4 Haziran 2023

Turgut GÜLER

 

27 Şubat 2020 Perşembe günü, Sûriye sınırları içindeki İdlib’de meydâna gelen ve milletimizin kalbini elemle dolduran hâdise, bize 1516 yılı yazını hatırlattı. İki sene evvel Çaldıran Sahrâsı’nda Şâh İsmâil’le karşılaşan ve târîhimizin müstesnâ zaferlerinden birini kazanan Yavuz Sultan Selîm Hân, İran Sefer-i Hümâyûnu denilen o yürüyüşe çıkarken, Memlûk Sultanlığı’nın nabzını yoklamış ve Osmanlı-Safevî ordularının girişeceği cenk öncesinde, bu Türk devletinin neler düşündüğünü öğrenmek istemiş idi. Dünyâ târîhinin tanıdığı en büyük Cihângîrlerden biri, bendenize göre birincisi olan Yavuz Sultan Selîm Hân, Memlûk Tahtı’nda oturmakta olan Kansu Gûrî’nin tavır ve hareketlerinden tatmîn olmamış, onu da en az Şâh İsmâil derecesinde tehlikeli bir komşu olarak görmüştü.

Şânlı Yavuz’u bu kanaate götüren en mühim husûs, pâyitahtı Kâhire olan Memlûk Sultanlığı’nın Güney ve Güneydoğu Anadolu’da hatırı sayılır bir arâziye hükmetmesi idi. İş bu kadarla bitse idi, belki tehlikenin ebâdı küçük sayılabilirdi. Lâkin, başta Çukurova’daki Ramazanoğulları ve Maraş-Elbistan taraflarındaki Dulgadıroğulları Beylikleri, Memlûk Sultanlığı’nın nüfûz sâhâsında bulunuyorlardı. Sultan İkinci Bâyezîd Hân’ın, yâni Yavuz’un muhterem pederlerinin saltanatında, Osmanlı ve Memlûk devletleri, Çukurova yöresinde, netîcesi ortada kalan bir silâhlı mücâdeleye girişmişlerdi. Târîhlere, “Çukurova Muhârebeleri”adıyla giren bu serî cenklerin tek sebebi, Anadolu arâzisindeki nüfûz yarışı değildi. Hac su yollarından tutun da, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ndeki Portekiz sultasına varıncaya kadar pek çok tâlî sebeb, sıraya girmiş bekliyordu. Bütün bu sayılan rekâbet başlıkları bir araya geldiğinde, Türk-İslâm Dünyâsı’nın liderlik koltuğuna oturacak devletin arandığı, bütün açıklığı ile ortaya çıkıyordu.

1258 yılındaki Moğol istîlâsında, Bağdad’dan kaçan son Abbâsî Halîfesi, Kâhire’ye gitmiş ve daha sekiz yaşındaki körpe Memlûk Sultanlığı’na sığınmıştı. O târîhden beri, İslâm Halîfesi, Memlûk himâyesinde Kâhire’de oturuyordu. Mekke ile Medîne şehirlerini de içinde barındıran Hicâz arâzisi, Memlûk hâkimiyetinde idi. Sayılan iki husûs, Memlûk Sultanlığı’nın îtibârını çok yukarılara çıkarıyor ve bu devlet, Türk-İslâm Âlemi’nin tartışmasız ağabeyi biliniyordu. Hazret-i Peygamber’in muştuladığı başbûğ ve yine Nebî-yi Muhterem’in kutladığı askerler, 1453 yılında İstanbul’u fethedince, Memlûk Sultanlığı’nın en büyük ve ciddî rakîbi Osmanlı Türk Cihân Devleti oluvermişti. Fâtih Sultan Mehmed Hân Hazretleri’nin önüne geçilemez îtibârı, Memlûk Sultanlığı’nı, nice husûsda çaresiz ve boynu bükük bırakmış idi. İşte, Yavuz Sultan Selîm Hân’ı, 1516 yılı Ağustosunda önce Mercidâbık Sahrâsı’na, sonrada Haleb Ulu Câmii’ne taşıyan ülkü, bu büyüklük yarışı olmuştu. Cennet-mekân Yavuz Sultan Selîm Hân Hazretleri, Haleb’i de hükmü altında tutan Memlûk Sultânı Kansu Gûrî’ye:

“Haleb oradaysa, arşın buradadır.”

demişti.

            Yavuz Sultan Selîm Hân’ın bahsini ettiği arşın, Cihângîrlik denilen sıfatı ölçüyordu. Cihângîr ona derler ki, Kürre-i Arz’ı bir avucunun içinde taşır ve öteki avucuna da tâlib olduğu Cihân’ı ölçecek arşını alır. 

            Son İdlib vak’ası münâsebetiyle şehâdet şerbeti içen yiğit Mehmetçiklerimizle Cihângîr-i Yektâ Yavuz Sultan Selîm Hân’ın, Cennet’in Firdevs katında buluşmalarını, Hak Te’âlâ Hazretleri’nden niyâz ediyoruz. Allâh’ın rahmet pınarı, onların dudaklarından ve dahî gönül bahçelerinden eksik olmasın.

 

Yazar Hakkında:

Turgut GÜLER

Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar Nazilli Li­sesi’ne devâm ettikten sonra, Nazilli Öğretmen Okulu’na girdi. Bu okulun ikinci sınıfını bitirdiği 1968 yılında, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne kaydoldu. 1969-1973 yılları arasında, Yüksek Öğretmen Okulu hesâbına, İstanbul Üniversite­si Edebiyât Fakültesi Târîh Bölümü’nde tahsîl gördü.

İstanbul Çapa’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun Kompozis­yon ve Diksiyon Hocası olan Ahmet Kabaklı’nın başkanlığında kurulan Türkiye Edebiyât Cemiyeti’nde, bilâhare bu cemiyetin yayınladığı Türk Edebiyâtı Dergisi’nde vazîfe aldı. Bir tarafdan üniversite tahsîline devâm etti, bir yandan da bahsi geçen der­ginin “mutfak” tâbir edilen hazırlık işlerinde çalıştı. Metin Nuri Samancı’dan sonra da ikinci yazı işleri müdürü oldu (Mart 1973, 15. Sayı). Bu dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.

1973 Haziranında üniversiteyi bitirdiğinde, Malatya Mustafa Kemâl Kız Öğretmen Lisesi târîh öğretmenliğine tâyin edildi. Ah­met Kabaklı’nın arzûsu ile bu görevine başlamadı ve İstanbul’da kaldı, Türk Edebiyâtı Dergisi’ndeki mesâîyi sürdürdü. 1975 yı­lında hem Edebiyât Cemiyeti (Bakanlar Kurulu karârıyla Türkiye kelimesi kaldırılmıştı), hem de Türk Edebiyâtı Dergisi, maddî sı­kıntılar yaşadı, dergi yayınına ara verdi. Bunun üzeri­ne, resmî vazîfe isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı’na mürâcaat etti.

Van Alparslan Öğretmen Lisesi’nde başlayan târîh öğretmen­liği, Mardin, Kütahya ve Aydın’ın muhtelif okullarında devâm etti. 1984 yılında açılan Aydın Anadolu Lisesi’nin müdürlüğüne getirildi. 1992’de, okulun yeni binâsıyla berâber adı da değişti ve Adnan Menderes Anadolu Lisesi oldu. Bu vazîfede iken, 1999 Ağustosunda emekliye ayrıldı. 2000-2012 yılları arasında, İstan­bul’da, Altan Deliorman’a âit Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım’da, yazı ve yayın çalışmalarına katıldı. Yine Altan Deliorman’ın çıkardığı Orkun Dergisi’nde, kendi adı ve müsteâr isimlerle (Yahyâ Bâlî, Husrev Budin, Ertuğrul Söğütlü) yazılar yazdı. İki kızı var.

Yayımlanmış Eserleri: Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Takı Taluy Takı Müren (Daha Deniz Daha Irmak), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2014; Cihângîr Tûğlar-Selîmnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Ejderlerin Beklediği Hazîne, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, Şehsüvâr-ı Cihângîr-Fâtihnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.

 

Yazarın diğer makalelerinden: