Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak -Türk Felsefesine Giriş Adlı Çalışma Üzerine-

Meryem ÇAĞIL

Türk felsefesinin imkânından söz edebilmek için öncelikle Türk varlığından söz edebilmek, onun varlığının hangi zeminde durduğunu belirleyebilmek gerekiyor. Türk tarihinden söz etmiyorum. Türk varlığından söz ediyorum ki bu Türk’ün Türk olarak adlandırılmasıyla ilgilidir. Atayurtta kurulan ve yıkılan devletlerden anayurda gelişe kadar Türkün Türk olarak adlandırıldığı ve bu anlamda bir kasıtlı ihmalin ya da farklılığın olmadığını biliyoruz. Ancak Selçuklular zamanında başlayıp Osmanlı döneminde hızlanan yok sayışla adeta ayıp sayılacak bir ada indirgenen Türk’ün varlığı görünmez olmuştur. Bedenen ordadır ancak adı yoktur. Bir tür avatar kabilinden varlıkla yepyeni bir yoklukla sınanmaktadır. Türk denilemez ona ancak verilen ad da onun ırkına ve soyuna denk düşmemektedir. Avangart bir sıkışma olarak kabul edebiliriz bu durumu: Türk’sün ama bunu dillendirmene ve bu adla var olmana gerek yok. Öz kültürün, öz benliğin düşman elinden daha şedit bir şekilde katledilmesidir bu.

Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri üç tarzı siyasetten yalnızca birinin varoluşundaki güç ve kudretle atılmıştır. Türkçülük, esasa dönüşe ve benliği buluşa sonuçta vatanın ve milletin kurutuluşuna imkân sağlamıştır. 

Ziya Gökalp gibi birçok emektar, cesaretli bir lidere Atatürk’e ilham kaynağı olmuştur ve artık devlet, adıyla Türkiye’dir. Resmi kurumlarıyla ve ortaya çıkan eserlerin diliyle de Türk’ün ana dili Türkçe, bükük boynunu kaldırma imkânı bulmuştur. Pek analitik olan bu dil artık ihmal edilmeyerek bilimsel çalışmalarda da, dini ilimlerin eserlerinde de varlığını ortaya koymaktadır. 

Bu sayede Türk felsefesinden de bahsedilebilir çünkü “kimin felsefesi” “hangi milletin felsefesi” soruları cevapsız kalmayacaktır. Dilsiz felsefe olmaz. Milletsiz de yekpare bir dil olmaz. Bu iki varlık buluştuğuna göre ve artık Türk adını bulduğuna göre felsefesinin de imkânını bulmuş demektir. Bu anlamda eskiye dönerken bir köprüyü, alabildiklerimizi alarak çabuk geçmek için ihmal etmeliyiz. Şöyle ki, aklı temel alan bir ekolün, Maturidiliğin büyük bir zaman diliminde ihmal edildiğini görüyoruz. Bu ihmal edilişin çeşitli sebepleri olabilir. En önemli sebebi Maturidi’nin ikmale yer bırakmaksızın güçlü bir düşünce ortaya koymasıdır. Eşarilikte ihmale yer bırakmayan şey belki de bu düşünsel boşluktur diyebiliriz. Bir diğer önemli sebep yöneticiler tarafından Maturidiliğin gözde bulunmamasıdır ki Eşarilik teslimiyetçi bir din yorumuyla yöneticilerin ve medrese geleneğinin işine gelmektedir. Maturidi akılcı metotla bütünleştirdiği düşünce sistemini Ebu Hanife’den miras almıştır. Aklı temel alan bu sisteme göre insan vahiyle hiç muhatap olmadığı bir zamanda ya da vahiy ulaşmamış bir yerde yaşamış olsa dahi aklıyla iyiyi kötüyü seçme kudretindedir. Zira akıl vahyin muhatabı olarak tahlil eder. İyiyi kötüyü ayırt eder ve sorumlu bir varlığın sorumlu tutuluşunun da sebebidir. Türk’ün adıyla birlikte muhteşem düşüncesini de ihmal eden bir dönemi belki yalnızca köprü gibi kullanarak ihmal etmek zorundayız çünkü aklın bilgiye kaynaklık etme noktasında öncül olduğunu söyleyen bir düşünsel sistem ihmal edilmiştir ve geçici ithal yorumlarla zaman kaybedilmiştir. Akli geleneğe dönmeli, Türkistan-Türkiye temelli bir felsefi oluşun varlığının üzerindeki tozları uçurmalıyız. Bu anlamda bu çalışmanın çağrısına kulak tıkamak kadim ve haksız bir ihmale katılmak olur. Bu çağrıya kulak vermek ise hakkaniyeti teslim etmek olacaktır çünkü Anadolu’da yeniden felsefeyi yurtlandırmak mümkündür.

Türk felsefesinin varlığını yeniden var etmek değil, o varlığı ikame etmek gerekir ki bu hayalperestlik yahut maceraperestlik değildir. Kopuk kopuk oluşları birleştirmek ve görünür kılmak yeterlidir. Bu çalışma, ihmal edilen gerçeği bir kez daha ihmal etmemek ile geleceğe bir temel bırakmak eylemidir ve çok değerlidir. 

Öncelikle Türk felsefesinin imkânı için birkaç soru sormak lazım gelir ki o sorular şunlardır? Türk felsefesinin problemi nedir? Türk felsefesi hangi felsefi problem alanında varlık göstermiştir veya göstermektedir?

Varlık felsefesi mi?

Ahlak felsefesi mi?

Siyaset felsefesi mi?

Ve sair düşünce problemlerinden hangi alanda varlık gösterebilmiştir?

Bu soruya cevap vermek önemlidir çünkü felsefe bir problem alanında varlık gösterir. Örneğin biz antik yunan felsefesinde varlık felsefesinin arkhe problemiyle başladığını biliriz. Thales ile başlatılan bu tarih, onun bir problem üretmesi ve o probleme de bir cevap-çözüm niteliğinde bir başlangıç bulmasıyla başlatılır. Malum Solon da antik Yunan filozoflarından biridir ancak Thales tarzı bir problem esas almadığını görüyoruz. Biz bugün bir antik Yunan felsefesinden bahsediyorsak bir felsefi problem alanında isimler ortaya çıktığı için bahsedebiliyoruz. Demek oluyor ki bir milletin felsefesinden söz edebilmek için o felsefenin hangi problemi temel alarak varlık ortaya koyduğunu da söyleyebilmemiz gerekir. Türk felsefesi için hiç çekinmeden söyleyebiliriz ki varlık, ahlak ve siyaset felsefelerinin tümünde bir geçmişi ve alanı vardır. 

Türk milletinin metafiziğe, mistisizme merakı malumdur. Tarihi boyunca bunca farklı ve çeşitli dini tecrübe etmesinin sebebi arayıştır ki felsefenin bir arayış olduğu unutulmamalıdır. Nihayetinde İslamla hemhal olma ve hatta tüm benliklerini dine gömercesine İslamlaşma süreci Türklerin tercihi olmuştur. Akletmeyi, düşünmeyi idealleştiren İslam’ın Maturidi yorumuyla Türkler İslam diniyle yeniden şekillenmiş ve İslam dinini de Kuran’da hedeflenen toplumsal nizama ön ayak olmasına kavuşturmuşlardır. Bu süreçte önceki düşünsel birikimlerinin katkısıyla dini ilimlerde ve felsefi alanda eserler ortaya koymuşlardır. Başta Farabi bir Türk filozofu olarak mantık ve felsefede Aristo metafiziğini İslami yorumla ortaya koymuştur. Eserlerini Türkçe yazmaması felsefesinin Türk felsefesi olmadığı iddiasına sebep olmuştur ancak Farabi ne kadar Türk İse felsefesi de o kadar Türk’tür. Gerçi Kant’ın Almanca felsefe yaparak Alman felsefesinin temelini attığı gerçektir ancak Farabi’nin devrinde bilim dilinin Arapça olması göz ardı edilemeyecek bir bağlayıcılıktır. İslam felsefesi bir kültürden izole olmuş bir felsefe değildir. Hele bu alanda varlık gösteren filozof ve filozoflar Türk ise Türk felsefesi alanına dâhil edilirler. Kaldı ki saf dini bir felsefe eserinden söz edilemez. Bir felsefi eserin, kültürden ve tarihten bağımsız olması mümkün değildir. Dolayısıyla filozofun eserinin lügati her ne kadar Türkçe olmasa da felsefesi Türk felsefesidir. 

Türk felsefesinin varlığına dair bir diğer katkı olarak şehirliliği ve kurumsallaşmış medreseleri örnek vermek mümkündür. Birçok ilmin okutulduğu ve birçok âlimin yetişmesine vesile olan bu medreseler tıpkı İyonya Okulu örneğindeki gibidir. Bu medreseler mantığın okutulduğu ve birçok mantık âliminin yetiştiği okullardır. (Selçuklu, Nizamiye Medresesi ve Osmanlı medreseleri)

Bir diğer önemli husus, yazılmış eserlerin yanı sıra Anadolu’nun sözlü kültürü ile de felsefi bir derinliği barındırdığı gerçeğidir. Bizans ve Rum mirası olan bu topraklarda adeta genlere kodlanmış bir tür farkındalık hâkimdir. Bilgelik, halkın yazmasa da dilinde var ettiği ve görünür duyulur kıldığı bir şeydir. Platonun: “Söz uçar yazı kalır.” yargısındaki gibi. Kastettiği yazının kalıcı olduğu sözün boş olduğu değildir. Kastettiği sözün zaman ötesi bir varlık olarak korunduğu ve yayıldığıdır. Bu haliyle aslında söz yazıdan güçlüdür. Anadolu’da aşıkların hikmetli deyişleri, eskilerin veciz manileri buna örnektir.

Son olarak felsefe ve mitoloji ilişkisinden hareketle Kutadgu Bilig’den ve Türkmen-İslam yorumu olan Alevilik geleneğinin felsefeye temel olan öğretilerinden söz etmek gerekir.

Farabi’nin İdeal Şehir ‘indeki gibi Kutadgu Bilig’de mitsel öğeler bulmak mümkündür. Prof. Dr. Mustafa Arslan’ın danışmanlığını yaptığı Kutadgu Bilig’de Mitolojiisimli tez çalışması bu bağlamda incelenmeye değerdir. Mitoloji ile felsefe arasındaki ilişki yaratılış, varlık ve kutsal olan üzerine düşünme alanlarında ortaktır. Dede korkut hikâyelerine baktığımızda da mitsel öğeler bulmak mümkündür. Evet, Babil mitolojisi Mısır mitolojisi ya da Yunan mitolojisinin barındırdığı kadar zengin örnekler verilemez ancak az da olsa dikkate değerdir. Yaratılış ve varlık alanlarında oluş, felsefe ve mitolojiyi buluşturur yalnızca felsefe sonsuz bir sorgulayışla bu ortaklığı bozar ve kabullenişi, çaresiz insanı değil, sorgulamayı ve böylece özgürleşen insanı var eder. Yine de farklılıklarıyla da olsa felsefe ve mitoloji ilişkilidir.

Dede Korkut kitabında ve yine Kutadgu Bilig’de siyaset felsefesinin yanı sıra ahlak felsefesinin ürünlerini bulmak da mümkündür. Düşünsel derinliği olan bu eserler belki de henüz tam anlamıyla analiz edilebilmiş değildir.

Bir Türkmen İslamlığı olarak Alevilik, varlık felsefesine ve ahlak felsefesine temel arz edebilir. Zira yaratılıştan, toplumsal ahlaka, kişisel erginlikten kâmil insan olmaya kadar derin bir öğretiye sahiptir. Sadece Türk Aleviliğinde görebileceğimiz bu derinlik Türk milletinin gen kodlarındaki metafiziğe ve mistisizme merakıyla açıklanabilir. Hakikat arayışına ve hikmete güzel bir örnektir şu nefesten dörtlük:

                                                             “İnsan insan derler idi

                                                               İnsan nedir şimdi bildim

                                                                Can deyip söylerler idi

                                                               Bu can nedir şimdi bildim” 

Aleviliğin bir Türkmen İslamlığı olduğunu biliyoruz. Arap ya da Fars Şiiliğinden farklı olarak siyasi değil ahlaki bir yoldur. Çünkü bir mezhep değil de bir tür sufilik ve tarik olduğu bellidir. Buradan hareketle Anadolu’nun İslamlaşmasında en büyük katkının gönüllere giren sufilerin çabaları olduğunu hatırlamak gerekir. Tasavvufun felsefeyle yakınlığını Pythagoras’tan biliyoruz. Onun düşünceleri zamanla ekol halini almış ve pytagorasçılık doğmuştur. Anadolu’da başlayan tasavvuf tarikatleriyle benzerlik arz etmektedir. 

Tüm bunları dikkate alınca, Türk felsefesinin varlığının ayağa kaldırılması ve Anadolu’da yeniden yurtlandırılması konusunda ümitvâr ve hevesli olmak gerekir. Çünkü felsefenin kök saldığı bir toplumda gelişecek şeyler vardır. Bilim, refah ve toplumsal huzur gibi. Son olarak, felsefenin bir yerde gelişebilmesi için o yerde özgür düşünce ortamının olması gerektiği de unutulmamalıdır.

Meryem ÇAĞIL

Yazar
Meryem ÇAĞIL

Lisans eğitimini, Eğitim Fakültesinde tamamlamıştır. Eğitimcidir. Mezhepler Tarihi alanında yüksek lisans çalışmasını sürdürmektedir. Gayrinizami felsefe, sosyoloji, göstergebilim ve zihniyetler üzerine alan çalışmaları yapmak... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen