Hezarfen

Cahit GÜNAYDIN

Farsçadaki “hazar” yani “bin” sözcüğü ile, Arapçadaki “fann” yani “beceri, hüner, teknik” ya da kısaca “fen” anlamındaki sözcüğün birleşiminden geliyor. Yani “bin fenli” demek… Birden fazla alanda uzmanlaşan kişilere verilen bir isim. İngilizce karşılığı “polymath”. Bu sözcük de Yunancadaki “poly” yani “çoklu” ve “math” yani “teknik” anlamındaki “mathematike” sözcüğünün birleşmesinden geliyor. “Çok teknikli”, “çok yönlü” deme. Günümüzde ise bilim o kadar spesifik dallara ayrılıp özelleşti ki, tek bir dalda bile uzman olmak müthiş zorken, çok sayıda bilim dalından anlamak akademik anlamda pek mümkün gözükmüyor. Bu nedenle Yenileşim atölyeleri (iLab) öncelikle “interdisipliner” (uzmanlıklar arası), sonra “multidisipliner” (çok uzmanlıklı) çalışma sahalarından oluşuyor. Bu dalların hepsinden bir şeyler anlamanız gerekiyor. Kısaca, “hezarfen” olmanız gerekiyor. Digital Think Tanks- sanal düşünce ağlarında çok uzmanlıklı ve uzmanlıklar arası düşünce alışverişi hızlanıyor . Zaten Cern de doğan internetin amacı da bilgi alışverişi değil mi? Şu anda okuduğunuz sanal düşünce ağında öyle hezarfenler var ki . Sadece bir sponsorun buradaki düşünceleri projeye dönüşecek bir finansman sağlamasına bağlı. Tarihimiz de hezarfenlerin yarattığı bir altın çağ var. Frederick Starr ‘ın KAYIP AYDINLANMA ve Ahmet Zeki Veli Togan UMUMİ TÜRK TARİHİNİ GİRİŞ kitaplarında referanslarını göreceğiniz altın çağ 780 de Hezarfen Elharezmi’nin doğuşu ile başlıyor ve Hezarfen  Ali Şir’in 1501 yılında ölümüne kadar düşük yoğunlukla sürüyor. Karahanlılar devleti hükümdarı Uluğ Buğranın desteklediği Hezarfen Kaşgarlı Mahmut ve Hezarfen Yusuf Has Hacip ile Türk hanınDüşünce Dünyasının doruklarına ulaşan eserler verilirken Gazneli Mahmut’un desteklediği Biruni 30 eserle hint, çin, arap, fars, yunan, Türk, mısır, Mezopotamya bilimsel eserlerini sentezleyerek yine Türk Harşemşahlar hakanlarının desteklediği hezarfen İbni sina ile bilimsel müzakerelerinde başka gezegenlerde hayatın olup, olmadığı tartışıyor ve bilimsel özgürlük düşüncede zirvelere ulaşılıyordu. Selçuklu Sultanı Melikşah ve sonra Sultan Sencerin desteklediği matematikçi hezarfen Ömer Hayyam  algoritmik düşüncede ki yaratıcılığına asırlarca ulaşılamıyor. O dönem ALGORİTMİSTLER diye Avrupa da takipçiler ortaya çıkıyor. Timur’un torunlarından hezarfen Uluğ bey on iki üniversitede on bin öğrenciye burs veriyor ve bunların beş yüzü matematikçi. Hezarfen Uluğ bey üniversite kapısına “bilim öğrenmek her müslümana farzdır” yazıyor. Şerefli oğlu Ali Kuşçu ile yazdığı astronomi kitabı ve rasathanesinin gezegenlerinin konumları hesaplama hassasiyeti bugün bile şaşkınlıkla karşılanıyor. Ayda ki bir kraterin adı Uluğ bey. Fatih Sultan Mehmetin daveti ile Ali Kuşcu yüzlerce deve ile “Horasan hezarfenler aydınlanma çağı “ birikimini İstanbul’a taşıyor. Bu bilimsel birikimin gücü ile Osmanlı İmparatorluğu 17 yy. kadar rekabet ediyor. Hezarfen Mir Ali Şir’in bilim ve sanat insanlarına verdiği destek ile bugüne kadar hiçbir varlıklı kişi ,aile yarışamadı, Mediciler dahil.

Horasan Hezarfenler Aydınlanma Çağı bilimsel çekim merkezleri Semarkant, Merv,  Hive, Taşkent, Belh,  Kaşgar,  Balasun idi. Horasan Hezarfen Aydınlama çağını doğuran nedenlerden biri saydığımız illerdeki Kütüphanelerinde o dönemde dünya da ne kadar bilimsel eser var ise kopyalarının  bulunması idi. Diğer en önemli neden ise Hükümdar ve Beylerin hezarfenlere neredeyse sınırsız kaynak sağlaması idi. Gazneli Mahmut’un oğlu Mesud hezarfen Biruni’nin son eserine bir fil yükü kadar gümüş ödemişti.

A.Z.V.Togan’ın Umumi Türk Tarihine Giriş kitabından  BİRUNİ hakkımda ki alıntıyla devam edelim “El Biruni bütün dünyanın ortaçağlarda yetişmiş en büyük ilim simalarından biridir.İlim tarihinde mesela G.Sarton’un esrinde 11.asrın ilk yarısı “EL-Biruni devri” tesmiye edilmektedir. En çok riyaziyat ve tabiat ilimleriyle meşgul olmuş, fakat en büyük keşifleri , bu sahalarla beraber . coğrafya ve kültür tarihine ait bulunmaktadır

Türkçenin sahipkıranı Mir Ali Şir Nevâyî çok zengindi. Servetini bilim ve sanat için harcamıştır. Bu açıdan bakıldığında dünyada eşi ve benzeri yoktur. Horasan’da 370 parça hayrât inşa etmişti. Bunlardan 90’ı kervansaraydı. Bu hayrât içinde mescitler, camiler, tekkeler medreseler, köprüler vardı. Semerkand’dan çıkan meşhur tarihçiler Abdurrezzak Semerkandî, Devletşah gibi çok sayıda bilim adamı, şair ve sanatçının yetişmesinde yardımcı oldu. Nevâî 1469’a kadar Semerkand ın bilim ve sanat merkezi olmasını destekledi.

KRONİK KİTAP dan yayınlanan üç farklı ABD başkanınaOrta Asya konusunda danışmanlık yapan Frederick Starr ‘ın Kayıp Aydınlanma kitabı sayfa 659 dan bir alıntı ile devam edelim.

“ Orta Asya’nın yeni devletleri egemenliklerinin sürdürülebilirliğini kanıtlamışlardır. Bölgenin her noktasında gayet iyi eğitim almış olan gençler bulunmaktadır. Bu eğitim sayesinde hem daha geniş bir dünyanın düşünceleri ve alışkanlıklarıyla, hem de kendi ihmal edilmiş entelektüel ve kültürel mirasıyla tanışmışlardır. Atalarının bir çok araştırma alanında dünyaya öncülük ettikleri aydınlanma çağı  kendi kültürleri ile tanışmalarında merkezde olan dönemdir. 

Bu destansı çağ geçmiş olabilir ama bugün gençler tarafından keşfedildiğine dair belirtiler vardır. Her zaman olduğu gibi eski alışkanlıklar ve beklentiler canlandıkça gözler daha ilerideki ufuklara çevrilmektedir.”

Ben demiyorum üç farkı ABD başkanına Türk tarihi konusunda danışmanlık yapan F.Starr diyor. Neden ABD başkanları Türk tarihi ile bu kadar ilgili. Hadi Rusları,  Çinlileri , Avrupalıları anladık.  Tarih bilinciniz olmadan geleceği şekillendirme olasılığınız düşüktür. Oğuz Törüg Uzgörüsü için dört değişmez ilkemiz ( Köni,Uz,Tüz,Kişi ) etrafında çağdaş hezarfenler şu anda okuduğunuz sanal düşünce ağlarında bir araya gelebilirse #Tuva2040 Asya’nın hem coğrafi hem de düşünce tamgası olabilir.

Karahanlılar Hükümdarı Tamgaç Buğra Hanın desteklediği Hezarfen Kaşğarlı Mahmut ve Yusuf Has Hacip Türk Düşünce Dünyasının dorukları olan eserleri “ yenileşim iklimi” sayesinde veriyor. Gazneliler imparatorluğu SULTAN Mahmut ve sonra oğlu Sultan Mesudun desteklediği Hezarfen Buruni 30 bilimsel araştırma yapıp, kitapları ile ölümsüzleşerek UNESCO tarafından evrensel deha ilan ediliyor. Hem Hükümdar, Hem hezarfen  Uluğ bey kurduğu üniversitlerde onbin öğrenciye burs verirken bunları beşyüzü matematikçi olup, kurduğu rasathane bugün Nasa sı ile kıyaslanabilir. Şerefli Oğlu öğrencisi hezarfen Ali Kuşçu ile yazdığı astronomi kitaplarında ki hesaplamalar bugün bile geçerli. Hezarfen Ali Kuşcu yüzlerce deve yükü ile horasan hezarfenler aydınlanma çağı eserlerini Fatih Sultan Mehmet’in daveti ile İstanbula taşıyor. 

Hazerfen Ömer Hayyam’ın yaşadığı dönem, kendisi gibi çağları aşan ve tarihin gördüğü HAZERFENLERİ yaratacak sosyo – kültürel altyapıya sahipti. Kendi tarihinin belki de en aydınlık dönemlerini yaşayan felsefenin hak ettiği ilgiyi gördüğü, Selçuklu saraylarında ise sentez bir HORASAN aydınlanma kültürü (Türk – Hint – Arap – Çin – Bizans) oluşmaya başladığı bir dönemde yaşayan hazerfenler, böylece nispeten yansız ve bilimsel bir öğrenim görmüş, felsefeyi günah saymayan bir toplum içinde özgürce felsefe ile ilgilenebilmişti. İbn-Sina, Farabi, Elharezmi, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Ali Şir, Uluğ bey, Ali Kuşçunun duygu ve düşünce dünyasını anlamak için ise Ömer Hayyam ın rübailerini okumak gerek.

Hazerfen Mir Ali Şir’in bilim ve sanatı destekleyerek; Medici etkisinden çok önce Hazerfen Ali Şir etkisini yarattı Türk beyleri. Kılıçla ülke feth edebilirsiniz ama bilim ve sanat ile insanlarını gönlüne girebilirsiniz. Türkçenin sahipkıranı Mir Ali Şir’in son eseri gönüllerin sevgilisinde Horasan Hazerfenler aydınlanma çağının neden, nasıl erdiğini yazıyor asırlar önce. Biz Melikşah’ın takvimine bakalım .

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah tedbirli, ileri görüşlü ve istişareye önem veren bir hükümdardı Selçuklu devlet teşkilâtı onun zamanında mükemmel bir şekil aldı. Bilimsel ve kültürel faaliyetler onun döneminde zirveye ulaştı. Bağdat’ta Câmiu’s-Sultan adıyla bilinen bir cami, İsfahan’da bir rasathâne, çeşitli yerlerde köprü, ribât, imaret, bîmâristan, hisar ve kaleler; İsfahan, Basra, Nîşâbur, Herat, Merv, Belh, Musul ve Taberistan’da zengin kütüphanelere sahip Nizâmiye medreselerini yaptırdı. Merv’in etrafını surlarla çevirtti. Melikşah kendi adı ile anılan Celâlî takvimi adı verilen güneş takvimini Ömer Hayyam ın ekibine hazırlattı. Ömer Hayyâm ile diğer bilim adamları yaptıkları çalışmalar sonucunda Yezdicerd takvimini düzeltmek yerine mevsimlere tam uyum gösterecek yeni bir takvim düzenlemenin daha doğru olacağına karar vermiş, böylece güneş yılı uzunluğu 365,2424 (modern ölçümlere göre gerçek uzunluk 365,2422) gün ve dolayısıyla hata payı 5000 yılda 1 gün olan Celâlî takvimi ortaya çıkmıştır. Heyet ayrıca Zîc-i Melikşâhî adlı bir zîc hazırlamış, kurulan rasathâne ise Melikşah’ın ölümüne kadar faaliyetini sürdürmüştür. Ömer Hayyâm, daha önce Gazneliler devrinde Birûnî tarafından bulunup kullanılan Su Terazisini de yapmış ve kullanmıştır. Matematik, Fizik, Astronomi, Metafizik ve Felsefe konularında 10’a yakın eseri ve risalesi (bilimsel makale) bulunan Hayyâm, gerçek bir Matematik bilginiydi. Cebir (Aritmetik) konularını içeren “El-Cebr” adlı kitabı pek çok Batı diline çevrilerek basılmış ve onun zamanımızdan dokuz asır önce bulduğu denklem çözümleri, Yüksek Matematik okutulan Batı üniversitelerinde ders konusu olmuştur.Ömer Hayyâm, yaşadığı dönemde “Hoccetü’l Hak” (Gerçek Belge, tam gerçeğe ulaşmak için başvurulacak birinci belge) diye anılıyor ve zamanın aydınları kendisine büyük saygı gösteriyorlardı. 

Hayyâm’ın genelde matematiğin ve özelde analitik geometrinin gelişimi üzerindeki etkisi çok büyüktür; üçüncü dereceden denklemlerin çözümünde geometrik yaklaşımı benimseyen Descartes’a kadar Batı matematiğinde aşılamamıştır. Onun matematiğe ilişkin araştırmaları ve bilhassa sayılar kuramı Öklid’in beşinci postülatı ve cebir alanında yoğunlaşmıştır. Elementler’e dair yaptığı bir yorum olan Risâle fî şerḥi mâ eşkele min muṣâderâti Kitâbi Öḳlîdis’te işlemler sırasında irrasyonel sayıların da rasyonel sayılar gibi kullanılabileceğini ilk defa o kanıtlamıştır. Bu eser ayrıca Öklid dışı geometrilerin kurulmasına öncülük etmiştir. Bu geometriler, Öklid’in paraleller postülatı adıyla da tanınan beşinci postülatının uzun süre iyi anlaşılamaması sebebiyle teorem sanılarak kanıtlanmaya çalışılması sonucu ortaya çıkmıştır. Bu çalışmalar içinde Doğu’da en esaslı olanlarından biri Ömer Hayyâm tarafından gerçekleştirilmiştir ve Batı’da ondan altı asır sonra konuyla ilk defa ilgilenen ve bundan dolayı Öklid dışı geometri araştırmalarının öncüsü sayılan İtalyan matematikçisi Giovanni Girolamo Saccheri’nin beşinci postülat üzerindeki incelemeleriyle  Ömer Hayyam çalışmalarında dikkate değer bir benzerlik vardırHayyâm’ın katkıda bulunduğu alanların en önemlisi cebirdir. Bu alanda üçüncü dereceden (kübik) denklemleri de kapsayan birçok cebirsel denklemi sınıflandırmış ve bunların çoğuna çözüm teklif etmiştir. Bu çözümlerin üçüncü dereceden denklemlere ilişkin olanları tam geometrik, diğerlerine ilişkin olanların çoğu kısmî geometriktir. En değerli cebir eserlerinden biri olan Risâle fi’l-berâhîn ʿalâ mesâʾili’l-cebr ve’l-muḳābele’de denklemlerin birden fazla köklerinin bulunabileceğini göstermiş ve bunları kök sayılarına göre sınıflandırmıştır. Bu arada üçüncü dereceden denklemleri terim sayılarına göre tasnif ettiği ve her grubun çözüm yöntemlerini belirlediği görülmektedir.

Hayyâm bu denklemlerin aritmetik metotlarıyla çözülemeyeceğine inandığı için onları koni kesitleri (çember, parabol, hiperbol) yardımıyla geometrik biçimde çözmüş ve negatif kökleri daha önceki cebirciler gibi çözüm olarak kabul etmemiştir. Üçüncü dereceden denklemleri sistemli bir şekilde çözdüğü için Hayyâm cebirde Hârizmî’nin gerçekleştirdiği gelişmenin ötesine geçmiştir.Üçüncü dereceden bilinmeyen denklemlerle ilgili yazdığı bir eserinde bilinmeyen rakamın yerine Arapça’da “şey” anlamına gelen kelimeyi kullanmış.Daha sonra bu eseri diğer dillere çevrilirken İspanyolc’aya “Xay” olarak geçmiş. Daha sonra bu kelime ilk harfine indirgenerek bilinmeyen rakamın simgesi “x” olarak kullanılmaya başlamıştır.Hayyâm aynı zamanda cebirsel olguların geometrik olgular halinde ortaya çıktığını savunmuş, böylece Descartes’tan çok önce nümerik ve geometrik cebir arasındaki boşluğu kapatma yönünde önemli bir adım atmıştır. Onun bundan başka cebirde, n tam pozitif iken (a + b)n ifadesinin açınım formülünü Newton’dan önce kanunlaştırdığı söylenmekte, ayrıca aritmetik üçgen (Pascal veya Tartaglia üçgeni) adı verilen ve (a + b)n açınımındaki katsayılarla teşkil edilen şemanın da Hayyâm’a ait olduğu ileri sürülmektedir.

Hayyâm’ı bir şair olarak Batı’ya asıl tanıtan ve sevdiren ise Edward Fitzgerald’ın yaptığı İngilizce tercümelerdir. Bu çeviriler aslına çok sadık olmasa da Rubailer’deki ruhu yakalamıştı ve bundan sonra FitzGerald ‘FitzÖmer’ adıyla anılacaktı  Ömer Hayyam Kulübü 19. yüzyılda seçkinlerin toplandığı bir edebiyat kulübüydü. Rubailer, William Morris gibi ressamlara da ilham kaynağı olmuştu.Başka birçok ressam de Rubailer’den esinlenen illüstrasyonlar yaptı. Agatha Christie’nin 1942’de yazdığı Cinayet Reçetesi (The Moving Finger) adlı romanında Hayyam’a gönderme yapıldığı gibi, 1957 yapımı Hollywood filminde Hayyam’ın hayatı konu edilmiş, 1960’ta Amerikalı aktör Alfred Drake Rubaileri okumuş, 1967’de Martin Luther King savaş karşıtı bir konuşmasında Hayyam’dan alıntı yapmıştı. 1950’lerde Rubailer öyle ün kazanmıştı ki en çok alıntı yapılan eserler kitabına girmişti.Hayyam’ın rübaileri bir matematik düşüncenin algoritması olduğundan ölümsüzdür. FitzGerald’ın Hayyam çevirisi bir İngiliz klasiği haline geldi. Bugün dünyanın bütün dillerinde Hayyam’ın Rubailer’ini bulabilirsiniz.Bu, Rubailer’in zaman üstü özelliğinden, kültür, din, mezhep sınırlarını aşan evrensel gerçekleri kodlayan bir algoritma olmasıdır. Aslında belirsizliklerle dolu günümüz dünyasında Rubailer belki de yazıldıkları çalkantılı dönemdekinden daha büyük anlam taşıyor.Horasan Hezarfenlerinin aydınlanma çağı ruhu yaşıyor, Ömer Hayyamın Rübailerinde. Selçuklu Sultanı Melikşahın okuduğu bu rübai sizde okuyun şimdi ve zaman yolcusu olun.Bin  yıl önce ne diyorsa hezarfenler, bin yıl sonrada duyacak onları yeni hezarfenler.

Akılla bir söyleşim oldu dün gece:

Dedim: Ey akıl, ey her bilginin anası!

Soracaklarım var cevap verir misin?

Zordayım, bir yol gösterir misin?

Dedim: Şu yaşamdan bıktım, ne yapsam?

Dedi: Biraz daha yan ve dayan!

Dedim: Anlat bana, nedir şu yaşamak?

Dedi: Bir düş, bir görüntü ve kaybolmak

Dedim: Ağaya, beye hizmet etmek nedir?

Dedi: Az zevke karşılık çok dert çekmektir.

Dedim: Şu zalimler yok mu, kim bunlar?

Dedi: Kurt, köpek, çakal makal da var.

Dedim: Biraz daha anlat, bunlar neyin nesi?

Dedi: Üç beş sevgisiz, üç beş kötü niyetli.

Dedim: Bu deli gönül ne zaman akıllanacak?

Dedi: Daha var, biraz kulağı burkulacak.

Dedim: Beğendin mi Hayyâm’ın sözlerini?

Dedi: Güzel lâf etmiş, sayıp dökmüş derdini

Horasan da yanan bu yenileşim ateşi Birunu, İbn-Sina, Elharezmi, Ömer Hayyam, Farabi, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Uluğ Bey, Ali Kuşçu, nun eserleri okuyan Ahi Evran gibi hezarfenler ile sosyal ve ekonomik büyük bir kümelenme organizasyına dönmüştür. Hezarfen Bîrûnî bu aydınlanma çağını “uygarlık teorisi”ni geliştirerek açıklamıştır. Hezarfen Bîrûnî’nin “insan-gereksinim-uygarlık” görüşüne dayalı “uygarlık teorisi”ni oluşturan unsurlar, sosyo-ekonomik bilimleri oluşturan temel kavramların unsurlarını oluşturduğundan Bîrûnî, ekonomi başta olmak üzere sosyal bilimlerin de öncü kurucusudur. PROF.DR. AHMET KALA nın AHİ KÜMELENME MODELİNE GÖRE ANADOLU SANAYİ DEVRİMİ kitabına aşağıda ki linkden erişebilirsiniz. Harika bir eser.

https://www.kuveytturk.com.tr/medium/document-file-2801.vsf

Prof.Dr. Ahmet Kala kitabında diyor ki “Biruni uygarlık teorisini sosyo-ekonomik bir organizasyona dönüştüren Hezarfen Ahi Evran “Kümelenme teorisi ve modeli”ni üretime uygulayarak Anadolu sanayi devrimini başlatmış, bu devrim tüm dünyaya yayılmış, sonuçta dünyada fakir ve zengin sınıfın yanında ilk kez “orta sınıf” gelişerek ortaya çıkmıştı. Gereksinimin karşılanması için hem bilimin hem mesleklerin gelişiminde etkin olan kurumsal gelişim ise “hukuk kurumu” ile “vakıf kurumu/vakıf işletmeler” olmuştur. Hukuk kurumu Bîrûnî için çok önemlidir; çünkü Bîrûnî’ye göre insanlar, maddi ve manevi gereksinimini karşılamak için sosyo-ekonomik ilkeler koyarak birlikte yaşamalıdır. Selçuklular, geliştirdikleri vakıf kurumu aracılığıyla hem mektep, medrese inşa etmiş hem de talebelere, hocalara ve âlimlere maaş desteği vererek eğitim ve bilimin gelişiminde en önemli kurumsal desteği sağlamıştır. Mesleki alanda da vakıfların inşa ettikleri kervan saraylar, çarşılar, dükkanlar ve hanlar, meslek sahiplerine iş kurmak ve üretmek için önemli bir altyapı sunmuştur. 

Ahî Evran’ın “kümelenme teorisi”ne uygun altyapıda iş merkezleri kurularak üretimin verimliliği ve çeşitliliği arttırılmıştır. Bîrûnî’nin “uygarlık teorisi”nin ana unsurları şunlardır:

  1. İnsan uygar yaratılmıştır. Bu nedenle insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için topluluklar oluşturur. Böylece uygarlıklar ortaya çıkar. 
  2. Topluluklar içinde insanlar, gereksinimlerini karşılamak için bilimler ve meslekler oluşturup geliştirirler; böylece gereksinimlerini karşılayıp gelişirler. 
  3. Hem topluluk içindeki insanlar arasında hem de topluluklar arasında dostluk düşmanlık, ticaret ve rekabet vardır. 

 Bîrûnî’nin “uygarlık teorisi”nin ana unsurları, İpek yolu nedeniyle Orta asyada yaşanan tarım ve ticaret devrimiyle sağlanan iktisadi gelişime dayalı zenginleşmenin meşru yollarını ortaya koyan iktisadi,  felsefi zemini ortaya koymaktaydı. İnsan meşru yoldan olmak kaydıyla sadece maddi ihtiyaçlarını değil, aynı zamanda manevi ihtiyaçlarını da karşılamalıdır. Meşru/helal kazanç olması ve ihtiyaçtan fazla kazancının zekatını vermesi kaydıyla insanlar fazla üretip kazanabilir. Böylece maddi ve manevi saadete de erebilir. İnsanların maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayarak saadete erdiği bu “uygarlık teorisi” ile Orta Asya’da  Türklerin öncülüğünde yaşanan tarım ve ticaret devriminin sonuçlarını bilimsel bir derinlikle değerlendiren, helal-vergisi ödenmiş- kazancı ve yardımlaşmayı överek iktisadi-sosyal gelişime çok önemli katkılar sağlayan önemli araştırmacıların başında kuşkusuz “Unesco  tarafından evrensel DEHA” ilan edilen Hezarfen Biruniyi çok detaylı araştırmak ve tanıtmak gerekir.

Fütüvvet –YİĞİTLİK-fikri ile iktisat felsefesi arasında ilişki kurarak Ahî teşkilâtını kuran Ahî Evran, Bîrûnî’nin bu görüşlerini sosyo-ekonomik örgütlenmeye uyarlamıştır. UYGARLIK, toplum ve ekonomi üzerine çağından çok ileri fikirler ileri süren Bîrûnî’nin UYGARLAŞMAK olarak tanımladığı maddi ve manevi kalkınma teorisi, önce Selçuklular daha sonra da Selçukluların devamı olarak Osmanlılar üzerinde oldukça etkili olmuştur.Ahî Evran’ın “UYGARLIK Teorisi”ne Katkıları Ahî Evran, 1230’larda kaleme aldığı Letâifü’l-hikme adlı eserinde Bîrûnî’nin UYGARLIK  ile şehirleşme-insan-toplum ve ihtiyaçlar arasında kurduğu ilişkiyi ifade eden cümle ve kavramları eserine aynen almış ve yorumlayarak medeniyet teorisine önemli katkılar sunmuştur. Özellikle ekonomide üretimin arttırılması, verimlilik, kalkınma, sınai mülkiyet hakları, meslek geliştirme, uzmanlaşma, iş ahlâkı gibi birçok konuda önemli katkıları vardır. Geliştirdiği “zümreler halinde üretim birlikleri kurup kümelenerek üretim teorisi”yle ve bu teoriyi uygulamak üzere uzman yetiştiren Ahî Evran Vakfını kurarak Anadolu sanayi devrimini başlatmış tüm dünyayı etkileyen çok büyük bir etki bırakmıştır. Ahî Evran maddi ve manevi ihtiyaçları birlikte en iyi karşılama yöntemi olarak kümelenme teorisini anlattığı eserinde, kümelenmeye dayalı zümreler halinde meslek-sanayi birliklerinin kurulmasıyla insanların maddi ve manevi ihtiyaçlarının karşılanacağını belirtmiştir. Ahî Evran, öncesine ve çağdaşlarına göre ilk kez bir ekonomide hür teşebbüs tarafından mesleki-sanayi üretim birlikleri kurularak ihtiyacı karşılayacak üretimin yapılabileceği; farklı sektörler arası ilişkilerin düzenlenerek üretimin ve üretim verimliliğinin arttırılabileceği; alt-mesleki birlikler halinde kümelenmiş üretim bölgeleri oluşturup rekabet üstünlüğü sağlanarak iktisadi gelişme/kalkınma sağlanabileceği ve devletin kümelenme modeline dayalı yeni üretim sistemine uygun iktisat hukuku geliştirip hukuki denetim sağlayarak iktisadi gelişime katkıda bulunabileceği gibi konuları içeren bir teori ve model geliştirmiştir.

 Kümelenme Modelinin Uygulanması Ahî Evran kümelenme modeli teorisinin uygulanmasını üç ayak üzerine oturtmuştu. Bunlar:

  1. Kümelenme modeli teorisi uygulamasının yönetilmesi ve denetlenmesi. 
  2. Meslek-zümre birlikleri kurularak işbölümü halinde üretimin sağlanması. 
  3. Hukuki (iktisat hukuku) düzenlemelerin yapılması ve hukuki denetim.

Biruni ve İbn-Sina’nın bin yıl önce yaptığı bilimsel müzakerelerde doğal bilimler ile nakli ilimlerin ayrılığı çok net olarak ortaya konmuştu. Sosyal yaşam bugün çeşitli sivil toplum kuruşları, vakıflar, dernekler, meslek odaları, bir dereceye kadar (gizli amaçları yoksa) tarikat-dini dernekler insanların sosyal dayanışmasına yanıt vermektir. İnsan sosyo-ekonomik bir varlıktır. Türk Düşünce Dünyası binlerce yıldır çin, hint, rus, fars, arap, roma-yunan, Sümer, Mısır kültürlerini sentezleyerek Türk Uygarlığını yaratmış ama güncellemede ve geliştirmede kendi tarihsel kaynaklarına Türk gözü ile bakmayı unutmuştur.

//medium.com/@ConsuLTurk/contemporary-i%CC%87st-turquerie-t%C3%BCrk-mi%CC%87toloji%CC%87si%CC%87-boy-soy-8892cf0c662e” style=”color: purple; text-decoration: underline;”>https://medium.com/@ConsuLTurk/contemporary-i%CC%87st-turquerie-t%C3%BCrk-mi%CC%87toloji%CC%87si%CC%87-boy-soy-8892cf0c662e>

linkinde detaylı anlattığımız gibi bilim ve sanat da Gözde Sazak,  Bahaeddin Öğel ve Ahmet Kala gibi araştırmacılarımız sayesinde Oğuz Uykusundan uyanıyoruz. Benim gibi amatör bilim felsefe ve tarihi meraklıları böyle araştırmacılarımızın eserlerinden alıntılar ile oğuz törüğ uzgörüsüne katkıda bulunmaya çalışabilir, ancak. Türk Tarihi ve edebiyatında ki yıllardır sistematik yapılan dezenformasyonun etkisi o kadar yoğun ki; bu alıntılar ile bir parça gerçek TÜRK tarih ve sanatına ilgi çekebiliriz birer, birer okurları , paylaşımlarımızla.  Beyin teri Döken araştırmacılarımıza denizde bir damla, çölde bir kum tanesi kadar katkımız olur ama kelebek etkisinden de umudumuzu hiç kesmiyoruz. Ötüken de bir kelebek kanat çırpsa; nerde neler olabilir, kim bilir. Sosyal Medyanın gücünü unutmayalım, Susamam dedi rapciler. Duyduk. Bahaeddin Öğel ‘in sözleri ile tamamlayalım bu yazımızı

Yirmi cilt halinde planlayıp ancak dokuz cildini tamamlayabildiği Türk Kültür Tarihine Giriş adlı eserinde Türkler’de köy ve şehir hayatını, ziraat ve yemek kültürünü, tuğ, bayrak, ordu, mehter, aile ve halk mûsikisi aletleri gibi konuları bütün ayrıntılarıyla inceleyen Bahaeddin Ögel,Türk kültür tarihiyle ilgili araştırmaların XIX. yüzyılın sonlarında sinologlar, diğer yabancı tarihçiler ve filologlar tarafından başlatılmasını bir talihsizlik olarak nitelemiş, yabancı araştırmacıların Türk kültürünün özelliklerinden habersiz oldukları için tesbit ve değerlendirmelerinde hata yapabildiklerini, bu sebeple Türk tarihi araştırmalarının Türk bilim adamlarınca yapılmasının gerekliliğini her fırsatta dile getirmiştir. Türkler tarih yapar ama yazmaz. Neden ? Tarih bilincine sahip olmadan geleceği şekillendirmek olasılığı düşüktür. HORASAN HEZARFENLER AYDINLANMA ÇAĞI ndan kaynaklanan Rönesans ve batı uygarlığın kaynağını kaybederler, silerler, yok etmeye çalışırlar ve adına kayıp aydınlanma diye kitap yazarlar bakın F.Fukuyama ne der şimdi alıntı yapacağımız kitap hakkında.

“KAYIP AYDINLANMA, göz kamaştırıcı bir biçimde, asırlar boyunca dünya medeniyetinin kıyısında değil tam merkezinde olan Orta Asya dünyasını bizim için yeniden canlandırıyor. Nereye bakacağını gayet iyi bilen ve geniş tarih alanındaki yetkinliği sorgulanamaz olan Frederick Starr uzun yıllar kaynak olarak kullanılacak önemli bir kitap yazmış bulunuyor.”

Francis Fukuyama

1.Frederick Starr’ın kaleme aldığı Princeton University Press yayını olan “Lost Enlightenment: Central Asia’s Golden Age from the Arab Conquest to Tamerlane” isimli kitap, son yıllarda Türk tarihi ve edebiyatına dair yayınları ile çok ilgi çeken Kronik Kitap tarafından “Kayıp Aydınlanma” ismiyle Türkçeye kazandırıldı.

Türk Dünyası ile ilk olarak 1974 yılında Türkiye’deki bir arkeolojik kazıya katılmasıyla tanışan Starr, Yale Üniversitesindeki lisan eğitiminin ardından King’s College’dan yüksek lisans, Princeton Üniversitesi’nden de Doktora derecesi aldı.

Uzun yıllar Orta Asya üzerine çalışmalar yapan yazar, “Kayıp Aydınlanma” ismiyle Türkçeye kazandırılan kitabının ön sözünde diyor ki; “Bu kitapta öne çıkartılan meseleler, yaklaşık yirmi yıldır kafamdaydı. Orta Asya’nın hemen her köşesine yaptığım seyahatlerde de bu meseleleri beraberimde götürmekteydim ki bu seyahatlere Türkmenistan’daki Karakum Çölü’nde, kavurucu güneş altındaki yürüyüşlerim ve Pamir Dağları’nda eksi 40 derecede yaklaşık bir hafta boyunca kardan ötürü mahsur kalmam da dâhildi… Ben böyle bir kitap okumak istediğim için yazdım. Şayet bir başkası böyle bir kitap kaleme almış olsaydı keyifle okurdum. Fakat kimse bu yükün altına girmedi.”

Kayıp Aydınlanma, 800 ilâ 1200 seneleri arasında en büyük ve gelişmiş kentlere, en zarif sanata ve hemen her alanda en ileri bilgi ve teknolojiye sahip olan Orta Asya’nın dünya ticaretini ve ekonomisini nasıl yönlendirdiğini anlatıyor. Orta Asya Türk medeniyetinin yetiştirdiği bilim adamları, gökbilimi, matematik, jeoloji, tıp, kimya, musiki, sosyal bilimler, felsefe ve ilahiyat başta olmak üzere hemen her alanda başarı elde etmişlerdi. Cebire ismini veren, hayal edilemeyecek bir isabetlilik ile dünyanın çevresini hesaplayan, daha sonra Avrupa’da tıbbın temelini oluşturacak eserler veren ve dünya üzerindeki en muhteşem şiirlerin birçoğunu yazan Orta Asya’daki Türk bilim adamlarıydı. Hatta Birûni, keşfinden beş asır önce Amerika kıtasının varlığını öngörmüştü. Tarihte aynı mekân ve zamanda bu kadar çok bilim adamının bir arada olduğu başka bir dönem pek yoktur. Bu dönemin bilim insanlarının yazdıkları, Thomas Aquinas’ın döneminden bilimsel devrime kadar Avrupa’yı derinden etkilemişti. Aynı şekilde Asya’nın büyük bir kısmı ile Hindistan’da da büyük bir tesir bırakmıştı.

Bilime, fikir dünyasına ve sanata tüm bu katkıları yapanlar, köşelerine çekilip sürekli çalışmakla meşgul olan ya da her şeyden el etek çekmiş kimseler değillerdi. Aksine çokça seyahat eden, hamileriyle başa çıkmaya çalışan ve meslektaşları ile sert polemiklere giren kimselerdi.

Kitabın “SAHNEYE TÜRKLER ÇIKIYOR; KAŞGARLI MAHMUT VE YUSUF HAS HACİP” başlıklı 10. bölümünden alıntılar ile “Kayıp Aydınlanma” kitabına bir bakış atalım.

KAŞGARLI MAHMUT’un eşsiz eseri “Divanü Lügat’it Türk” hakkında S. Frederick Starr diyor ki;

“1055’e, yani Kaşgari’nin Bağdat’a gelmesinden on yedi sene öncesine dönüldüğünde, yeni bir büyük Türk ordusunun Orta Asya’da iktidarı ele geçirdiği ve ardından halifeliğin üzerine giderek Allah’ın yeryüzündeki halifesinin devletini bağımlı bir devlete dönüştürdüğü görülür. Selçuklular ve oluşturdukları birlik, kendini dindar Müslümanlar olarak tanıtıyorlardı. Hoşuna gitsin ya da gitmesin, halifeler artık yeni Selçuklu Türkü olan efendilerine bağlılıklarını bildirmek durumundalardı. Halife, Türk sultanına evlenmesi için kızını sunmak zorunda kalmıştı… Kaşgari’nin (Kaşgarlı Mahmut’un) planı, halifeyi ve hatta Arapları ve İranlıları Türkçeyi öğrenmenin ve Türk kültürüyle haşır neşir olmaya başlamalarının vakti geldiğine ikna etmekti.”

Frederick Starr, YUSUF HAS HACİP’in eşsiz eseri Kutadgu Bilig hakkında ise diyor ki;

“Yusuf Has Hacib, bu alegorik şahsiyetlerin karmaşık karşılıklı etkilenişlerini manzum bir şekilde anlatmaktadır. Firdevsi’nin Şehnamesi’nden öğrendiği hece veznini ilk defa Türkçe bir lehçeye uygulamıştır. Yusuf Has Hacib’in Türkçe üzerindeki yenilikçi rolü, Chaucer’in İngilizcedeki, Dante’nin İtalyancadaki ve Luther’in Almancadaki rolü ile benzeşmektedir. Hızlıca göz atıldığında kitabın tek kutupluluk üzerine inşa edildiği görülür ama zıt unsurlar yok mudur? Hükümdarın bir tarafta, yanına aldığı ya da almaya çalıştığı diğer figürlerin ise bir tarafta olması muhtemeldir. Bu şekilde bakıldığında eserin on birinci asırda insan kaynakları yönetimi hususunda bir rehber olduğu görülmektedir. Yusuf Has Hacib ile Kaşgarlı Mahmut’un eserlerini başarılı bir şekilde tercüme etmiş olan Robert Dankoff, bu durumu medeni vazife ile vicdan arasındaki bir çatışma olarak yorumlamıştır”

Türk tarihine bütüncül bir bakış açısı getiren Ahmet TAŞAĞIL, tarihçi ve edebiyatçılarımızın sadece Osmanlıca ve Arapça bildiğinden, Türk tarihinin derinliğinin farkında olmadığını söyler. “Çin, Rus, Fars, Roma ve Latin kaynakları taranmadan, Türk kültürünün kodlarını çözmek olası değildir. Tarihimizi hükümdarlar üzerinden değil, Türk boyları ve etkileşimde bulunduğu halklar üzerinden okumak daha doğrudur” der Ahmet TAŞAĞIL.

“Kayıp Aydınlanma” eserinde S. Frederick Starr,  Orta Asya Altın Çağının bilim ve sanat dehaları olan Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Mir Ali Şir, Biruni, İbn-i Sina, Musa El-Harezmi… ve Uluğ beyin aydınlanmaya olan etkisini, neden ve sonuç analizi yaparak açıkça ortaya koymuştur. Kitabın ilk sayfasına; “İLİM TALEP ETMEK FARZDIR” yazmış. Sizce bu sözü kim söylemiş olabilir? Kitabı aldığınızda öğrenebilirsiniz.

Bilim ve sanata değer vermeyen hükümdarlar, devlet yöneticileri ve iş adamları, tarihten silinirler ama Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Mir Ali Şir , Birunu, İbni Sina, Musa Elharezmi …. ve Uluğ beyin eserleri er geç ortaya çıkar.

“Türk tarihine böyle bir bütüncül bakış açısıyla Türk Kültür kodlarını açıklayan böyle bir eseri, neden Türk Tarihçileri veya edebiyatçıları yazmaz” diye bir soru kalır aklımda. Sonra  Ahmet Zeki Velidi TOĞAN aklıma gelir, Ahmet TAŞAĞIL aklıma gelir, Necati DEMİR aklıma gelir… “Umut var” derim.

Kültür, dildir. Dilim, ses bayrağımdır. Düşlerimin sınırını dilim belirler. Özümüze düşüp düşünürsek, okunacak ne çok eser var. 

DIGITAL THINK TANKS –sanal düşünce ağları ile HORASAN HEZARFENLER AYDINLANMA ÇAĞINDAN gelen yenileşim ateşi ile ok ve yay birleşecek elbet. Türk Düşünce Dünyasının hezarfenleri dezonformasyona ve post truth a karşı “Divanı lügatit Türk” ün yeniden yazmalıdır, mankurtlaştırmaya karşı. Hepimiz Kaşgarlı Mahmut’uz.Bugün. 

Tarih bilincine sahip olmadan geleceği şekillendiremezsiniz, Anadolu Kaplanları…

#tuva2040Oğuz Törüg 4 değişmez ilkesi olan “KÖNİ,UZ,TÜZ,KİŞİ” yi benimsiyorum demenin tamgasıdır. Bu 4 ilkeyi benimsiyorsanız #tuva2040ile paylaşabilirsiniz, Türk Düşünce Dünyasına katkı koyan yazılarınızı… 

Yazar
Cahit GÜNAYDIN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen