Domaniç: Güzellikler Mülkü

“Hayme Ana’nın aziz ruhuna ithafen…”

 

“Ol deyince olduranın” adıyla başlarız söze

Domaniç, zengin tarihi hatıraların yaşandığı ve yaşatıldığı bir “mülk-i hüsün”dür. Burada günlük hayatla tarihi miras iç içedir. Atalardan miras olarak gelen tarihi mekânlar, ışık alınlı torunlara emanet edilir. Aradan asırlar geçse de bu miras, vefalı oğulların bilincinde öncelikli ve ayrıcalıklı bir yerde muhafaza edilir. Bir yerin güzelliği orada yaşamış/yaşayan insanların macerasıyla ortaya çıkar. Bu bakımdan Domaniç, bereketli bir beldedir. Dağlar, taşlar tarih fışkırır burada. Domaniç’te bir derviş tavrıyla gezilmelidir. Kuruluşun felsefesi bir Yörük çadırında ağırlanmakla anlaşılır. “Fıtrat değişir sanma! Bu kan yine o kandır.”

Bir düşünüre göre tarih, insanlar; zamanın geçişini, mevsimlerin döngüsü, insanın ömrü gibi doğal süreçlerin terimleriyle değil de, insanın bilinçli olarak içine karıştığı ve bilinçli olarak etkileyebildiği belli olay dizilerinin terimleriyle düşünmeye başladığı zaman başlar. 

Tarih bilinci; kitap sayfalarından değil, mekân algısıyla oluşur. Yeni nesil, geçmişi anlayıp bugünü kavrayabilmeyi ve geleceği kurmayı tarih bilinciyle sağlar.  

Domaniç Dağlarında çam ve kayın ormanlarının serinliğinde gezinirken, güzel sesini duyarak mest olduğunuz bülbüller, küçük derelerin duru su şırıltıları… bütün mutevazi görünüşü ile ruhunuzu saracaktır.

Biraz dikkat kesilin ve kulak verin; belki uzaklardan bir Kayı delikanlısının terennüm ettiği türküyü duyabilirsiniz. Bir bölük atlının yeni bir fetih müjdesi ile döndüğünü görüp sevinebilirsiniz. Gündüz Alp, Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Hayme Ana gibi kutlu insanların sofrasında ekmek paylaşabilirsiniz. Dursun Fakı’ dan dini ders dinler, Akça Koca’dan kılıç talimi alabilirsiniz.

Tarih ve tabii güzellik, Domaniç yaylasında iç içedir.

Domaniç esas güzelliğine Türk fethi ile kavuşmuştur. I. Alaaddin Keykubat; Soylu Oğuz’ un Kutlu Kayı Boyu’ nu 1230 yıllında Domaniç’ e yerleştirdi. Hayme Ana ve oğlu Ertuğrul Gazi’nin önderliğindeki Kayı boyu Domaniç’i Türk bilgeliği ile yöneterek tarihe en güzel bir miras olarak bıraktı. Bu miras, asırlar boyunca vefalı oğullar ile gururla taşınacaktır.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşu bu mübarek topraklarda gerçekleşti. Bu yörenin her bir yanından tarih fışkırmaktadır. Vefalı Domaniç halkı, bu tarihi her yıl kutladığı törenlerde canlı tutmakta ve nesilden nesile aktarmaktadır. Domaniç güreşleri, Ebe Ana ve Hayme Ana’ yı anma törenleri bunun en güzel ifadeleridir. Söz konusu törenlere devletin de sahip çıkarak maddi manevi destek vermesi ayrıca kayda değer bir memnuniyettir. 

Tarihi mekanlar olarak; Saruhanlar Kalesi, Mızık (Beşik Çamı), Ermeni Beli, Pazar Alanı, Ebe Çamlığı, Sarı Kız, Ekizce Mevkii, Sivri Kaya, Çarşamba Yaylası, Durabey Magarası, Kandilli Çam… hepsi birer destan seklinde yasamaktadır. 

 

A. Kızılelma’ya doğru kutlu yürüyüş 

 Mahan durağından kalktı göçleri

Dua içre yedileri üçleri

İslam’ın özünden gelir güçleri

Bulunmaz yürekte niza ay ana

Türk milleti, devletinin devlet-i ebed-müddet olduğuna inanır her zaman.

Ve kendi varlığını devletine armağan ederek fena fid’devlet prensibine bağlı olarak yaşar.Her şey yine bir göçle başladı. Kutlu Kayı, Mahan’dan kalktı ve gelenek olduğu üzre hayvanlarıyla beraber yürüdü batıya.

Önce Horasan’a, oradan Ahlat’a geçti. Kayı’nın beyi Gündüz Alp ölünce, aşiretin yönetimini oğlu Ertuğrul Bey ile eşi Hayme Ana aldı.

Hayme Ana, örneğini tarihte sıkça görülen adı, eşi İlteriş Kutluğ Kağan ve oğlu Bilge Kağan ile birlikte anılan, devlet yönetiminde söz sahibi olan İLBİLGE Hatun gibi bir görev üstlenmiştir. Hayme Ana; önder, komutan, derleyici ve devlet kuruculuğu gibi pek çok özelliği şanlı kişiliğinde birleştirmiştir. Hayme Ana, Kayı Boyu’nu kendilerine yaylak olarak verilen Domaniç’e ve kışlak olarak verilen Söğüt’e getirerek yerleştirmiştir.

                        Ertuğrul’un ocağıdır bu toprak

                        Oğuz ağacından bir güzel yaprak 

                        Meydanlarda şimşek gibi çakarak

                        Al Bayrağı kanla çize ay ana

Hayme Ana, oğlu Ertuğrul Bey’i büyük olma, cihana hükmetme ülküsüyle yetiştirmiş, torunu Osman Bey’in elinden tutarak, geleceğin güçlü devletinin nasıl kurulacağını Domaniç Dağı’nın yüce tepelerini göstererek hayal ettirmiştir.

Karakeçili aşireti, Hayme Ana’yı “aşiret anası” Ertuğrul Bey’i “büyük ata” kabul ederler. Hayme Ana, ölüm döşeğinde oğullarına torunlarına, soyuna seslendi:

            “Oğul.

            Anayurttan ayrılalı yıllar geçti. Deli rüzgârlar önünde oradan oraya savrulduk.

            Beylik otağını kurduğumuz şu yaylalar artık son durağımız, son konağımız olsun

            Oğuz’un yurtlarına diktiğimiz ağaçların kökleri kara yerin derinliklerine, dalları gökyüzünün yüceliklerine uzasın.                  

            Ak-boz atlara binip yağı üstüne yel gibi vardıkta Kadir Tanrı, gözü pek yiğitlerimizi korusun. 

Göğsü kaba yerli kara dağlar gibi duran erlerimiz ile; kır çiçekleri gibi saf ve temiz, ak yüzlü, ala gözlü kızlarımız Kutlu Kayı Boyu’na gürbüz evlatlar versin.           

Altın başlı otağlarımız Çarbamba Yaylasını bürüsün.  Kayı’nın ve diğer bütün boyların oğullarını Ertuğrul’umla bir tutarım.

Onların hepsini soyumuz için Hakk’ın kutsal birer emaneti bilirim.           

                        Oğul,

Boy’undan-soy’undan olsun olmasın insanlara adil davran. Adaletten ayrılma ki insanların birlik ve dirlik kazansın. Yurdunda, obanda herkes gezsin.

Ululuk isteyen töreden ayrılmasın. Bu dünya bir oturma yeri değildir. Yapacağın iyi ve doğru işlerle insanların hizmetinde bulunursan güzel övünçler senin olur.

            Yüreğinden inancı, ağzından duayı, davranışından erdemi hiç eksik etme. Bir de sabırlı ol oğul.

            Ekşi koruk, sabırla tatlı üzüm olur.

            Oğul,

Beylik dermekle, ağalık vermek iledir. Sofranı ve keseni yoksullara açık tut.” dedi.

Ve gözlerini görevini yapmış insanların duyduğu huzur içerisinde kapattı.

Öğütler, dualar büyük kuruluşun işaret taşları oldu.

Şeyh Ede-balı; “insanı yaşat ki devlet yaşasın.” sözü ile devletin odağında “insan” olması gerektiğini belirtti.

Konar-göçer bir aşiret sevgiyle, adaletle, hoşgörüyle cihan-şümul devleti kurdu.

                        Biz ol nesl-i kerîm dûde-i Osmaniyânız kim

                        Muhammerdir serâpâ mâyemiz hûn-ı hamiyetten

                        Biz ol âl-i himem erbâb-ı cidd’ü içtihâdız kim

Cihangirâne bir devlet çıkardık ki aşiretten (Namık Kemal)

(Biz, o Osmanlılar boyunun ulu soyundanız; mayamız, bütünüyle şahadet kanıyla karılmıştır. Biz o yüce hamiyetli, çalışkan ve güçlü kişileriz ki bir küçük aşiretten dünyaya hükmeden bir devlet meydana getirdik.)

Yine Mehmet Akif aynı mealde şu beyiti yazmıştır:

                        O birkaç Hayme halkından cihangirâne bir devlet 

                        Çıkarmış, bir zaman dünyayı lerzan eylemiş millet.

(O millet, birkaç çadır halkından cihanı fetheden bir devlet çıkarmış, bir zamandünyayı titretmiştir.)

Dursun Fakı, ilk hatip ve kadısıydı Kayı’nın. Okuduğu ilk hutbe ile göçerlerin yeni devletinin kurulduğu duyuruldu âleme.    

                        Hükümde eşitlik hassas bir tartı 

                        Adalet olmazsa devlet olmaz

                        Buyruğuna koşup ulu hakanın

                        Birlik göstermeyen millet olamaz

                        Göl gibi kımız sağ dağ gibi et yığ

                        Nasipten başkaca kısmet olamaz

                        Elinden tut yoksul ile mazlumun

                        Sofrasın açmayan şöhret olamaz

                        

                        Karasevdalısı olup toprağın

                        Yurttan daha güzel nimet olamaz

                        Geçmişi unutma yarını keşfet

                        An’dan daha üstün müddet olamaz

                        Başa tutup Tanrı emrini her an

                        Doğruluktan öte ziynet olamaz

            

                        Ayrılıkta azap vardır bilince

                        Kör fitneden beter illet olamaz

Sen bir Alp’tin, yoldaşlarınla yalın kılıç savaş meydanlarına daldığında.

Yelesi rüzgârlı bir aslandın öz canını ülküsüne kurban vermeye and içmiş bir adaktın.

C. Savcı Bey’e ağıdımızdır

Domaniç’e dikilen Kayı çınarı, köklerini ak toprağın derinliklerine saldı, göğe dallarını yapraklarını uzattı. Çevre tekfurları bu durumdan oldukça rahatsızlardı. Bu yüzden çevre tekfurları birleşerek bir ordu kurdular ve Kayı’yı yöreden atmak üzere harekete geçtiler. Osman Bey ve ağabeyi Savcı Bey gerekli tedbirleri alılar. Çay kenarında yapılan bu savaşta su, kıpkızıl  kanla doldu. Alçay adı buradan gelir. Karaköy Ekizce mevkii Alçay deresi Kandilli çamın dibinde Savcı Bey şehit düştü. Birleşik tekfur ordusu hezimete uğradı. Anadolu’da asırlar boyunca Türk’ü bu güzel vatandan atma teşebbüsleri olagelmiştir. Nice bedeller karşılığın Anadolu Türk’ün ebed-müddet vatanı olmuştur. 

Ekizce Zaferinde şehir olan Savcı Bey’e ağıdımızdır:

Kayı’nın yası var:

                        Ovası dağı ağlar                     

                        Bağçesi bağı ağlar                  

                        Ölüsü sağı ağlar                     

                        Dost ağlar yağı ağlar

Kayı’nın iyisi civanmert beyi

Ulu çam dibinde toprağa düştü

Yaz-bahar ayları karakış geldi

Şehidin acısı oymağa düştü

Kavgalarda yiğit vermekte cömert

Savcı Bey’in kanı bayrağa düştü

Saru kederiyle gözler dolunca

Ağıtlar gönülden dudağa düştü

Kadınlar yükseltti feryatlarını

Gözyaşı sel olup ırmağa düştü

Hüznünü akıttı buruk kalbine

Osman Bey’in kini kulağa düştü

Göçmen kuşlar nerelere gittiniz

Zemheri soğuğu yaprağa düştü

Hain bir bakışla kalleş bir okla

Ulu çam dibinde toprağa düştü

Yürekler bugün

                        sızılı kaldı

Öfkeler ve öçler

                        kazılı kaldı

Hülyalar gökyüzünde

                        çizili kaldı

Geride analar 

                        kuzulu kaldı

Kuzuların gönlü

                        ezili kaldı

Bu miras tarihe

                        yazılı kaldı

d. Yeni çağın alperen müjdecileri

Göçebelik hareket ve canlılık ister. Göçebeliği hayat tarzı olarak seçen toplumlar, içinde yaşadıkları bozkırın, tabiatın ve coğrafyanın yapısına uymak zorundadır. Burada uyuşukluğa, gevşekliğe yer yoktur.      

Garipname’ye göre; “Alp” kişide sağlam yürek, pazı kuvveti, gayret, iyi bir at, özel bir giysi, iyi bir kılıç, süngü, yay ve kader birliği ettiği iyi bir arkadaş olmak üzere dokuz şey gereklidir.

Alp; kahramandır,

Cesurdur,

Yiğittir.

Doğuştan olgun ve güçlüdür. Hayatının her safhasında olağanüstülük bulunur.

Alp aynı zamanda; mütevazı, dürüst, cömert, konukseverdir.

Alplerin eşleri de yiğit, mücadeleci, kahraman kadınlardır.

Dışa dönük bir yapıya sahip olan alp, İslamiyet’i kabul ettikten sonra “gazi tipi” halini almıştır.

Ayrıca veli tipi Türk toplumunda kendini içine hapsetmez, daima bir öte duygusu ile bir ruh göçebesi gibi yaşar.

Fethedilen yeni topraklarda atlı-göçebe ve yerleşik yapıya uygun insan tipleri yetiştirme başarısı gösterilmiştir. Alplikle gazilik, erenlikle dervişlik bunun en güzel örneğidir. Alp-eren, gazi-derviş deyişleri adlarıyla bize bir idealinin ışıltısını vermektedir.

Nâbi; Hayriye adlı ahlaki ve öğretici mesnevisinde “evsatü’n nas” (vasat, orta insan) tipini ön plana çıkarır. 18. yy.dan günümüze kadar uzanan sakin, rahatına düşkün bu tip, alplik ve gazilik geleneğinden gelen bir toplumda pek de sevilmez.

Alp-gazi tipi milletine hesap verir, görevini yerine getirir ve ulu Tanrı’ya borcunu öder. Cihana hükmetmek ülküsü olan Kızılelma, O’nun mücadele azmini artırır. Dünya barışının, bütün milletlerinin “nizam-ı âlem” e kavuşması ile sağlanacağını düşünür. Bu bakımdan insan sevgisini esas alan eren-derviş tipi ile birleşir. Gönlü terbiye ederek, nefsi tanıyarak, insanları severek birlik ve barışı kurma gayretiyle çalışır.

Osmanlı’nın kuruluş aşamasında alplik, ahilik, erenlik kavramlarının birbiriyle dayanışmayı kişilerde görmek mümkündür. Beyler gazidir, cengaverler alp’tir, gönül ehli erendir.

16. yy. gazavetnamelerinde geçen;

                        Bu Türk azdur diyü itme bahane

                        Onun bir şulesi besdir cihana. (Sûzi Çelebi)

            beyitinde inanç ile,

                        Erenlerden kuşanmışdur kuşağı

                        Bu yolda can veren sanma ölüptür.

deyişindeki anlam, birbirini tamamlamaktadır.

Şemşir gibi rüy-ı zemine taraf taraf

Saldın demür kuşaklı cihan pehlevanlar (Baki)

beyitindeki kendine güven duygusu, zaman içerisinde ve bozulma, çözülme dönemlerinde cesaretlendirmeye yönelerek alp-erenlerin görevlerini hatırlatmaya dönüşmüştür.

                        Eder tedvir-i âlem bir mekînin kuvve-i azmi

                        Cihân titrer sebât-ı pây-ı erbâb-ı metânetten

“Bir mekînin azminin kuvveti âlemi çevirir; (bunun gibi) metanet sahibinin ayak diremesinden cihan titrer” (Namıl Kemal)

Türk’ün ideal insan tipi olan alperenlik Mehmet Akif’te “Asım’ın Nesli” şeklinde karşımıza çıkar, ülkesini koruma görevini yerine getirir:

Asımın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek;

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Alp-eren tipine duyulan hasret mısrada dile getirilir:

                                    Alplar, erenler, Başbuğlar

                                    Ardınca yürüsün tuğlar…

                                    Yedi iklim, yüce dağlar,

                                    Karış karış Türk olacak.(Y. Niyazi Gençosmanoğlu)

Anadolu bozkırında yeniden dirilişin, uyanışın müjdesi tarihin tanıklığında muştulanır:

Nerde kaldı o çağlar ki

Analar kurt doğururdu

Hilkat insan çamurunu

Destanlarla yoğururdu (A. Nihat Asya)

            

Yeni zamanların alp-eren tipi, Anadolu yaylasında Yunus Emre’den, Mevlana’dan, Hacı Bektaş’ı Veli’den ilham ve destur alarak gönlünü yeni güzelliklere açmaktadır:

Yiğitlikleri atadan mirastır

İmanları kutlu elçiden emanet

Adı efedir

Bahadırlığın yıldırım olup çakmasıdır düşman üstüne

Adı ededir

Yeni destanların yazılmasıdır alnındaki ışıktan

Adı dadaştır

Görkemli dağların kardeşidir başı dumanlı

Adı uşaktır

Bir hasrete çırpınmasıdır sevdasıyla Karadeniz’in

Adı seymendir

Anadolu’nun ortasından bir tan ağartısıdır yeryüzüne

Adı zeybektir

Duruşu ilham verir her bakışta efsanelere

Adı yarendir

Dostluğu güvenlidir dar zamanlarda gelir

            Yetişmekte olan alp oğulların, alp torunların muhteşem kültür ve tarihten aldıkları ilham ile aklın yön verici ışığı ve sezginin kavrayıcı, bütünleyici, birleştirici sentezi sayesinde yeni dünyalar kuracakları çağın sancısındadır dünya.

Yazar
Ahmet URFALI

AHMET URFALI’NIN ÖZGEÇMİŞİ1955 yılında Emirdağ’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketinde tamamladı. Üniversite tahsilini, Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı ile Sosyoloji üzerine lisans eğitimi gördü. Yurdun değ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen