Metaforların Gerçek Evreni

Metaforlar gündelik hayatlarımızda bizimle birlikte yaşayan yaygın kavramlardır. Bazı kavramlar dar alanlarda kullanılır. Örneğin hiç kimse kahvehane sohbetinde ya da çarşı-pazar alışverişinde ontoloji kavramını kullanmaz. Bu kavramı derinlemesine bilen kişi de kullanmaz, ne olup ne olmadığını bilmeyen kişi de kullanmaz. Felsefeciler felsefe yaparlarken kendi kavramlarını kullanırlar. Tıpçılar tıp dünyasının içindeyken kendi kavramlarını kullanırlar. Felsefeci Takiyettin Mengüşoğlu hırdavatçıya gittiğinde felsefi terminolojiyi askıya alır ve hırdavatçı karşısında çivinin ontolojisinden ahkâm kesmez. Bir cerrah tatile çıktığında köydeki Fatma Bacıyla sohbet ederken aort damarının işleyişini artık düşünmez. Meslek dillerinde de elbette sayısız metaforlar kullanılır. Fakat mesleği, konumu, rütbesi, tahsil derecesi ne olursa olsun muayyen bir toplumda cumhurbaşkanından çobanına kadar herkesin bildiği, anladığı ve kullandığı ortak metaforlar vardır ki işte bu ortak metaforlar (herkesçe dosdoğru anlaşıldığı için) gündelik hayatlarımızda bizimle birlikte yaşarlar. Metaforlar yalnızca dilimize özgü değildirler. Düşüncelerimizi ve eylemlerimizi de metaforlar üzerinden yürütürüz. Psikolojimizin ifade araçlarından biridir metaforlar.

Metafor kavramına sözlüklerde ödünçleme, iğretileme, dolaylı anlatım gibi açıklamalar buluyoruz. Metaforlar bütün bu açıklamaların çok daha fazlasıdır. Bir kimseye yüzü kızardı dediğimizde bu ifademiz metafor sanılabilir. Oysaki öfkeli birinin yüzü gerçekten de kızarır. Fizyolojik bir durumdur. Kan akışının hızlanması nedeniyle yüzünün teni kızarmıştır. Yüzü kızarmadan yalan konuşuyor dediğimizde ise artık benzetme yani metaforik ifade söz konusudur. Metaforlar bizim hayatı ve dünyayı algılayış biçimlerimizi yansıtırlar. Bir öğleden sonrası sokakta dalgın dalgın yürürken iğretileme sözlerimiz kafama takıldı ve düşününce de kolayca çözüverdim. Öfkeli kimsenin yüzünün kızarması fiili bir durumdur ama kötülük eden bir kimsenin yüzünün kararması mecazdır. Kötü kişinin yüzü gerçekten de kapkara değildir. (Tasavvufi düşünüşte o kötü kişinin yüzü nursuzlaşmış olabilir. Nursuzluk aydınlığı yitirmektir. Nurculuk ise bana göre ahreti bırakıp dünya siyasetine gömülmektir.) Biz insanlar o kötü kişinin kötülük dolu eylemlerini karanlık kavramıyla örtüştürmekteyizdir. Çünkü karanlık kaosun rengidir. Kaotik ortam durulduğunda kozmos oluşmuştur. Kozmik evren aydınlıktır. Arkaik atalarımız böyle tasavvur etmişlerdir ve biz modern insanlar da on binlerce yıl önceki bu tasavvurları hiç değiştirmeden çağımıza taşımışızdır. Bizlerden sonraki kuşaklar da taşımayı sürdürecekler.

Geceler tekinsizdir. Kapalı kapılar ardında tezgâhlanan entrikalar da kapalı mekânların karanlık atmosferinin ürünleridirler. Bu nedenle kötü kişilerin yüzleri de karanlıktır. Dikkat edilirse kapalı kapılar ifadesi iki yönlüdür. Birinci yönü fiilidir. Gizli görüşmeler gerçekten de buluşma mekânının kapalı kapıları ardında yapılırlar. Bununla birlikte kapalı kapılar ardında sözünün metaforik yönü de bulunuyor. Yüz kızartıcı suç işlemiş bir kimseden bahsederken utanç içinde kıvrandı diyoruz. Bu kimse bedenen kıvranmıyor. İç dünyasında kıvranıyor. Suçluluk duygusu onun psikolojisini kıvrandırıyor. Yüz kızartıcı suç benzetmesi de benzetme olması bakımından zaten metafordur. Ontoloji kavramı hepimizin gündelik yaşamında yer edinemiyor fakat mesleği, konumu, rütbesi, tahsil derecesi ne olursa olsun herkesin metaforik bağlamda yüzü kızarabilir veya yüzü aydınlanabilir. Sevinçli kişinin çehresindeki güleçlikten ötürü yüzü aydınlandı diyoruz. Çünkü sevinçli kişi üzüntü verici bir durumdan sıyrıldığında kaostan çıkarak düze ermiştir. Düze ermek sözü de metafordur ve kaotik durumun tersi olan kozmik durumu yani düzene kavuşmayı ifade eder.

Kaos girdaptır. Kozmos düzdür. Belki de bu nedenle eski insanlar dünyanın düz olduğuna inanmışlardır. Belki de aynı nedenle çağımızdaki bazı kişiler dünyanın yuvarlak olduğu bilgisine direnmektedirler. Çünkü yuvarlağın hatları belirsizdir. Yuvarlaklık algısı bizim zihinlerimizde kaypaklığı ve tekinsizliği temsil ediyor. Düze çıkmak, düze varmak, dosdoğru kimse türünden sözler hep kaosun belirsiz fiziğinin karşıtıdır. Politikacılar genelde yuvarlak lâflar ederler çünkü siyaset de kaotik bir ortamdır. Doğru ve güvenilir kimse ise yuvarlak değil düz konuşur. Kırılmak fiili de düzenin bozulmasını ifade eder. Kafasının içi dağılan kimsenin düşünceleri kırılır, belirsizleşir, netlik kaybolur. Bir vazonun kırılması o vazoya değer veren ev hanımı ya da arkeolog için üzüntü vericidir. Kitabın kapağının kırılmasıysa kitap kurdunu üzer. Kırılgan sözü de yine olumsuzluğu betimler. Bir ordunun düşman karşısında kırılması yenilgidir ve ordu kırıldığında o ordunun savunduğu ülke işgale uğrar. Parayı kırışmak ise olumlu bir durum sayılabilir. Kazancı paylaşmak anlamındadır ki bereket gibidir. Yeraltı örgütlerinin parayı kırışmaları ise bereket değil şerdir. Demek ki metaforların da madalyon gibi iki yüzü bulunuyor. Çatlamak da böyledir. Tenimiz kuruduğunda çatlar. Sabır taşı çatladığında intikam almak ya da sert karşılık vermek yoluna gideriz. Tohumun çatlaması veya patlaması ise yine olumludur ve berekettir. Suçlu kişinin yüzü kızarır demiştik. Mecazi kızarmadır. Hâlbuki kahkahayla gülen kişinin yüzü yine kan basıncından ötürü mecazen değil gerçekten kızarır. Bütün bu dediklerimiz ne anlama geliyor?

İnsan bilincinin doğanın bir parçası olduğu anlamına geliyor. Gök öfkelendiğinde bulutlar aracılığıyla sel yağmurlarını kusar. İnsan da fevkalade kızdığında öfkesini kusar. Kan kusmak olumsuz yani kaotik bir durumdur. Muhtaçlara yardım amacıyla para kusulmaz; para saçılır. Bununla beraber öfkenin de saçıldığı olur. Her şey ikiyüzlüdür. Kâbus çöker, karabasan basar, kara bulutlar da çöker. Yıldırım düşer, borsa çöker, piyasalar dalgalanır, verimli tarlaları talan vurur. Şu halde düşmek, çökmek, dalgalanmak ve vurmak sözleri daha ziyade kaotik sözlerdir. Volkan patlar, kızgın kişi de patlar. Tahammül edemeyip patladı diyoruz. Kederinden çatlayan insanlar da vardır. Görüldüğü üzere metaforlar insanın doğayı gözlemlemesiyle şekillenmişler ve anlam yüklenmişlerdir. Doğanın dışında var olamadığımıza göre algılayışlarımız da tabii ki doğa ölçekli olacaktır. Fantastik düşünürsek; bizim doğamızın dışında ve işleyişi çok farklı olan bir evrene gidecek olursak herhalde zihnimizde şekillenecek metaforlar da şimdiki doğamızın metaforlarından ayrılacaklardır. Fakat işleyiş temelleri aşağı yukarı aynıysa veya benzeşiyorsa iki doğa (evren) arasındaki metaforlarımız da benzeşecektir. Cehennem buna iyi bir örnektir. Bu evrendeki ateş ile cehennem evrenindeki ateş ya temelden aynıdır, bu nedenle cehennemi algılayışımız kolaylaşıyor, yahut da cehennem ateşi çok farklıdır da bizler cehennem ateşini kendi doğamızdaki ateşin yapısı çerçevesinde algılamaya uğraşıyoruz.

Bir de şöyle düşünelim: Tanrı bizim evrenimizin kurallarına uymayan bir evren yaratmaya muktedir midir ya da yaratmış mıdır veya yaratacak mıdır? Meselâ ateşin yakmadığı bir evren! Meselâ ateşin bulunmadığı bir evren! Meselâ üç cinsiyetli bir evren! Bizim evrenimizdeki her varlık eril ve dişil olarak ikilidir. Üçlü, dörtlü evrenler hayal edilebilir mi? Tanrı bunu hayal etse bile biz insanlar hayal edemeyiz. Üçüncü ya da dördüncü cinsiyeti varsayabiliriz ama üçüncü ya da dördüncü cinsiyet nasıl bir şeydir işte bunu asla kavrayamayız. Şu halde bizim algılarımızın (ve metaforlarımızın) sınırları bellidir. Bu sınırları kendi doğamızın koşulları belirliyor. Biz leblebi tanelerini misketlere benzetebiliyoruz. Şartları bambaşka olan bir doğadan bizi ziyarete gelecek varlıksa avucumuzda göreceği leblebi tanelerini kim bilir neye benzetecektir? Çocuklarımızın ellerinde göreceği misketleri belki de (atıyorum kafadan) evet belki de misketlerimizi kendi doğasındaki maydanozlara benzetecektir.

Ve şu halde metaforlar ne iğretilemedir ne de ödünçlemedir. Misketi maydanoz yapraklarına değil ama bezelye tanelerine benzetme hakkımız vardır. Bu hak ödünçleme bir hak değildir. Bu hak kendi doğamızın gerçekliğidir. Bulutların kararıp da sel yağmurlarını kusması veya yıldırımları fırlatması bizim için kaotik bir durumdur. Hasta kişinin kusması da kaotik bir durumdur. Kötülük peşindeki kişinin yüzünün kararması da iyiler için kaotik bir durumdur. Doğa ve insan bu nedenle birdir. Fabrikalarla, mazotla, naylon poşetlerle doğayı kirlettiğimizde bunun zararını sadece doğa görmüyor. Biz de zarar görüyoruz. Soluk almamız zorlaşıyor, kanser vakaları artıyor, sakat bebek doğum oranları yükseliyor. Bulduğumuz aşılar kitlesel ölümleri engellerken ettiğimiz icatlar sağlığımızı karartıyor. Demek ki metaforik sözlerimiz dolaylı anlatım filan değildir. Her biri gerçeğin ifadesidir. Bu gerçekler kendi doğamızın gerçekleridir. İçi beni yakar, dışı seni yakar dediğimizde metaforik benzetmeden çok daha ötesini belirtmiş oluyoruz. Amel defteri bizim indimizde gerçek defterdir çünkü başka âlemdeki defterin işlevini gören nesneyi düşleyemiyoruz. Düne kadar atalarımız bilgisayar çiplerini filan düşleyemedikleri için amel defterine başka bir ödünçleme kavram bulamazlardı. Bu kavramlar başka âlemler ölçütünde iğreti görünebilirler fakat bu kavramlar bizim kendi evrenimizin ödünçlemeleri değil ta kendileridirler.

Metin Savaş

Yazar
Metin SAVAŞ

Metin Savaş, 1965 yılında Balıkesir’de, kalabalık ve nispeten varlıklı, klasik bir taşra ailesinin içinde doğdu. Lise eğitimini Vefa Lisesindeyken yarıda bırakarak çalışma hayatına atılmak zorunda kaldı. Babasının iş dünyas�... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen