İmza İle Kapanan Kapı Kılıç İle Açılır!

Önce, bir hatıramı naklederek başlamak istiyorum;

1997 yılında (İstanbul’un fethinden 544 yıl sonra) İsviçre Hava Yolları (Swissair) ile Berlin’den Bakü’ye uçtum. Türkiye hava sahasında uçarken pilot yolculara bilgi verdi:

“Sayın yolcular! Konstantinopolis üzerinde uçuyoruz. Uçağın sağ tarafında oturan yolcular Bosporus’u seyredebilir.”

Uluslararası hukuka göre İstanbul’un resmi adı “İstanbul”, “Konstantinopolis” değil! 

İstanbul Boğazı’nın adı da “İstanbul Boğazı” veya kısaca “Boğaz” olarak geçer.

Gel gör ki Hıristiyan dünyası fetihten 544 yıl sonraİstanbul’uhâlâ Konstantin” olarak görüyorlar(!)

Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilmesine tepki gösteren Batılı ülkelerin fetihten 567 yıl sonrahâlâ uluslararası camiada ses yükseltme çabaları Ortaçağ Haçlı zihniyetinin apaçık tezahürüdür…

Geçmişi Pagan Olan Avrupalılar

Roma ve Bizanslılar İsa’dan dört asır sonra Hıristiyan oldular. Geçmişi paganizm inanışına dayanan Roma ve Bizanslılar Hz. İsa’ya paganizm etkisi altında inandılar.Arapça  “üç”rakamı demek olan “selase ثلاثة” kelimesi“sls”kökünden türemedir. Hristiyanlıkta tanrının kutsal üçlü kimliği veya “üç kutsal tanrı” anlamına gelen “teslis تثليث;“üçleme”kelimesi de Arapça “sls”kökündendir. Hristiyanlıkta üçlü inanış olarak kabul edilen “teslis”“Baba”, “Oğul” ve “Kutsal Ruh” olarak kabul edilir yani; tanrı baba, tanrının oğlu İsa ve kutsal ruh…

Paganizmde tabiat, gök cisimleri, hayvan, insan ve daha birçok canlı cansız varlıklara inanmak vardır. Kısaca putperestliğin her türlüsünü kapsayan paganizm, “teslis”“Baba”, “Oğul” ve “Kutsal Ruh” inanışının bir anlamda paganizmin putperestliğine benzemesiRoma ve Bizanslıların Hıristiyan dinini kabul etmesini kolaylaştırmıştır…

Günümüzde Hıristiyan bir kimse sırf kilise vergisi ödememek için dinden çıkabildiği gibi, günah çıkartmak için kilisede kafes arkasından papaza günahlarını itiraf ettiğinde papaz, o kişinin günahlarını “Allah adına” affedebilmektedir.

Paganizmde de kendisini tanrı adına yetkili kılan kimse veya herhangi bir kutsanmış nesne kişinin günahlardan arınmasını sağlamaktadır.

Fahr-i Kâinat Hz. Muhammed’in (s.a.v) Müjdesi Konstantiniyye

Bizans’ın başkenti Konstantin’i “İslambol; إسلامبول”[1]şehri yapan ordunun arkasındaki güç, Fahr-i Kâinat Hz. Muhammed’in (s.a.v) müjdesidir. Müjdenin işaret ettiği Konstantiniyye, yaşam merkezi olarak değil, İslam dininin Batıya yayılmasında ana kapı olma özelliğine göre büyük öneme sahipti. Nitekim İstanbul’un fethi ile Roma ve Bizans imparatorlukları Osmanlı Devleti karşısında zayıf düşmüş ve Osmanlının yeni fetihlerine kapılar açılmıştır.

Dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus ise, Batılı ülkelerin yaptığı uluslararası propagandalarla ileri sürdükleri gibi; Konstantin medeniyetin, sanatın, mimarinin ve modern çağın merkezi değildi. Osmanlı Devleti’ni bilimden, teknikten, inkişaftan uzak göstermek için Batılı ülkelerin sürdürdüğü temelsiz propagandanın etkisi ne yazık ki, Türkiye’de halkın büyük çoğunluğunu ve bir kısım tarihçileri de etkilemiştir. Esasen İstanbul’u İstanbul yapan ve 567 yıldır ayakta tutan irade Osmanlı’nın üstün devlet gücü olmuştur.

İstanbul’un, “fetihten hemen önce kent nüfusu 40-50 bin civarındadır”.[2]Bugüne mukayese edildiğinde Fatih’in fethettiği İstanbul, ilçe büyüklüğünde küçük bir Suriçi şehri idi…

Sur içinde yaşayanlar asiller, sur dışında yaşayanlar ise köylülerdi.

Asiller, köylülerin yetiştirdiği tarım ve hayvani ürünlerle, kara ve deniz yoluyla yapılan uluslararası ticaretle geçinirdi. Köylüler ise asillere itaat eder, gerektiğinde malları, canları ve namusları üzerinde asiller diledikleri gibi tasarrufta bulunabilirdi. Nitekim 13. yüzyılın başına kadar birçok defa doğal afetlere ve Haçlı savaşlarının istilasına maruz kalan Konstantin yakılmış, yağmalanmış ve ahalisi köleleştirilmiştir. 

1204 yılında Katolik mezhebine mensup Haçlı ordusunun ele geçirdiği Konstantin 1261’e kadar Katolik Roma’nın elinde kalmış, Ayasofya Kilisesi Katolik kilisesine çevrilmiştir. 

1261’de Bizanslıların Konstantin’i yeniden ele geçirmesiyle Ayasofya tekrar Ortodoks mezhebinin kilisesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Görüldüğü gibi Ayasofya, fetihten önce Hıristiyanların kendi aralarındaki mezhep savaşlarına hedef olmuş, defalarla istilaya uğramış ve harabeye çevrilmiştir. Ancak fetihten sonra yeniden abat edilen Ayasofya camiye çevrilmiş ve günümüze kadar birçok depremler geçirmiş olmasına rağmen hiçbir zarar görmemiştir. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesine karşı çıkan Hıristiyan devletler bu tarihi gerçekleri çok iyi bilmelerine rağmen Hıristiyanlık taassubu içinde İslam düşmanlıklarını sürdürmektedirler…

Ayasofya, Haçlı Zihniyetini 21. Yüzyılda Yeniden Hortlattı

Ayasofya’nın 86 yıl sonra müzeden camiye dönüştürülmesini sindiremeyen Vatikan başta olmak üzere ABD, UNESCO, İsrail ve Avrupa devletleri Haçlı ittifakını ortaya koymuştur.

Katoliklerin ruhani lideri Papa Franciscus, Ayasofya’nın yeniden cami olmasına tepki olarak “Aklım İstanbul’da. Çok acı duyuyorum”açıklaması yaptı.

UNESCO, resmi Twetter hesabından yaptığı açıklamada:

“Ayasofya: UNESCO, önceden tartışılmadan yapılan Türk makamlarının kararından derin pişmanlık duyuyor ve dünya mirasının evrensel değerinin korunmasını istiyor”sözleri ile tepkisini gösterdi.

Yunanistan Türkiye’nin kararını “açık bir provokasyon”olarak nitelendirdi ve daha da ileri giderek Türk bayrağını yaktı.

Rusya Ortodoks Kilisesi de “milyonlarca Hristiyan’ın kaygılarına kulak tıkandı”dedi.

İsrail gazetesi Hareetz” haberinde: “Türkiye, Ayasofya’nın bedelini ödeyecek”diyerek Türkiye’yi alenen tehdit etti!

Fransız dergisi “Le Point” Ayasofya’nın ibadete açılmasını kapak yaptı: “Ayasofya, Suriye, Libya, Akdeniz… Erdoğan! Savaş kapımızın önünde”manşetiyle rahatsızlığını ortaya koydu.

5 Temmuz 1967’de İstanbul’u ziyaret eden Papa 6. Paul, Ayasofya’da dua etti.

Kasım 2014’te Papa Francis de, İstanbul’a geldiğinde ilk işi toprağı öpmek ve Ayasofya’yı ziyaret etmek oldu…

Bütün bu tepkiler Ayasofya için değil, Ayasofya üzerinden Haçlı dünyasının ortak gücünü Türkiye’ye karşı kullanmaktır. Elbette ki nihai hedefleri Türkiye’yi bölmektir…

Fethin Babası ve Kılıç Hakkı Ayasofya

Fatih Sultan Mehmet’in tam ismi II. Mehmed, Eski Türkçe محمد بن مراد(Muhammed bin Murad), diğer unvanı Ebuʾl Fetḥ أبو الفتح(Fethin Babası) olarak bilinir.

Savaş ganimeti, diğer adı ile “kılıç hakkı!” İslam hukukuna göre yapılan bir uygulamadır.

Her ne kadar artık Türkiye’de Hilafet makamı ve İslam hukuku geçerli değilse de uluslararası modern hukuka göre ister ferdi, ister umumi olsun, kanunlar çerçevesinde verilen haklar geri alınamaz. Günümüzdeki modern devletlerin, hatta bütün dünya devletlerinin sınırları içindeki topraklar, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri tarihten günümüze kadar farklı yüzyıllar içinde başka milletlerin eline geçmiş ve sürekli sahip değiştirmiştir. Her ülke, o günün geçerli kanunlarına bağlı olarak savaş veya antlaşma yoklu ile elde ettiği toprakları üzerinde her türlü tasarrufa sahiptir. Binaenaleyh “artık günümüzde İslam hukuku geçerli değil, öyle ise kılıç hakkı da geçerli değildir” fikrini savunmak cehaletin en zirvesinde taht kurmak demektir!

Nasıl ki bugün, geçmişte Osmanlı toprakları olan ve günümüzde bağımsız devletlere dönüşmüş ülkelerdeki Türk mimari eserlerinin kiliseye dönüştürülmesinde bizim tasarruf hakkımız yok ise, aynı şekilde ecdattan bize intikal eden ve sınırlarımız içindeki tarihi mirasımız üzerinde de Türk devletinden başka dâhili ve harici hiç kimsenin söz söyleme, tasarrufta bulunma hakkı yoktur!

Eğer, Ortaçağ zihniyeti ile hüküm yürütülecekse, pazarlık için kapımız açıktır:

T.C. Devleti, Ayasofya’nın ilelebet müze olarak kalmasını taahhüt eder eğer, Batılı devletler de Birinci Cihan Harbinden önceki Osmanlı Devletinin sınırlarını Türkiye toprakları olarak tanırsa!

Kılıçla Hutbe İrad Etmek

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın Ayasofya’da Cuma hutbesini kılıç ile irad etmesi sadece bir gösteri, duygusal bir davranış değildir. Sosyal medyada bu durumu basitleştirmeye çalışanların makamı, mevkii ne olursa olsun din, devlet, millet ve tarih bilinci “0” değerindedir!

Kılıç ve yay ile hutbe verme geleneği İslam tarihinde bilinen bir uygulamadır.

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) asa veya yay ile hutbe verdiği bilgisi kaynaklarda mevcuttur.

Bin yıllar öncesinden insanlığın kullandığı savaş silahları kılıç, yay-ok, mızrak, gürz, hançer, kalkan gibi belli başlı aletlerdir. Yay ile hutbe irad etmek, kılıç ile de edilebileceğine emsal teşkil eder. Zira her iki alet de savaş silahıdır. Ayrıca kılıç ile hutbe okuma geleneği Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde mütemadiyen devam etmiştir. Selçuklu Sultanı Melik Ahmet Danişment Gazi’nin komutanları tarafından 1075’te Samsun’un Ladik ilçesinin fethedilmesinin arından buradaki kilise camiye çevriliştir. Halk arasında “Kılıçlı Camii” olarak anılan camide 945 yıldır Cuma hutbesi kılıç ile okunmaktadır.

Yine Selçuklu Atabeyi Emir Hüsamettin Çoban Bey 1273’te Kastamonu’yu fethettikten sonra kiliseden camiye dönüştürdüğü Atabeygazi Camii’nde ilk Cuma hutbesini kılıcı ile okumuş ve fethin temsili olarak kılıcını camiye bırakmıştır.

Osmanlı döneminde ise kılıç ile sadece hutbe okumak değil, Cülus merasimi olarak bilinen Osmanlı padişahlarının tahta çıkışlarında kılıç kuşanma merasimleri de düzenlenirdi. Binaenaleyh İslam tarihinde de, Türk tarihinde de kılıç her zaman üstün bir temsil aracı olarak ayrıcalığa sahip olmuştur. Kılıç daima gücü, hâkimiyeti, bağımsızlığı ve adaleti temsil etmiştir…

SON SÖZ

İslam’ı “terör dini” gibi göstermek için uluslararası alanda büyük çaba harcayan Haçlı ülkelerinin İslam coğrafyalarında işledikleri vahşetin, soykırımın haddi hesabı yoktur!

Batı kendisini gözden geçirmeli, aksi halde tarih onlara unuttuklarını hatırlatır.

Kendilerini dünyanın hükümdarı olarak görenler unutmamalıdır ki, imza ile kapanan kapı kılıç ile yeniden açılır. Ayasofya, bunu en bariz tecrübesi olmuştur…

Dipnotlar

[1]Klaus Kreiser, C. H. Beck: „Geschichte Istanbuls. Von der Antike bis zur Gegenwart“ (İstanbul Tarihi. Antik Çağlardan Günümüze), München 2010, ISBN 978-3-406-58781-8, s. 14.

[2]Yunus KOÇ (Doç. Dr.), “Osmanlı Dönemi İstanbul Nüfus Tarihi”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 8, Sayı 16, 2010, s. 176

Abdulkadir İNALTEKİN[i]

[i]Dr., Berlin Üniversitesi (E) Öğretim Üyesi

Yazar
Abdülkadir İNALTEKİN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen