İki Dünya Görüşü ve İnsanın Trajik Durumu

Ömer AĞÇLI

İnsanın hayat serüveni kültür bağlamında, dünya görüşü denilen algılama ve buna göre yaşama çerçevesine dayalı olarak gerçekleşir. “Dünya Görüşü”, insanın maddi, manevi, varlık ve varoluş telakkisidir. Biraz daha açarsak; dünya görüşü, insanda varlığın zihinde yansıyan imajıdır. İnsanın bulunduğu konumdan, durumdan gerçekliği algıladıkları, telakkileridir.
 
Her insan ve toplum sonuçta sahip olduğu dünya görüşüne göre yaşar. Bilgi denilen şey de varolanların zihinde temsil ettiği, zihin tasaavvurlarıdır.   Yaşam denilen gerçeklik, insan zihninde ortaya çıkanlardan ibarettir.
 
Zihniyet, insanın varolanlar karşısındaki anlayış tarzı, bu anlayışa göre varlık karşısındaki vaziyet alış halidir. Şu bir gerçektir ki düşünme biçimini sağlayan zihniyettir. Zihniyet bir tür paradiğmadır. Paradiğma farkında bile olmadığımız manevi gözlüklerimizdir. Her insanın mutlaka bir manevi gözlüğü vardır. Eşyaya o gözlükle bakar. Paradiğmalar, kültürü de oluşturan şeydir. Kültür, insanın varolanlar hakkındaki edindiği bilgilerin tezahürüdür. Paradiğmalar, hayatı, varoluşu anlamlandırmak için bir araçtır. Ve insan hayatında çok önemli bir işleve sahiptir.
 
Makalenin asıl konusu iki dünya görüşüdür. Bu iki dünya görüşü aslında iki paradiğmadır. Paradiğmalar, zihni oluşuklardır. İnsan zihni bütünlük içindedir. Sağlıklı bir zihinde inanma, bilme, sorgulama, şüphe etme aktları bulunur. Zihin aktlarından bir eksik olursa zihinde bütünlük sağlanamaz, zihinsel parçalanma ortaya çıkar. Parçalı bir zihinsel ortamda insan da dengeyi sağlayamaz.
Varlık arkedir. Varolanlar ise herşeyin genel adıdır. Varolanları ortaya çıkartan mutlak varlık olan Allah’tır. Varlık varolan herşeyin özüdür. Varolanlar, maddi, manevi, zihinsel ve duygusal ruhsal olanlardır. İnsan hayatında en önemli sorun kaynağı, varlık ve varoluşu doğru kavramasıdır. Varlık ve varoluşun mahiyeti doğru kavramadan insan zihinsel bütünlüğe ulaşamaz. İnsan doğası bunu zorunlu kılar. Bu bağlamda bilme, sevme ve inanma aktları birlikte olmak zorundadır. Bu aktların biriyle hayat yürümez, eksik kalır, zihinsel bütünlük bozulur.
 
Gelelim insanlık tarihine… İnsanlığın tarihsel yürüyüşünde, bu tarihi yürüyüşü başlatan vahiydir. Yani Allah’ın insanlığa desteği, inayetidir. İlk İnsanın peygamber olması bunun delilidir. Çünkü hareketi, oluşu sağlayan, hayatı sağlayan Allah’ın nurudur. Allah’ın nuru beşeriyete inmeseydi insanlık adım atamazdı. Nur ise bilen bir şeydir. Bu nedenle nurun diğer ismi akıldır. Bu akılla peygamberler vasıtasıyla beşeriyete hayat ve ilim gelmiş, ruhsal oluşumlara neden olmuştur. Her Peygamber insanlığa ruhsal bir destektir. Allah’ın insanlarla ilşikisi peygamberler vasıtasıyla olmuştur. İnsanlığın tarihsel yürüyüşü ; ruhtan bedene, manadan maddeye, akıldan beşduyulara doğru olduğunu söyleyebiliriz. Bu yürüyüşte iki tip insan ortaya çıkarmıştır. Ruh ve mananın öncelik kazandığı;  beden ve maddenin öncelik kazandığı iki tip insan…Kısaca ruh merkezli insan ve madde merkezli insan..
Beşeri hayat, kültür ve medeniyetle gerçekleşir. Kültür ve medeniyeti üreten elbette insandır. Kültür ve medeniyet, varlık ve varoluş karşısındaki algı ve pratiklerle insanın tavırları ortaya çıkartır. Hakikatin üç konusu vardır. Tanrı, insan ve evren ( varoluş) . Tanrı konusun bize haiy kaynaklı din bildirir. Evren ve insana ilişkin bilgiler de bilimin, sanatın, felsefenin konularıdır. Kültür din, bilim, felsefe ve sanatın bileşkesidir. Bu bileşkede hangi bilgi türü ağırlıklı ise kültür onun rengine bürünür. Toplumlar arasındaki kültür farklılığı bu yüzdendir. Medeniyette kültür gibi aynı kanunlara tabidir. Medeniyeti tanımlayacak olursak Sayın Yasin Ceylan’ın tanımını alısak; Sayın Ceylan “ Kendine mensup insanlara kuşatıcı, her yönüyle bir yaşam için gerekli zihinsel değerler ve bedensel pratikler sunan, onların hayata belli bir perspektiften bakmalarını ve anlam vermelerini sağlayan bir varoluş biçimidir. “ Şu kadar ki kültür ve medeniyet, beşeriyetin varoluş biçimidir, yaşam modelidir, yaşam biçimidir. Burada şunu da söyleyelim, insan zaman ve mekan tabidir. İnsanın hem kendisi hem de düşündükleri, ilgilendikleri şeyler hep zaman, mekan kapsamındadır. Tarihin bize gösterdiği gerçek şudur: İnsan zihni, kültürel evrimle her zaman ve mekanda belli konularla ilgilenmiştir. Bütün bu sözlerden sonra asıl konumuz, iki dünya görüşü ve bunların çatışması ve bu çatışmalarda yaşanan gerginlikler ve insanlara bu gerginlilerin yansıması konusudur…
 
İnsanlık tarihinde en radikal, köklü kırılma dönemi 16. Yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan Rönesans, Reform ve Aydınlanma dönemi diye tesmiye edilen modern dönemdir. Yani batı modernite dönemi..
 
Batı Modernitesi konusu şimdiye kadar çeşitli disiplinlerde ele alınmış ve kritik edilmiştir. Ben de kendi anladığıma göre bu konuyu şöyle değerlendirmek istiyorum. Bir kere aydınlanma çağı tarihsel bir süreçtir. Geçmişten aldığı dayanakları eleştirmiş, karşı çıktığı ilkeler üzerine bina edilen bir bakış açısı, varlık ve varoluş anlayışı, dünya görüşüdür. Kısaca modernite batı düşünve sisteminin bir ürünüdür.
Modernite orta çağa hakim olan yerleşik bilgi yapısı olan kilise öğretilerine karşı bir tavırdır. İnsanın yüzünün Tanrı’dan, onun yaratıığı tabiata dönüştür. Bu dönüşe katkı sağlayanların başında Descartes’tir. Descartes, evreni ve evrendeki madde boyutunun bilinebileceğini, mekanik bilimin ancak bu yönü izah edebileceğini söyleyerek kartezyan felsefeyi kurmuştur. Kartezyen felsefe, insan, madde ilişkisine dayanır ki sonuçta varlıkta ontolojik bir parçalanmayı getirmiştir. Modernitenin temeli modern bilim anlayışına dayanır ki, duyu organlarımızla algılayamadığımız ve teste tabi tutamadığımız her türlü bilgi bilinemeyen bilgidir. Bilinemeyen bilgi de hiç bir işe yaramayan bilgidir.
Bilgi yapılarında gerçekleştirilen gelişmeler batıda insana yeni bir zihniyet yapısı kazandırmıştır. Bu zihniyet yapısı, bilgiye yaklaşımı da dönüştürmüş, felsefe, din metafizik olarak değerlendirilerek onlara kapılar kapatılmıştır. Batı, kilise öğretilerini reddederek dinin özünde bulunan değişmez değerleri de reddederek, hakikati, varlığı, beşduyu ile algılanabilenlere indirgemiştir. Gerçekliği sadece görünenlerden ibaret saymıştır. Modernizm, varlığı insan aklı ile sınırlamış, tikelleştirmiştir. Modernizm üst bilgi formlarını reddetmiştir. Modern batı düşüncesi bilgi aracı olan hem vahyi hem de ilhamı reddetmiştir. Yani modern insan göksel olana başkaldırmıştır. Modern insan aşkınlığın tüm ilkelerini reddederek kendine kendi imgesine göre bir bir dünya kurmuştur.
 
İnsan merkezli dünya görüşü olarak kabul edilen modernizm konusunda Değerli İlahiyatçı Saban Ali Düzgün’ün sözlerini aktarmadan geçmek istemiyorum. Sayın Düzgün “ Modernizm din ve metafizik içinde kendini ifade eden aklın, bilim, ahlak, sanat ve politika gibi daha çoğaltılabilecek alanlarda bağımsız davranmaya başlamasını ifade eder. Bu durum da aydınlanmayla başlar. Bunun temelinde bir yandan eşyanın algılanmasına Tanrıyı aracı kılıp, Tanrı’yı gaye varlık olmaktan çıkartıp, bunun yerine eşyayı yerleştiren Descartes’i, diğer taraftan da metafiziği bilginin konusu olmaktan çıkartıp, bilginin yeğane alanını dış varlık alanı olarak tesbit eden İmmanuel Kant’ı görmek mümkündür.” Diyor.
Sayın Düzgün diyor ki: “ İnsan eşyayı ve kozmoso keşfettikçe kendini kaybetti. Dış dünyayı keşfettikçe bozgına uğradı.”
TANRI MERKEZLİ DÜNYA GÖRÜŞÜ: “ Tanrı Merkezli Dünya Görüşü” ne gelince, karşımıza din çıkar.. Allah’ın mesajı, peygamberler vasıtasıyla, birbirini tamamlayarak insanlığa inmiştir. Ve bu mesaj, Son Peygamber Hz. Muhammed  ile tamamlanmıştır. Allah’ın mesajı, tanrı merkezli dünya görüşüne de kaynaklık etmektedir. Nedir Allah’ın mesajı?…
 
Allah’ın mesajı, yaratılış amacı ve gayesi bağlamında ortaya çıkanlardan ibarettir. Yaratılış amacı ve gayesi, hakk’ın bizzat bilinmesidir. Hakk’ın bilinmesi O’na kulluk ve ibadet edilmesiyle gerçekleştirilecek ilahi varoluş ve tecrübelerdir. Her Peygamberin vahyinin özü, Allah’ın birliği ve ondan başka değer verilecek, tapılacak ilah olmadığıdır ki, bunun adı tevhiddir. Tevhid öyle bir anlam zenginliğine sahip ilahi formüldür ki Allah’tan başka herşeyi izafi hale getirmektedir. Yaratılmış olan her şey insana hizmet için yaratılmıştır. İnsan kendisi için yaratılanları araç olarak kabul etmeli ve sadece Allah’a kulluk etmelidir. Bu bağlamda insan, dünya hayatında kendi fıtratına göre yaşamak ve tercihler yapmakta serbest bırakılmıştır. Kur’an’daki ahlak hükümleri fıtrat sınırlarıdır. Bu sınırların dışı günah alanıdır. Dünya hayatı ve onun düzeni sadece insanın iman hayatı yaşayabilmesi için zorunlu ve aynı zamanda araçlardan ibarettir. Dünya hayatının kurulması için din ilkeler va’z eder ve bunu insana bırakır. İnsan zamana ve mekana göre dünya işlerini kendi kuracak ve yaşayacaktır. Siyasi, ekonomik ve kültürel sistemleri insan kendi üretecektir.
Her iki dünya görüşünün genel özelliklerini aklımın erdiğince açıklamaya çalıştım. Şimdi bu iki dünya görüşünün  genel değerlendirmesini yapmak istiyorum. Burada ilk önce söylenmesi gereken husus, her iki dünya görüşünün inşaa ettiği insan tipi birbirinden tamamen farklı olduğudur.
 
İlahi vahiy Kur’an, varolan herşeyde Allah’ın sanatı ve kudretini görebilen bir zihin inşaa ederek, nerede olursanız olun Allah’ın varlığını hissetmenizi ve onu hayatınızın her anına dahil etmenizi ister. ( Caner Taslaman)
 
İnsan merkezli dünya görüşünde ise ilahi olanın bilinci ve onun koyduğu değerler yoktur. Allah merkezli dünya görüşünde insan iki boyutlu, iki dünyalıdır. İnsan merkezli dünya görüşünde insan tek boyutlu, tek dünyalıdır. İki dünyalı insan tipi ile tek dünyalı insan tipinin, bakış açısı, yaşam modeli, değerler ve normları tamaen farklıdır. Değerler sistemi farklı olunca insanların düşünce ve eylemleri de farklı oluyor. Çünkü değerler sistemi, insanların düşünce ve eylemlerini esasa bağlar. Değerler varoluştan gelir. Yani Allah’tan gelir. İnsan kendi ahlaki değerler koyamaz. Ahlakı aklın önüne koyan vahiydir. İnsan kendi aklı ve tecrübesiyle ahlakı bulamaz. Nefsi, aklına perde olur.
 
Dinin koyduğu değerlerden uzaklaşmak insanı içgüdsel, hayvani doğallıklara teslim eder. İnsan nefs ile başedemez. Yani imandan kopuk eylem, insanı hayvanlaştırır. Eğer iman olmazsa, insan masivadan yakasını kurtaramaz. Bütün biyolojik, psikolojik, sosyal şartlanmalardan, ruhunu  ve aklını kurtaramaz.
 
Tek boyutlu, madde_ insan merkezli dünya görüşününmerkezinde bilim vardır. Bilim, doğayı ve doğadaki nesneleri inceleyerek ulaşyığı sonuçlarla tüm  varlığa bir anlam veremez. İnsan hayatına bir amaç tesbit edemez. Bilim, insanın doğa ile girdiği ilişkisinden elde ettiği bilgidir. Bu bilgi sadece insanı, doğa ile olan ilişkisinde yönlendirir. İnsanın diğer insanlarla olan ilişkilerinde rehber olamaz. Mutluluğun temininde rehber olamaz.( Yasin Ceylan)  Bilimin , eylemlerin tek yol göstericisi olduğu savı kabul edilemez. Bilim, varoluşu, her türlü gerçeği kavramlara indirgemiştir. Yani insanı, tek boyutlu, onu kavramsal düşünce boyutuna indirmiştir. Bilim, her türlü gerçeği kavramlara indirgeyerek, eşyayı ve insanları bu kavramlara göre manipüle etmekte araç haline getirmiştir. Kavramlar aracılığı ile tabiatın efendileri ve sahipleri olma sahte bilincini üretmiştir. Mülkün sahibi Allah’tır ve onun mülkünde kimsenin söz hakkı yoktur.
İnsan merkezli dünya görüşünde, hakikat ve bilgi yalnızca bilimin methodlarının ortaya koyduğu şeylerden ibaret sayılmıştır. Bu da bilgi alanını sınırlandırılması anlamına gelir. Realite dünyası bilimin sınırlarını aşkındır. Bu dünya görüşünde ruh, akıl ve hatta tin olarak insanın hiç bir yeri yoktur. İnsan hayatının amacı, hayata anlam katan yüce boyutlar yok sayılmıştır. Aşk, sanatsal yaratış, iman yok sayılmıştır.
 
Bu dünya görüşünde, dünyevi ve fani olan, aciz insanın her şeyin merkezine getirlmesi, onun trajik sonunu da hazırlamıştır. Varlığın merkezine Allah’ın yerine insanın oturtulması insana şirk hallerin de yolunu açmıştır.Diğer deyişle her türlü aşkın ilkenin yok kabul edilmesi, yerine fani insanın sadece sınırlı bilgileriyle sınırlanmış aklın merkeze konulması, insanın yeryüzüne yapışıp kalmasına neden olmuştur. Oysa hakikatte bilginin yeri ve kabı insan aklı değil, üst düzeydeki ilahi akıldır. Mutlak bilgi, insanın cüzi aklına değil insan üstü bir gerçeklik düzeyine sahip, insan zihnini aydınlatan, destekleyen ilahi akla dayanır.
 
Kültür ve medeniyeti yaratan anahtar kavram” mana” dır. Bir uygarlığa hükmeden dünya görüşü; bilim, felsefe, sanat ve din olmak üzre dört ayak üzerine kurulabilir. Allah’a dayanmayan bir uygarlığı düşünemiyorum. Allahsız bir kültür ve medeniyet insanlığın sonunu getirir..
Yazar
Ömer AĞAÇLI

Aksaray doğumlu, Ankara Devlet Mühendislik Akademisi İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunu. Daha sonra işletme masteri yaptı. Kamu da çalıştı... Emlak Kredi Bankası’nda mühendislik, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde imar başkanlı... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen