En Kadim Hikâye’nin (Töreliler’in) Devleti ve Çocukları

Saliha MALHUN

Geçtiğimiz yıllarda, bazı feysbuk sayfalarındaki adak heykelleri için yapılan “namaz kılan Sümerliler” paylaşımları görünce şaşırıyordum.

Gariptir… İnsanlar dînin özünü anlamaktan ziyâde şekli ile alâkadar oldukları için, elleri böğründe gördükleri her şekil onlar için namaza ve inanmakta olduğu dînin hak olduğuna bir delil sayılıyor. Bu bilgileri paylaşanların ve yorumlayanların sosyal statülerine baktığımızda üniversite mezunu hatta akademisyen olanlara dahî rastlamak mümkün. Aslında sadece onlar değil; televizyonlar da akşama kadar bu tarz gizem, büyü, tılsım, ufo, uzaylı, sürüngen gibi garip hikâyeler ile dolu.

Toplum artık okumuyor. Meşin kapaklı kitaplarla dolu loş kütüphanelerin yolu unutuldu. Gündeme hangi konu atılıyorsa o konu üzerinde, kundaktaki bebeğe kadar yorum serd ediyor.

Esasında toplumsal aklın temelinde bir hastalık var. Bu tespit ve tedavi edilmeden milletin ve devletin bekası da pek mümkün görünmüyor. Kimlikler üzerinden her an bir meydan muharebesine girmek yerine bu hastalıklı tabloyu ortaya koyacak şuura ihtiyacımız var.

Entelijansiyanın mes’uliyeti de burada başlıyor. Çünkü bir toplumda çürüme noktalarını en iyi münevverler tespit edebilir. Aslında çürümek bile Allah’ın insanlığa bahşettiği bir yardım ve nimettir. İklimi soğuk bazı ülkelerde ölüler mezarlarında çok kolay çürümezler. Uzun süre öyle kaldıkları için bu gizli yahut açık rahatsızlıklara sebep olur. Öyle ya.. toprağın kimyası hayat ve yaşam ile iç içe…

Bunun gibi devletlerin ve milletlerin bedenine ve ruhuna sirayet etmiş hatta onu hasta ettikten sonra yıkmış bazı habis hastalıklar var ki, ne yazık ki bunlar devletin ve milletin inanç ve hafıza toprağında, toplumsal aklında çürümedikleri için her fırsatta vampirleşip bünyeyi ifsad edebiliyor.

Kendi ontik kavrayışına zıt dîni anlayışı bünyesine aldığından beri bir türlü iflah olamayn devlet, hangi rejim şeklini netice verirse versin, kendi ontolojisine uygun inanç ve devlet anlayışı modelini geliştirip kadim olanı güncellemedikçe bu vampirler hayat bulduğu her mafsalda kanserleşecek ve bünyeyi ifsad edecektir. Kaç yüzyıldır devletimize olan budur!

Açıkçası bu vampirleşmiş mikropları kendi bünyesine davet eden, izin veren de her seferinde sistemin kendisi. Çünkü temelde siyasetin ve devletin yürümesi için attığı her adımda bu mikropların bünyeye sızması kaçınılmaz. Nasıl kaçsın ki, kaç yüzyıldır kendi ontik anlayışından uzak yetiştirilmiş ve donmuş bir din cesedine mahpus milyonlar ve çeşitli ideolojilerin devamı niteliğinde kimlikleştirilmiş yığınlar var.

Bütün bunlar bir inanç ve anlama modelimiz olmadığından kaynaklanıyor. Bunun neticesi ise mütemadiyen bir kaos, güvensizlik, kavga ve birbirini suçlamalar…

Akşama kadar sayfasında bir Hindu rahibinin yahut başka bir din ve anlayışın hoşuna giden sözlerini paylaşan insanlar, iş kendine ait bir konuya gelince hemen “kimlikler ve ideolojiler” üzerinden didişmeye başlıyorlar. Çünkü kendilerine ait kelime ve kavramlara yabancı oldukları için mahiyetini bilmedikleri konular üzerinden biribirlerinin ayağına sıkıyorlar.

Târihi, Türklüğü ve ecdâdı ile övünen bir İslamcı, and içerken “Türk’üm!” dendiği anda hemen makineli tüfeğini çıkarıyor; “Sus, bre mel’un ırkçılık yapma!” Çünkü Türklüğü Milliyetçilik güllesi ile parçalayanlar dahî kavramı soya sopa indirgediği için nasıl bir cinayet işlediğinin farkında değil. Ülkenin adı; Türkiye. Kimliğimiz; Türk! Ecdâdına âşık, kendi mahiyetine ve ismine düşman kaç millet ve ülke var şu yeryüzünde acaba?

Böylesi bir tenakuz ve cinnet ortasında yaşarken yer yuvarlağı üzerinde kalabilmemiz ne kadar mümkün olacak dersiniz? Çare; toplumun devletin bütün kurumları ile birlikte yeniden kadim TÖRE’sine dönmesi ve kendi ontik anlayışı ile kendine ve dünyaya yeniden mânâ vermesi ile mümkün.

Çünkü bu kadim anlayış keşfedilmeden dünya hikâyelerini ve kendi medeniyetimizi anlamamız muhal görünüyor. İşte cehaletimizin simgeleri ortada. Adak heykellerini, namaz kılan Sümerliler sanmamız, Şeyhpirler icâd etmemiz, İslâmı kabul edip, kafasına bir örtü geçiren zavallı rock yıldızlarını görünce deli gibi sevinmemiz, kelimeler ve kavramlar üzerinden hemen hamam ve kurna kavgasına dönen gündemimiz bu yüzden.

Dünya ve dinler târihini anlamada bize yardım edecek, ekranları istila eden, ufo, uzaylı, reptilian, ahid sandığı, Ayasofya’nın gizemli mahzenleri değil, bizzat bilgi ve düşünce ve bunları bizim inanç ve aklımıza uygun bir anlama modeli ile yeniden güncelleyerek ontik kavrayıştır.

Düşünceyi hikmet ile buluşturmadan bu cinnetten kurtulmamız mümkün görünmüyor.

Nasıl görünsün ki; ekranlar ve internet tam bir cehalet cehennemi. Sinema salonları da bunu destekler şekilde ecinni çığlıkları ile dolu. Bunca arkeolojik bulgular, tabletler, kurganlar, antik şehirler önümüzde olduğu halde bilinçaltımıza mütemadiyen saldırıyorlar. Annunakiler, ufolar, uzaylılar, sürüngenler vs.. Senelerdir Zacharia Sitchin adında bir adam, Arkeolojik eserler üzerindeki semboller üzerinden Anunnakiler adında uzaylıları üfürüp duruyor. Şu an çok masum görünse de ekranlarınızda reyting almak ve insanları sömürmek için bir takım gizem, mahzen, ufo, ecinni, sürüngen programları hazırlayan adamlar demek istiyorlar ki; “Siz insan bile değilsiniz! Sizi yapan ve programlayan ve bu dünyada yaşamaya mahkûm edenler geçmişte olduğu gibi uzaylı tanrılardır! Yakında gelecekler ve canınıza okuyacaklar, hazır olun!

Ne yazık ki bu saçmalıklar dünyada ve toplumumuzda bir bilinç olarak yerleşti. Oysa eğer bir anlama modeline sahip olabilseydik önümüze konulan her yemeği yemek yerine önce bir tahlil ve anlamadan geçirirdik. Her şeyden evvel târih öncesine ait bulgu ve san’at eserlerinde o çağa ait kavimlerin din telâkkilerini anlamak içün dinî olan ve olmayan figür ve sembolleri, tasvirleri ve mahiyetini iyi anlamak gerekmektedir. İnanç ve medeniyetlerin orijinini de yine ontik kodlardan fark edebilir, izini sürebiliriz.

Eskiçağ dilleri ile haşır neşir olanlar eğer tabletleri orjinalinden okuyabilme imkânı bulabilirlerse bu kodlara rastlamaları pekâlâ mümkün. Meselâ Urugakina Yasaları şöyle başlar; “ pi-lu-da u-bi- ta e-me-am u Nin-ğir-su ur-sağ En-lil-la ke Uru-ka-gi-na-ra nam-lugal- Lagaş e-ne-sum- ma- a sa-lu- 36.000-ta su-ni e-ma-ta-dab-ba-a- nam-tar-ra u (Töre)-bi-ta e-se-gar inim-lugal-ni Nin-ğir-su-ke e-na-du –ga-ba-tus.”

( TÖRE o zaman da vardı. Tanrı Ningirsu, Enlil’in kahraman erkeği Urukagina’ya Lagaş Krallığı’nı verdiği, 36.000 kişi içinden (kendisini) seçip çıkardığı, eski günlerin kesin kararlarını ortaya koyduğu/kesinleştirdiği zaman, Tanrı Ningirsu onun sözlerini ülkeye yerleştirdi.”

Kadim Türk Siyâsetnamesi olan Kutadgu Bilig isimli eserde Kut ve Töre kavramlarını tahlil ettiğimizde tablette geçen “Töre, Tanrısal düzen, Tanrı’nın hükümdarı seçmesi (kut vermesi) ve onun sözlerini yani Tanrı’dan alınan Töre’yi ülkeye yerleştirmesi, hâkim kılması pekâlâ okunabiliyor.

Eğer dünya hikâyelerini ve eskiçağ dillerini bir de kendi ontolojimiz, kavrama ve anlama modelimiz üzerinden okursak, kendi hakîkatimize de o kadar yürümüş, anlamış oluruz. Bugün ne yazık ki böyle bir anlama ve kavrama modelimiz yok. Yahut var ama bilinmiyor, güncellenmiyor. Tek yaptığımız şey kimlikleştirmeler üzerinden biri birimize saldırmak ve ekranların sihir, büyü ve hipnozuna kapılmak!

Hülâsa; kendi ontik kodlarımıza dönmeden ve yüzyıllardır bünyemizde çürümeden kalan o habis vampirleşmiş anlayışları tamamen yok etmeden, yeniden bir medeniyet tasavvur etmemiz, çağı yorumlamamız ve dünyaya TÖRE’yi, yani “nizâm-ı âlem”i hâkim kılmamız mümkün görünmüyor!

Titreyelim!

Ancak bu defa ontik şurubumuzu içerek, iyileşelim, kendimize dönelim!..

Son sözü o iklimi soğuk ülkelerden Kanadalı Peter Pringle söylesin; Gişh-gu-di üç telli bir Sümer kopuzu… Bu nağmelerin, Tar’dan ve Bağlama’dan ve dünya hikâyeleri içinde, ekranlardaki sürüngenlerin ardına saklanan, adı cinayetlere karıştırılan ve unutman inkâr etmen için ayaklarını vura vura reddettiğin Andımız içindeki kavramdan, TÜRKLERDEN; yani Allah’ın nizamını her daim cihanda hakim kılmış bir ırk ve soy değil, bilâkis soylu ve anlayışlılardan yani TÖRELİLER’den gayrı olabileceğini kim söyledi ki sana?

Uyan ey TÖRELİLER’in çocukları!

Âhir zamanda Hz. MUHAMMED’in sancaktarları!

Bu kan uykusundan uyan artık!

Kadirşinaslıkla efendim.

Yazar
Saliha MALHUN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen