Dr. İrfan Sönmez’in Kitapları Üzerine

Değerli okuyucularım, sizlere araştırmacı, yazar, hukukçu Dr. İrfan Sönmez Bey’in büyük emekler vererek yayınladığı üç kitabından bahsetmek istiyorum. Birincisi “Anadille Eğitim ve Milliyetçilik ve AB Hukuku”, ikincisi “Kürt Sorunu mu Devletleşme Sorunu mu ?” ve üçüncüsü de “Self-Determinasyon Ayrılma Girişimleri ve Kürtler”. 

 İrfan Sönmez, 1980 öncesi Manisa Spor Akademisi öğrencisi ve Manisa Ülkü Ocakları yöneticisi iken 12 Eylül’ün cellatları tarafından tutuklanıp çok ağır işkencelere maruz kaldıktan sonra idam cezasına çarptırılmıştı. Yaklaşık 11 sene cezaevinde kaldıktan sonra 1991 yılında cezaların infazıyla ilgili kanunun değişmesi üzerine birçok arkadaşımız gibi İrfan Sönmez de cezaevinden tahliye edilmişti. İzmir Buca Cezaevinde hükümlü iken yine 12 Eylül’ün cellatları tarafından idam edilen Şehit Selçuk Duracık ve Halil Esendağ’ın cezaevi koğuş arkadaşı ve onları şehadete uğurlayanlardandı. 

Türk Milliyetçileri/Ülkücüler 12 Eylül’de büyük bir kıyım yaşadılar. Yok olmasın diye vücutlarını siper ettikleri devletin gadrine uğradılar. İşkencehanelerde, hapislerde, idam hücrelerinde çok ağır bedeller ödediler. Ama her halde en ağır bedel, uğruna hayatlarını feda ettikleri devletten gördükleri kötü muameleydi. 

O gün vatanı korumak ve yükseltmek için her türlü bölücü akımlar ve yabancı ideolojilerle mücadele etmekle mümkün olmadığını, vatanı  -iyi-kötü, doğru-yanlış ayrımı yapmayan- yöneticilerden de kurtarmak gerektiğini anladılar. Ülkücülerin 12 Eylülden sonra siyasete bu kadar yönelmelerinin sebeplerinden birisi de buydu. Ancak ülkücü hareket bu defa da kendi içinden engellenerek, iktidar talebinden uzaklaştırılmıştır.

Sönmez, bu gerçeği erken fark edenlerden biri, onun için eleştirel yazılarıyla ülkücü hareketi uyarmaya, sistemin jandarması veya polisi olmaktan vazgeçip ülkeyi yönetmeye talip olmaya çağırmaktadır (Habererk ve benzeri birkaç internet sitesinde çok aklı başında sağduyulu makaleleriyle dikkat çekmektedir.).

 Bizim neslimizin ülkücülerinde İttihat Terakki döneminin ülkücü kanadından miras kalmış bir davranış biçimi ve ruh hali vardır. Bu ruh hali dönemin ülkücü neslini şartlar ne olursa olsun yenilgiyi kabul etmeyen, asla teslim olmayan, ümitsizlik girdabına kendini kaptırmayan millyetçi, imanlı ve vatanperver, bilgili ve şahsiyetli, atılgan ve yırtıcı insanlar olarak hazırlayan bir mayadır. İşte kitaplarını tanıtmaya çalıştığımız İrfan Sönmez bu yenilgiyi kabul etmeyen, yenilmezlik iradesine sahip olan Ülkücü arkadaşlarımızdan biridir.

Günümüzde ideolojik mücadeleler daha çok okumuş aydın kesimlerce veriliyor. Aydınların öncülüğündeki fikri mücadeleyi kaybedenlerin yarınlardan umutlu olma şansları yoktur. 

Ömrünün yaklaşık elli yılını Ülkücü hareketin içinde ve ona karınca kaderince emek vermekle geçirmiş birisi olarak bu fikir mücadelesinde çok gerilere düştüğümüzü büyük bir üzüntüyle görüyorum. Samimiyetle itiraf etmek gerekirse yazmıyoruz, çünkü okumuyoruz. Okumadığımız için yazamıyoruz. Bilgi ile aramız yok. Bu biraz bize bir şey olmaz rahatlığından biraz da görsel kültürün giderek zihinlerimizi esir almasından kaynaklanıyor.

Bizim 1980 öncesi Ülkücü nesil ile bugünün Türk milliyetçileri arasında ki en büyük fark bu. Geçmişte bilgi bir saygı görme vasıtasıydı. Okurduk, okurduk, bıkmazdık. Kavgamız bizim varlığımızı ortadan kaldırmaya çalışan aşırı solcu ve bölücü teröristlerin silahlı saldırılarına karşı -sadece nefsî müdafaa maksadıyla- yapılan silahlı mücadeleden ibaret değildi. Esas mücadeleyi fikir alanında veriyorduk. Bugün gençler -çok az sayıda iyi yetişmiş gençleri hariç tutarsak- bilgiye değer vermiyor. Batı’nın yoz tüketim kültürünün esiri olmuş durumdalar. Ses bayrağımız Türkçe’mize gerekli ehemmiyeti vermiyorlar. TV ekranlarından kapılan 3-5 cümleyle idare ediyorlar. Tvit ya da Vatsap üzerinden kuşdili gibi bir dille yazışıyorlar. Etnik bölücülükle ilgili de aynı duyarsızlık hâkim. Bizi bölemezler sözünün bir anlam ifade etmesi için gereken fikri ve fiili tedbirlerin alınması lazım. Maalesef öyle bir hassasiyet şuurunu göremiyorum. Giderek çoraklaşıyor, ülke bütünlüğüne yönelik toslamalar karşısında biraz daha gerilere düşüyoruz.

Aslına bakarsanız terörün ülkemizde yarattığı ruh hali zihinlerimizde çok ciddi tesirler bıraktı. Hele ki Çözüm süreci diye adlandırılan İhanet sürecinde bölücü çevrelerin talep çıtalarını iyice yükseltmeye başlamaları Demokratik Cumhuriyet’in yerini Demokratik Özerklik talebinin alması bizleri yorucu bir zihni çıkmaza sürüklemiştir.

Ancak bu talepler en nihayetinde cevapsız kalamazdı, kalmadı da. Milli refleksler harekete geçti ve ülke meselelerini dert edinenler bölücülere cevap olacak birçok çalışmaya imza attılar. İrfan Sönmez de bu yazarlardan biridir. Yazdığı eserlerle ve makaleleriyle bu ülkeye yönelik saldırılara kendi zaviyesinden cevaplar veriyor. Sönmez, birçok mülakatında yazı ve kitabı bir vatan müdafaası olarak gördüğünü, yazarken bir nevi vatan savunması yaptığını söylüyor.

Gerçekten de her kitabı bu hassasiyetin bir göstergesi mahiyetinde.  Onu ve kitaplarını önemli hale getiren belki de yaşadığı zorluklar karşısında gösterdiği direnç. Sehpaların altından geçen uzun bir mahpushane hayatından sonra Hukuk tahsil edip ardından yüksek lisans ve doktora yapmak kolay bir şey değil. Bu başarı hikâyesinden özellikle gençlerin çıkaracağı çok dersler var.

Bir başka husus İrfan Sönmez evinde Kürtçe konuşulan El Azizli (Elazığlı) bir ailenin evladı. (Bende 1985 yılında cezaevinden çıktıktan sonra bu saygı değer aileyi ziyaret etmiştim.) Zaten biz 1970’li yıllarda ülkemizde Türk milletinin hor görülen mukaddesleri, tarihi geçmişi ve büyük geleceği adına bir varlık-yokluk kavgası verirken Edirneli, İzmirli, Trabzonlu, Kahramanmaraşlı, Adanalı, Ağrılı, Hakkârili, Şanlıurfalı, Bingöllü delikanlılarla “Ülkücülük” ortak paydası etrafında birleşerek mücadele ediyorduk. 

İrfan Sönmez bir gün bir mahalli televizyonda “Ben Kürt Türküyüm” ifadesini kullanmış. Eve gittiğinde rahmetli anacığı: 

-Oğlum niye böyle söyledin. Bir daha böyle söylersen seninle ebediyen konuşmam çünkü biz Türk’üz ! deyince İrfan Sönmez kendisine:

-İyi de Ana sen doğru dürüst Türkçe bile bilmiyorsun. Demiş. 

Rahmetli anacığının verdiği cevap ise:

-Olsun oğlum  “Biz Türk’üz !” olmuştur. 

Keşke şu mübarek cennet mekan anadaki irfan ve şuurun onda biri açılımın ve Habur Rezaletinin mimarı Beşir Atalay’da; “Biz hepimiz AK Parti sayesinde Türk olmaktan kurtulduk” diyen AK Parti İstanbul Eski İl Başkanı ve hale Milletvekili Aziz Babuşçu’da; bu milletin okullarında okuyup mühendis olan, üniversitede asistan olan sonra varlıklı bir işadamı olan, sonra Ankara Sanayi Odası Başkanı olan, sonra Bakan olan ve nankörce bir tavırla “Biz yıllarca Kürt olduğumuzu söyleyemedik” diyen daha sonra da Reza Zarrab rüşvet skandalına karışarak bir saate tenezül edecek kadarda aç gözlü olduğunu dünya alemin duyduğu halen kapana sıkışmış bir fare gibi Türkiye dışına çıkamayan bir “Eski Bakan”da; Dolmabahçe mutabakatını yöneten AK Parti’li Mahir Ünal’da; Yasin Aktay’da; Diyarbakır meydanında teröristbaşının okunan mektabunu huşu içinde dinleyip terörist Şivan Perver’in Türk askerini hedef göstererek “Vur Gerilla Vur” sözlerine alkış tutanlarda; CHP’nin İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nda; CHP’nin son kurultayından sonra “Kürt sorununu özerklik vererek çözeceğiz” diyen Eren Erdem de; Mithat Sancar ve diğer HDP’lilerde olsaydı Türkiye bu hallere gelir miydi? 

Devam edeceğiz…

Yazar
Efendi BARUTÇU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen