Zerde, Zer ve Ter

Turgut GÜLER

            

“Hâtem” mahlâsı ile şiirler yazan Akaovalızâde Ahmed, atasözü hükmündeki beyitinde şöyle diyor:

“Âlâyiş-i mezâk-ı Cihân gûne gûnedir

Kimine zerde kimine kurs-ı zer lezîz”

Hâtem’in mısrâlarını, bugünkü Türkçeye aktarmak istesek, şu cümleleri kurabiliriz:

“Bu Dünyâ’nın tadını çıkarmak uğrunda birtakım gösterişlere baş vuranlar, türlü türlü şeylerden zevk alırlar. Kimi zerdeden hoşlanır, kimi de sarı sarı altınlardan.. Yâni, kimi yiyip içmekten usanmaz, kimi de mal ve mülk ihtirâsından.”

XVIII. asırda yaşadığını bildiğimiz Hâtem hakkında, daha fazla biyografi mâlûmâtına sâhip değiliz. Künyesinde bulunan Akova’nın da, hangi Akova olduğu belli değildir. Zîrâ, Türk Eli’nde, düzine hesâbı ile Akova bulunuyor. Bildiğimiz bir şey varsa, o da Ahmed’in, yâni şiirdeki mahlâsı ile Hâtem’in, bizim millî kültür süzgecimizden geçmiş bir dimâğının olduğu. Türk töresi ve dahî geleneği, Türk milletine aşırılığın her çeşidine sed çekmiş bir hayat tarzı takdîm eder.

Yaşamakta olduğumuz karantina günlerinde, gözle görülmez bir virüsün esîri olarak kapandığımız evlerimizde, sanki açlıktan ölecekmiş gibi, erzak yığmayı, Türk töresi ve geleneği ile açıklamak imkânı yoktur. Bu, tasvîb edilmesi imkânsız hareketlerin temelinde, rast gitmeyen, yolunu şaşırmış bir eğitim sistemi olduğunu, sazı ve sözü eline alan herkes söylüyor. Lâkin, iş icrâata gelince, mâşerî davranışlar öne çıkıyor ve talkın verenler de salkıma hücûm ediyor.

Şâir, zerde ile zer arasında kurduğu sarı renk bağını, hem yaşadığı zamâna kondurmuş, hem de bizim bugünlerdeki zavallı görünüşümüze uzatmış. Sözünü etmeye çalıştığımız ihtiyaç fazlası şeyleri almak, yığmak husûsu, aynı zamânda bir hak yeme mes’elesidir. Kimse kalkıp da:

“Alıyorsam paramla alıyorum, bana kimse karışamaz..”

deme hakkına sâhip değildir. 

Bizim para verip aldığımız nice gıdâ maddesini, bir kısım insanlar, para ile dahî bulamamaktadırlar. Bir de, hem ihtiyâcı olan, fakat parası olmayan insanları düşünün. Bu sıkıntılı günler, insanlık adına pek ciddî bir imtihândan geçtiğimiz günlerdir. O dilimizden düşürmediğimiz “empati”kelimesini, bir de hakîkat aynasına vurduralım ve ihtiyâcı olanların yanında yer alalım. Zerdede karâr kılanlarla zer toplayanları, terden sırılsıklam olmuş mahcûb kardeşlerimizle buluşturalım.

Yazımızı bir zerde nüktesi ile bitirelim. Sultan İkinci Abdülhamîd Hân’ın huzûrunda icrâ-yı san’at eyleyen komik-i şehîr[1]Abdi, nâm-ı diğer Abdürrezzâk Efendi, temâşâsının sonunda, Sultân’ın yolladığı bir tabak dolusu gümüş akçeye burun kıvırır, onu az bulur ve tabağı getiren Çavuşbaşı’na:

“Gidiniz Sultân’ımız Hazretleri’ne söyleyiniz. Abdi kulu pilâvı zerdesiz yiyemez.”

der.

Abdi’nin bu sözü Abdülhamîd Hân’a iletilince, Çavuşbaşı, elinde altın dolu ikinci bir tabakla döner…

 

 

 

 

[1]komik-i şehîr: meşhûr komedyen.

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen