İlm-i Sîma

Nilgün DAĞ

Bazı filozof ve düşünürler, yüz’ü insanî gerçekliğin ve ahlâkî varoluşun başlangıcı kabul eder ve “insan yüzdür” derler. Platon, okulu Akademia’nın girişine “Geometri bilmeyen, yüzü biçimsiz ya da kolu bacağı orantısız olan giremez.” sözünü yazdırmıştır. Hippokrates, hastalığın teşhis ve tedavisinde hastanın yüzü’ndeki değerli bilgilerden faydalanmıştır. Öyle kiyüz’den kişilik ve karakter analizi yapma, pazarda köle seçerken dahi kullanılan bir yöntem olmuştur. 

Yüz’den kişilik okuma girişimlerine İslâm dünyasında da rastlanır. Bu hadise “ilm-i sîma”, “ilm-i kıyafet”, “ilm-i fîraset” gibi adlarla anılır. İlm-i sîma veya ilm-i kıyafet, fizyonomi terimine karşılık gelirken ilm-i fîraset daha büyük bir kompozisyona gönderme yapar ve ilham, sezgi ve gözlemlerin harmanı olan bir ileri görüşlülük hâlini betimler. Müşahedem odur ki, insanın yüzündeki anatomik özelliklerden hareketle onun kişilik ve ahlâk kompozisyona şerhler düşmenin veya kemal derecesine dair tespitlerde bulunmanın birtakım sakıncaları olur. Çünkü yüz, fikirleri ve hisleri açığa vurduğu kadar türlü hilelerle onları gizleyebilen de bir mekândır… 

Herkese aşikâr olan gerçeklik şudur ki: Yüz, bir mânâ havuzudur. Ve insanın hususiyetidir. Schopenhauer, her yüzün özel ve öznel bir kompozisyon oluşunu “Her insanın yüzü hiyerogliftir.” diyerek özetler. Simmel ise, “Bireyin tekilliğini vurgulayıp toplumsal anlamda ona işaret etme konusunda bedende insan yüzünden daha uygun bir parça yoktur.” der. Ve 1908 yılında kaleme aldığı “Duyu Sosyolojisi” başlıklı makalesinde, yüz’ün bir kişi ile bir diğeri arasındaki ilk etkileşim nesnesi olduğundan bahseder. Yüz, ötekiyle ilk karşılaşma mekânıdır. İnsanın insana açıldığı kapıdır. Karşılıklılık için güçlü ve aktif bir ajandır.Kişilerin birbirlerine dair izlenimlerine, fikir ve hislerine tanıklık eden proaktif bir sahnedir. Anlam’ın membaıdır. 

Ancak bir yüz’ü tutkulu, öfkeli, korkak, düşünceli… şeklinde tek bir anlama etiketlemek onun bedendeki seçkin konumuna büyük haksızlıktır. Çünkü yüz, bir iz sürme mekânı olduğu kadar insanın izini kaybettirdiği bir zemindir de… 

İyi haftalar…

Bakış Aşısı-2

Kapı:İşlevinden çok daha güçlü anlamlarla yüklü bir yapısal unsurdur. Herhangi bir özel veya kamusal mülkiyete giriş-çıkışı sağlayan; bu yönüyle mahremiyeti, aidiyeti ve hududu simgeleyen mekânsal bir boyut eşiğidir. Bir âlemden diğerine olan geçişi-değişimi imlemesi ve geçişler, sonlar, yeni başlangıçlar gibi insan hayatındaki bazı yaşam geçitlerini belirtmesiyle ise sembolik ve stilistik bir değerdir. 

Çiçek: Her kültürün ve medeniyetin çiçek algısı ve yorumu farklı olmuştur. Nergis, Antik Yunan medeniyetiyle özdeşleşmiş bir çiçektir. İngiliz edebiyatının da favori çiçeğidir. Ve İngiltere, dünyanın en büyük nergis üreticisidir. Nergis, Batıda tekebbürün ve kibrin, Doğuda ise şans ve zenginliğin sembolüdür. Lotus,Mısırlılarca güneşi ve yaratılışı imleyen bir su bitkisidir. Çamurlu suda yetişip gelişir. Üzerine en ufak bir toz parçası geldiğinde yapraklarını sallar ve tozu iter. Yağmurda ise, yaprağının üzerine düşen yağmur damlalarını üzerindeki kirli bölgelere akıtarak arınır. Bu nedenle temizliğin simgesi olarak anılır. Bir Osmanlı zevki ve tutkusu olarak anılan lale ise, vahdeti temsil eder. Ve gül!… “Muhammed teridir.” [Yunus Emre]. Türk kültüründe çiçeklerin şahı kabul edilir. 

Yazar
Nilgün DAĞ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen