhunu nefsin elinden almadan aklı işlemez. İnsanlığın hala anlayamadığı hakikat budur. Değerli Nevzat Tarhan diyor ki: “ Bencil insanlarda zihinsel körlük vardır, realite körlüğü, kendi hatalarını bile göremez.” Aklın murdar olması, yani kör olması nefsin bütün illetlerinden insanın yakayı kurtaramamsıdır.

Nefsin bütün huyları aklı perdeleyen perdelerdir. Nefsten kurtulmak sadece din yoluyla olur. Dini hesaba katmadan insan nefsiyle baş edemez. Din, nefsi terbiye ederek insanın manevi boyutunu ortaya çıkartır. Özgürlük aslında akıl alanında başlar. Asıl özgürlük, insanın nefsinden kurulmasıdır. İçsel özgürlüğü sağlamadan dışsal özgürlük sağlanamaz. Dışarıdan gelen tarih, toplum, tabiat gelenek, kültür unsurlarıyla mücadele etmeden, onların zincirlerinden kurtulmadan akıl çalışmaz. Dış faktörler insanın tabi olduğu sürülerdir. Ve her biri akla vurulmuş pranga ve zindanlardır. İnsanlar, kültürel şartlanmalar ve geleneklerle kör düğüm olmuş durumdadır. Dinden manevi destek almadan bunları kırmak zordur. GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ AKLIN VE ÖZGÜRLÜKLERİN ÖNÜNDEKİ ENGEL DİN DEĞİL, DİNDEN DESTEK ALMAMAKTIR.  YUNUS EMRE NE DEMİŞ: “ NEFSTİR SENİ YOLDA KOYAN, YOLDA KALIR NEFSE UYAN.” NEFS, DİNLE YENİLİR GERİSİ HAYAL VE AVUNTUDUR.

HAYATTA EN ACIKLI ŞEY, BİR İNSANIN PROBLEMİN KENDİNDEN KAYNAKLANDIĞINI FARK  EDEMEMESİDİR…

Yazar
Ömer AĞAÇLI

Aksaray doğumlu, Ankara Devlet Mühendislik Akademisi İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunu. Daha sonra işletme masteri yaptı. Kamu da çalıştı... Emlak Kredi Bankası’nda mühendislik, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde imar başkanlı... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen