‘Duruş’ Kaybı

“Milliyetçi” denilen ferdi, diğer ferdlerden ‘ayıran’ özellik/nitelik nedir?

Kendisinin, bu millete ‘âid’, ve ‘bu milletteki değerlerin üstün olduğunun ve korunması gerektiğinin’ farkında olmasıdır. 

Yalnız Milliyetçi olmak için değil; ferd (uydurma Türkçesiyle ‘birey’ diyorlar) olmak, ‘şahıs’ olmak, ‘ne idüğü belirsiz OLMAMAK’ için; kişinin, belli bir DURUŞsâhibi olması gerekir. Bu, onun kimliğidir. Bir insana yapılabilecek en büyük kötülük, onun kimliğini unutturmak, yok etmektir.Kimliğini unutan, yitiren, insanlıktan uzaklaşır, çıkar. Emperyalistlerin, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini sömürdükleri ülkelerdeki en korkunç ‘mârifetleri’, bundan çok daha ağır sonuçları olan; ‘sömürge halkına kimliğini unutturmasıdır’, ‘sömürge halkının kimliğini yitirmesidir’.

 Ne kadar tekrarlansa azdır:

Afrika’lı bir yerliye: “Hiç İngiltere’ye gittin mi?” diye sorulduğunda yanıt şöyle geliyordu:No, I have never been home. Hayır, hiç yuvada, Anavatan’da bulunmadım: 

Evinde kaldığım, emekli tiyatro oyuncusu yaşlı İngiliz; bu olguyu naklettikten sonra; bu “attitude of mind”ı devâm ettiremedik, diye hayıflanıyordu.

Zavallı sömürülen, kim olduğunu, kimliğini unutmuş, yitirmiş, kendini, İngiltere’ye âid, oradan uzakta kalmış olarak görüyordu; sömürgeci, onda              –eğiterek- öyle bir kafa yapısı (attitude of mind) meydana getirmişti! 

Yalnız kendisi değil, dokuzuncu dedesi bile İngiltere’yi rüyâsında olsun görmemişti ama, öyle bir  -moda deyimiyle-  ‘algı’ içine düşürülmüştü!

***

Bu topraklara, başka bir gezegenden gelmedik. Bin yıl önce geldik ve serf olarak yaşayan halka insanca yaşama imkânını –millet nizamıyla- verdik. (Avrupa’lılar Amerika’ya 500 yıl önce gidip yerlileri soykırıma uğratarak yerleştiler.) Bizim, bir tarihimiz var ve biz onun devamıyız. Bu günümüzü anlamamız için, târihimizi iyi bilmek durumundayız. Bu konuda bakın ne deniliyor:

True, the last hundred years cannot be properly understood without the knowledge of the hundred years before them, and so on in an endless progression.

E.E. Kellett, The Appreciation of Literature, p. 79.

Doğrusu, son yüz yıl, kendinden önceki yüz yıl bilinmeden doğru dürüst anlaşılamaz. O yüz yıl da kendinden önceki bilinmeden anlaşılamaz; bu, böylece sürer gider.

İki yüzyıl önce uğradığımız manevî disk kaymasının farkında olmayan, okulda kafasına yerleştirilen “Tanzîmât’ın bir yenileşme, bir atılım hareketi” olduğu palavrasından kurtulamamış diploma hamallarının (dikkat isterim: “aydınların” demiyorum: ‘bizim’ aydınımız çok azdır, sürüsüne bereket ‘mâmûl’ diplomalılarımız vardır.) her şeyden önce, ‘olayları doğru anlama, değerlendirme’ konusunda, üzerinde duracağı sağlam, doğru bir zemin yoktur: yedi sekiz nesildir Avrupalı’nın bakış açısını benimsemiş, giderek, olayları Avrupalı’nın gözüyle görmeğe alışmış/alıştırılmış diplomalılarımızdan bazılarının, Ayasofya konusunda, aynenAvrupalılar gibi tavır aldığını görmek, 1839 ve 1856 darbelerinin, kırılma noktalarının farkında olanlariçin, hiç şaşırtıcı değildir. Nitekim, bu kültür istilâsı zemininde çok ‘iyi’ öğretim kurumlarında okuyup mezun olmuş bir bayan diplomalımız, Türkiye’yi Büyükelçi olarak temsil ettiği bir ülkede, Cumhûriyet Bayramı dolayısıyle Elçiliğimizde yapılan kutlama toplantısında, gelenleri,  kendisi Yunanlı Helena kılığında, Elçilik Sekreterini de yine Yunanlı bilmem kim kılığına sokmuş olarak ağırlamıştı!

1839 un tamamlayıcısı olan 1856 da, ‘gâvur’a ‘gâvur’ demek yasak edildi, cizye kaldırıldı. “Duruş” kaybına uğramamız yolunda bayır aşağı hızla ilerledik. Giderek, Müslümanı kâfirden ayırdeden hemen hiçbir şey kalmadı. Her şeye, bütün olumsuzluklara rağmen, bilinç sâhibi olmayı başaran, bu milletin aslî değerlerine bağlı bir zümre, jakoben baskı kalktıkça, giderek sayı bakımından ve nitelik olarak da güçlenmektedir. Ayasofya konusunda, sâhibi Fâtih Sultân Mehemmed Hân’ın vakfiyesine ve milletin arzusuna uygun olarak davranan bu zümredir. 

Türlü bahanelerle bu olaya kaşı çıkanlar da, “duruş” kaybına uğramış, Tanzimat ürünü yurttaşlarımızdır.  “Benim görüşüme göre Topkapı Sarayı da müze olarak korunmalı, Ayasofya da müze olarak korunmalı, hatta Sultanahmet de müze olmalı. Çünkü bunlar artık bizim kendi şeyimiz değil, kendimize özgü değil, insanlığın ortak mirasıdır bunlar” diyen yurttaşımız, İbrahim Kaboğlu, bir milletvekilidir. Tanzimat’tanberi yöneldiğimiz hedefe ulaşan “elitlerimizin” başarılı bir örneğidir.

Bu kadar basit!        

14/07/2020

Yazar
Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet Maksudoğlu, Eskişehir’de Kırım kökenli bir âile içinde doğdu. İnkılâp İlkokulunu, Eskişehir  Lisesini ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi. İzmir İmam-Hatîp Lisesi’nde Meslek Dersleri Öğretmeni olara... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen