Ekonomide Küresel Dayanışma mı? Yoksa Ayrışarak Ulusallaşma mı?

Esat ARSLAN

Hep birlikte yaşıyoruz, görüyoruz. Ucu açık değil ama belirsiz yeni bir dünyaya doğru evrilmiyoruz, hep birlikte söyleyelim yuvarlanıyoruz, gidiyoruz ne diyelim inşallah temkinli bir biçimdedir. Devir, bir yandan küresel salgın, öte yandan bütün ekonomik olanaklarının seferber edildiği olmak ya da olmamakla eşdeğer bir hayatta kalma savaşıdır. Evet, sevgili okurlar, yaşamsal faaliyetlerimize devam etmeliyiz, cephanemizi tüketene, -ama idareli kullanarak- sonuna kadar bir şekilde hayatta kalmalıyız. Küçülmekten korkmamalıyız,  yüz yıllık cumhuriyet değerlerini her ne pahasına olursa olsun korumalıyız ve geleceğe taşımalıyız. Sadece ekonomiyi düşündüğümüzde belki de küçülerek büyüyeceğiz, ancak kimseler merak buyurmasınlar. Türkiye mektepleri tatil etti ama aynen Almanya gibi hiçbir şekilde ekonomide şalter indirilmemiştir, hatta ve hatta biraz iddialı söylemek durumundayım, bir tetikleyici unsur gibi kabul ederek üretim seferberliğine başlanılmıştır, devam etmek zorundayız. Üzerlerimize kilit atın diyen, hamiyetli mühendislerimiz, tedarikçilerimiz, üreticilerimiz bulunmaktadır. Dağıtıcılık bir ulvî meslek olarak uhrevileştirilmiştir. 

Ancak her şeye karşın, tehdidin boyutlarını da görmek durumundayız.  Yani şu bilimsel gerçekten de kaçılamayacağının bilincinde olmak durumundayız. Nedir o bilimsel gerçek? Efendim, bu realite, yerküredeki tüm insanların en azından 60’ının korona virüs(Kovid-19)’ten etkileneceği ve bu hastalığa yakalanabileceği gerçeğidir. Evet, efendim, bu durum yadsınamaz bir bilimsel gerçektir. Dünyayı yönlendiren “Birleşik Krallık” bu nedenle “sürü bağışıklık sistemi”ni denemeğe kalkışmıştır. Hiç de hesap da yokken, veliaht prens ve başbakanının yoğun bakımda kalışını göğüsleyerek. Bu nedenle sağlık olanaklarımız ne kadar iyileştirilirse iyileştirilsin pandemiyi zamana yaymak ve bu arada aşı başta olmak üzere plazma tedavisi gibi koruyucu durumundaki sağaltım evresini de geçirebileceğimizin bilincinde olmak durumundayız. Ama bizler hem devlet hem de millet olarak her ne pahasına olursa olsun geçen haftaki makalemizde tartıştığımız aktif ötanaziden kaçınmak durumundayız. Çünkü bizler, kuş gribi, deli dana itlafları gibi halkımız için krematoryumlar inşa edemeyiz. Etmemeliyiz. ABD Başkanı Trump bir noktada meseleye “Çin Virüsü”olarak bakmakta haklıdır. ÇHC’nin Wuhan kentinde tanı konulduktan, bu virüsün “SARS ve MERS” değil de mutasyona uğramış yeni bir virüs olduğunu anladıktan sonra “itlaf”demek istiyorum, bilimsel olarak bu kişileri bir şekilde ayrıştırabilselerdi, örneğin bir adada izole edebilselerdi, epidemi, pandemi yani küresel salgın olmazdı. Bilimsel gerçek bunu dikte ettirmektedir. Bu konuda kesinlikle “bilimcilik”yapılmamalıdır.  Aman unutmayalım, epideminin,  genel kuralı; ikinci saldırının, birinciyi aratmasıdır. Bir dünya vatandaşı olarak söylemek durumundayız, eğer dikkatli olunulmaz ise, kitlesel ölümler karşısında toplu mezarlar bile yetmez, maalesef mezarlıklar içerisine “Krematoryumlar” inşa edilmek zorunda kalınır.  

Evet sevgili okurlar, korona virüsü nedeniyle Avrupa’da sağlık sistemi çökerken Atlantik’in öte yakasında ABD küresel salgında İtalya’dan sonraki en yüksek can kaybı yaşayan ikinci ülke konumuna yükselmiştir. Korona virüsünün küresel salgına dönüşüyle okullar, üniversiteler tatil edildiğinde bile başta İtalya, İspanya, Fransa ve İngiltere gibi entellektüelite düzeyi oldukça yüksek batılı ülkeler başlangıçta meseleyi bir tatil havasında algılamışlardır. Yani görülmüştür ki, Avrupalının da Amerikalının da eğitim düzeyleri farklı değil, son derece ilkel seviyededir. Burada ilginç olan ise geçmişlerinde yığınsal ölümleri barındıran salgınlardan sonra yayınlanan raporların bile göz ardı edilmiş olmasıdır. Yapmış oldukları planlama, programlama ve bütçeleme faaliyetlerinin hem sağlık yatırımlarında olsun, hem de geleceğe yatırım yapılan yoğun bakım ünitelerine yapılan program bütçe harcamalarında bile kısıtlamaya gittikleri ve kendi salgın acil eylem planlarını bile güncelleştirmedikleri görülmüştür.Olay bir anda küresel salgına dönünce de akılları başlarına gelmiş, almış oldukları zecri, sert önlemlere karşın hem vaka ve ölümlerin artmasını engelleyememişler ve her şeyden önemlisi de hastaları tedavi etmekte zorlanmışlardır. Bu yaklaşım doğrudan doğruya “Bir İtfaiye Eri” yaklaşımıdır. Yanlıştır, külli yanlıştır. Sanki geçmişte benzer küresel salgınlar yaşanmamış gibi davranış biçimi göstermişlerdir. Örneğin,  ABD ve İtalya gibi ülkeler hastanelerin yetersiz olması nedeniyle sokaklara ve parklara acil çadır hastaneler açmak zorunda kalmışlardır. Hastanelerin yükünün hafifletilmesi amacıyla New York’a demirleyen ABD Donanması’na ait bin yataklı ‘Comfort’ gemisi ile Cenova Limanında bulunan ‘Splendid’gemisi buna örnek gösterilebilir. Hatta ABD sağlık sisteminin çökmemesi için Manhattan’ın en büyük parkı ‘Central Park’abir sahra hastanesi bile kurulmuştur. Ama gelin görün ki, New York’taki hastaneler hastaları koridorlarda ölüme terk etmeye başlamış, Almanya’da bile aktif ötanazi bir protokole bağlanmıştır. Kuşkusuz bütün bunlar büyük bir eksikliktir, önceden hazırlıklı olmamaktır. Aslında tarihe not düşülmemiş midir? Evet hatta raporlaştırılmıştır. Örneğin ilk rapor ‘ABD Enfeksiyon Hastalıkları Derneği’ (AEHD, Infectious Diseases Society of America IDSA)’nin Mart 2005 tarihli “AEHD’ nin Küresel Grip Salgını /  Uluslararası Grip Salgınına ABD Etkin bir şekilde Karşı Koymasına Hazırlanabilmesi için Gerekli Eylemlerin İlkeleri (IDSA’s Principles for Actions Needed to Prepare the U.S. to Effectively Respond to Interpandemic/PandemicInfluenza)Raporudur[1]. İkinci rapor ise bir o kadar ilginç, ABD Merkez Bankası St. Louis Eyaleti Şubesince, Başkan Yardımcısı Asistanı Ekonomist Thomas A. Garrett’in hazırlamış olduğu Mart 2007 tarihli “1918 İspanyol Küresel Gribinin Etkilerinin Günümüz Küresel Salgınlarına Ekonomik Etkileri” (Economic Effects of the 1918 Influenza Pandemic Implications for a Modern-day Pandemic, November 2007)Raporu bile görmezden gelinmiştir. Bilindiği üzere, 1918 İspanyol Küresel Gribi, yüz binlerce insanın öldüğü ve milyonlarca insanın çağın en bulaşıcı grip virüsü ile enfekte olduğu ABD tarihindeki en ciddi salgın olarak belleklerde yer etmiştir. Aslında 1918 İspanyol Küresel Gribi gelecekte küresel grip salgını olasılığında, Amerika Birleşik Devletleri’nde gelecekteki bir grip salgınının olası etkileri için temel bir model olarak algılanmış ve bu konudaki tüm araştırmaların da odak noktasını oluşturmuştur. Birçok çalışma yapılmış olmasına karşın bir anlamda bu önemli 1918 İspanyol Küresel Gribi ABD’nin devlet ve toplumsal belleğinden silinmiştir. Oysa ABD Merkez Bankası St. Louis Eyaleti Şubesince hazırlanan söz konusu rapor adeta bugünleri görecek tarzda şunları öngörmüştür:

“Gelecekteki bir salgının hafifletilmesi, her düzeyde hükümet ve özel sektörle işbirliği ve önceden planlamayı gerektirecektir. Ne yazık ki, 2005 tarihli bir rapor, ABD’nin grip salgını için hazırlıklı olmadığını göstermektedir.[2] ABD’deki federal, eyalet ve yerel yönetimler son yıllarda hazırlıklı olmaya fikir olarak odaklanmaya başlamış olsalar bile, özellikle yerel yönetim seviyelerinde ilerlemenin yavaş olduğunu söylemek adil bir yaklaşımdır.”

“Vatandaşların hükümetin grip salgınını hafifletmesini istediklerini varsayarsak, hükümetin hazır olma durumu ve vatandaşları bir salgın hastalıktan koruma yeteneği konusunda endişe duyulmalıdır.”

“Bir grip salgınının sağlık hizmeti sunumunu engellemeyecek ve kentlerde entübe ve yoğun bakım  ünitelerini barındıran sağlık tesisleri olmadığı sürece sağlık hizmetleri önemsizdir (Birinci Dünya Savaşı sırasında Philadelphia’da olduğu gibi, bu eyalet tıbbi atıklar nedeniyle daha da kötüleşmiştir). Sağlık personeli gribe yakalanırsa ve sağlık tesisleri de bundan bunalırsa, küresel salgının süresi ve şiddeti artar. Örneğin Philadelphia’da 1918 İspanyol Gribi küresel salgını sırasında “şehir morgu” on kat daha fazla ceset tabutuyla karşı karşıya kalmıştır.”

“Ortaya konulan kanıtların çoğu 1918 İspanyol Gribi küresel salgınının ekonomik etkilerinin kısa vadeli olduğunu göstermektedir. Birçok işletme, özellikle de hizmet ve eğlence sektöründekiler, çift haneli gelir kaybına uğramışlardır. Öte yandan sağlık ürünlerinde uzmanlaşmış diğer işletmelerin gelirlerinde büyük artışlar yaşanmıştır.”

“Bütün bunlardan sonra, gelecekte küresel bir salgın durumunda ABD yurttaşlarına yardımcı olması gereken yerel, eyalet ve federal hükümetlere güvenebilir miyiz? Her seviyedeki hükümet geçmişte afetlerle başa çıkamadığını göstermiştir (örn. Katrina Kasırgası).Sağlık kurumları ve hastaneler, gönüllü hizmetler (örn. Kızılhaç) ve özel işletmeler tarafından yerel hazırlık ve nüfusun sorumlu eylemlerinin günümüzdeki grip salgınının etkilerini hafifletmesi olası görülmektedir.”

Daha ne söylesin kısaca alıntılar yaptığımız bu 25 sayfalık rapor,  hemen her şeyi öngörmemiş mi? Sübjektif bir değerlendirme olacak ama bence fazlasıyla öngörmüş, sevgili okurlar. 

            Şöyle bir havayı kokladığımız zaman bir mücadele modeli oluşturulamayacak kadar ne kadar çok bilinmezlik etmeni olduğunu görmekteyiz. Küresel salgını kontrol edebilecek ortada etkili bir faraziye ya da varsayım da neredeyse yok gibi. Bu arada birbiri peşi sıra domino kuramından ya da rezonatik bir komplo kuramı gibi bir felaket senaryosundan bahsetmek de istemiyorum. Ancak çok açık bir gerçektir ki, en çok da küreselleşmeyi hedef tahtasına oturttuğumuzu da söylemeden edemeyeceğim. Küresel salgın küresel ekonomiyi derinden sarstığını, gittikçe ayrışmaya doğru yuvarlanarak gittiğini söylemekle yetinelim.Ülkeler ulusal düzeyde salgının yarattığı krize karşı koymak adına çeşitli önlem destekleme paketleri açıklarken, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları da 2020 için küresel bir durgunluk (resesyon)beklendiğini ifade etmektedirler. Bir yandan Avrupa Birliği(AB)‘nin geleceği tartışmalı hale gelip, BREXIT sonrası yeni EXIT’ler gündeme gelirken, AB Komisyonu Başkanı tarafından, Avrupa için yeni bir Marshall Planı’na ihtiyaç duyulduğunu gündeme getirmiştir. Nereden nereye? Malum, Marshall Planı, II. Dünya Savaşı sonrasında 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konulmuş savaştan galip çıkan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketi olarak uygulanmıştı. 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almış, karşılığında ABD’ye göbeğinden bağlanmıştır. Peki, Küresel Salgın’ın en büyük mağduru haline gelen o ABD’yi nerede bulacağız? Ara ki bulasın. Gelin şu yalın gerçeği büyük harflerle ifade edelim, ne “Atlantikçi Küreselleşme”, ne de “Pekin merkezli Küreselleşme”nin yaşama şansı yoktur, efendim. Öyle sopayla, havuç göstermekle, çekiçle olmaz. Efendim, bu tür küreselleşmenin cenaze namazı kılınmıştır, bu dünyada. İbreler Asya’yı göstermektedir. Doğrudur. Ama “Asya Temelli Küreselleşme”, dayanışma odaklı olma koşuluyla yaşama şansı olduğunu göstermektedir. 1960 yılında salgın haline gelen çiçek hastalığının yer küreden tamamen silinmesi için 1963 Küba Füze Krizi sırasında Nükleer Savaş da dâhil karşı karşıya gelen ABD ve SSCB’nin birlikte hareket ederek bu salgının üstesinden gelmesi belleklerdedir. 

Söylemem odur ki, ABD ve ÇHC birbirlerini suçlamaksızın küresel salgında tüm dünyanın olanaklarıyla mücadele etmelidirler. Her seviyede “Sen/Ben” kavgası bir tarafa bırakılmalıdır. Unutmayalım, Fortune Dergisinin 2019 araştırmasına göre dünyanın 500 şirketinin 129’ı ÇHC’ne, 121’i de ABD’ye ait bulunmaktadır. Oysa, 20 yıl önce 1999 yılında ÇHC’nin 500 şirketin içinde sadece 8 şirketi bulunmaktaydı. Bankacılık sektörüne bakıldığında ise durum daha da acıklı bir hal almaktadır. 20 yıl önce dünyanın en büyük 8 bankası ABD’ye ait iken bugün ilk 8 içerisinde ABD’nin o da 6 ve 7’nci sırada iki küresel seviyede bankası bulunmaktadır. Şimdi ise ilk dört ÇHC’nin, 5’inci yine Çin ile ilgili Büyük Britanya’ya ait HSBC, bir Alman, bir Fransız ve bir Japon Bankası bulunmaktadır.  

Ayrıca, unutulmalıdır ki, küresel salgın sonrası süreçte XXI. Yüzyılın gerçek kapısı açılabilecektir. Ama daha şimdiden başta uluslararası tedarik zinciri olmak üzere, uluslararası havacılık ve mobilizasyon düzenlemelerinin kökünden değişebileceği açık ve seçik görülebilmektedir. Bu arada öncelikle söyleyelim, sağlıklı bir dijitalleşmeye geçebilmek için ulusal ve uluslararası lojistiğin geniş çaplı analizlerine gereksinim duyulmaktadır.  Şu gerçek yadsınmamalıdır. Kavrama dayalı ihtiyaçlar sistemi ortaya konulmadan finans ve iktisadî yönetişimin eylemine geçilemeyeceği gerçeğidir. Öte yandan, ülkemizde özellikle devlet güvencesi altında olmayan, yani devletten maaş alan 12 Milyon emekli dâhil 27 Milyon dışında alnının teriyle ayakta durmaya çalışan 55 milyonu doyuran gerçek üreticiler de ayak sesleri duyulan bu yeni sistemde sağlıklı bir arayışa geçmişlerdir. Bu cümleden olmak üzere evden “Online Üretime Katılma”(teleworking)ve “EBA Tv.”  ve “ZOOM, Microsoft Team” gibi “Uzaktan Eğitim”(Distance Education)konularının yakın geleceğin en önemli gündem başlıkları arasına girebileceği anlaşılmaktadır. Devasa bu “Online Evren”de dükkân ve AVM kiralarının sıfırlandığı bu nedenle maliyetlerin düşürüldüğü üretim ortamlarına yönelik proje ve AR-GE çalışmalarının girişimci ve/veya yatırımcıların ve tedarikçilerin mutlaka takip etmesi gerektiği bir döneme giriş yapılmaktadır. Bu yeni dönemde A’dan Z’ye hemen her şeyin bulunduğu “online perakende satışa yönelik mal ve hizmetler”in büyüyeceği yeni iş evreninin kapıları ağzına kadar açılmaktadır. Bu sistemin gizil anahtarı beyana dayalılık ve aldatmanın sıfır olmasıdır. Sorun bu konuda milletin doğruluk ve beyana dayalı sistemle eğitilmesidir. Eğitim ve öğretim sisteminde mutlaka ve mutlaka aldatmayı ve köşe dönmeciliğe prim vermemeyi öğreten bir ahlakî sistemi toplumun bütün katmanlarına yaymak durumundayız.  

Evet, sevgili okurlar, karşılıklı bağımlılığı bir tarafa iterek ayrışarak ulusallaşmanın ve ekonomide millileşmenin XXI. Yüzyıla bütünüyle egemen olması inanın çok zor ama, şimdilik mücadele edebilecek kıvama gelene kadar bir müddet“Biz bize yeteriz Türkiyem”

 

[1]www.idsociety.org., March 2005. /Erişim Tarihi 10 Nisan 2020

[2]https://www.stlouisfed.org/~/media/files/pdfs/community-development/research-reports/pandemic_flu_report.pdf. , November 2007/Erişim Tarihi 10 Nisan 2020

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen