Civa Gibi…

 

Siyaseti pek sevmem… 

“Küçük beyinler kişileri, orta beyinler olayları, büyük beyinler fikirleri konuşur” özdeyişini de çok doğru bulurum…

Bu nedenle de siyasi partileri hedef alan yazılar yazmam. Kişiler de köşe yazılarımın konusu olmaz. Hele siyasi kişilikler hiç.

Ama bu defa köşe yazımın konusu bir kişi olacak… Hem de bir siyasi kişilik…

Yazmayacaktım… Ama iddia ettiği gibi bir özgül ağırlığı var adamın… Özgül ağırlığı yüksek olan civa gibi… Civa sıvıdır, girdiği kabın şeklini alır, aynı zamanda çok zehirli bir metaldir…  

Bütün ülke konuşunca, ben de iki kelam etmezsem patlardım…

Bülent Arınç Habertürk Televizyonunda katıldığı programda, ilginç görüşler dillendirdi “Ben Osman Kavala iddianamesini okudum. Hâlâ tutuklu kalmasına hayret ediyorum. Tahliye edilmesi lazım. Bu iddianameleri okuduğumda çocuk bile yazmaz bunu dedim, cübbeyi bile giyesim gelmişti. Çıkması lazım” Aynı programda Demirtaş için de şu ifadeleri kullandı: “Demirtaş 3-4 yıldır tutuklu. Tutukluluk cezaya dönüşmemeli. Demirtaş ile bizim 1-2 görüşmemiz oldu. Cezaevlerinde isyanlar, açlık grevleri olmuştu. Selahattin Demirtaş’ı tanımak veya onu yargılamak için onun yazdığı ‘Devran’ isminde kitap var. Ne olur onu alıp okuyun. Ben korona süreci içinde bunu okudum. Belki Selahattin Demirtaş hakkındaki kanaatinizi değiştirmeyeceksiniz ama ve Kürtler ve Kürtlerin yaşadığı travmalar üzerinde kafanızda çok şeyler değişecek. Demirtaş’ın da tahliyesi olabilir.”

Bunları herhangi bir hukukçu veya siyaset sahnesinde yeni boy gösteren birisi söylese, üzerinde durma gereği bile duymazsınız…

Ama sözü söyleyen Sayın Arınç… Civa gibi özgül ağırlığı yüksek bir kişi… Ve biz onu çok iyi tanıyoruz…

Sayın Arınç ilk defa 1995 Türkiye genel seçimlerinde Refah Partisi Manisa milletvekili olarak meclise girdi ve aralıksız olarak 19,5 yıl boyunca milletvekili olarak görev yaptı. Milletvekilliği nöbetini oğlu Mücahit Arınç’a bırakarak, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğine atandı. Yazıya konu olan konuşması nedeniyle, bu görevinden,  yeni bir göreve atanmak umuduyla 24 Kasım 2020 günü istifa etti…  Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurucularınsan olan Arınç, milletvekili olduğu dönemde “TBMM Başkanlığı”, “Başbakan Yardımcılığı” gibi çok önemli görevlerde bulundu.

Kendisine suikast düzenledikleri iddiasıyla bir albay ve bir binbaşı tutuklanırken, bu kumpas sonucu Türk Ordusunun kozmik odasına, ABD’nin 5. Kolu FETÖ üyesi hâkimler tarafından girilirken Sayın Arınç halinden çok memnundu… Kamuoyunda “suikast yapılacak kadar önemli bir adam” olarak algılanmak ne de güzel bir duyguydu…

O tarihte MHP Milletvekili olan Hasan Hüseyin Türkoğlu’nun “Size suikast düzenlendiğine inanıyor musunuz?” sorusuna , “Böyle suikast mı olur. Hayır, bana suikast yapılacağını düşünmedim” diyen Arınç’ın, milletvekilinin “Peki o zaman savcıyla görüşün.” teklifine verdiği cevap onun yüksek hukuk anlayışının göstergesidir: “Ben bundan faydalanıyorum, devlet bundan, siyaset bundan faydalanıyor”

Çok yüksek hukuk etiğine sahip olan Sayın Arınç;

Türkiye Cumhuriyetinin Genel Kurmay Başkanının tutuklandığı dönemde, “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diyebilen bir zat-ı muhteremdir…

Osman Kavala’nın, Selahattin Demirtaş’ın okuduğu iddianamelerinden onların suçsuz olduklarını anlayan, ama kumpas olduğu tarafsız hukukçular tarafından ilk günlerden itibaren dillendirilen; Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vb. davalarının FETÖ’cü savcıları hakkında “Bu davaların savcılarına Türkiye’nin borcu var” diyebilen hukuk allamesidir…

Yakın arkadaşları yüksek yargı organlarına, herhangi bir tavassut olmadan(!) atandığında “Allah’ım verdikçe veriyor” diyebilen bir adalet ve doğruluk timsalidir…

Her fırsatta duygusal bir insan olduğunu ifade eden, Fetullah Gülen’den sonra ekranların en fazla gözyaşı döken adamıdır Sayın Arınç… 

Ortadoğulu bir Arap şeyhinin sözlerine ağlayan Arınç’ı;  Ergenekon’un kasası olduğu söylenen, ama sonradan kirada oturduğu anlaşılan, öldüğü güne kadar hastaneye sevk edilmeyen Kuddusi Okkır’ın her vicdanlı insanı sarsacak, o iskelete dönmüş fotoğrafı karşısında ağladığını duymadık.

Bülent Arınç’ın Şivan Perver Kürtçe türkü okurken ağladığını gördük ama şehit evlerinden yükselen ağıtlara, HDP il binasının önünde çocukları PKK’ya kaçırılan anaların feryatlarına ağladığına şahit olmadık…

Mısırlı Rabia’ya ağlayan Arınç’ı; Ergenekon’un kadın tutukluları Güler Kömürcü, Fatma Sibel Yüksek ve Atatürk’ün “Papa Eftim kurtuluş savaşımız bir ordu kadar katlısı olmuştur” diye övdüğü Papa Eftim’in torunu Türk Ortodoks Kilisesi basın sözcüsü Sevgi Erenerol için bırakın bir damla gözyaşı dökmeyi, üzüldüğünü beyan eden sözlerine dahi rastlamadık…

“KHK bir faciadır. Evime temizlik yapmaya gelen Daire Başkanlığı’ndan ihraç edilmiş bir kadın gördükçe, eşi polis ihraç edilmiş bir başka kadını gördükçe ben yerin dibine geçiyorum” diye konuşan Arınç’ın, FETÖ’nün kurduğu kumpaslar sonucu rütbesi çalınan subaylar için, FETÖ’nün yaptığı sınav yolsuzlukları nedeniyle üniversiteye giremeyen, memur olamayan gerçek mağdurlar için yerin dibine geçmek aklına gelmiş midir? 

Bülent Arınç 15 Temmuz gecesi ekranlarda gözükmemeyi tercih etti. Sessiz kaldı. Günler sonra; “Silahlı terör örgütünün Fetullahçı olduğunu o gece öğrendim, bana ahmak diyebilirsiniz” dedi. Bu sözü söylerken; ahmak olmanın, işbirlikçi olmaktan dahi iyi olduğunu mu düşündü? Yoksa gerçekten söylediği gibi ahmak mıydı? Onun gerçek cevabını yalnız Arınç verebilir…

Arınç kitap da okuyormuş… Selahattin Demirtaş’ın kitabını da okumuş. Okumakla kalmamış. Tavsiye de ediyor… PKK ile mücadeleyi, PKK’nın içyüzünü anlatan onlarca kitap var… Arınç bunları okumuş mudur? Bugüne kadar bir tanesini bile tavsiye etmiş midir?

İnsanlar Selahattin Demirtaş’la ilgili sözlerine çok takıldılar ama Bülent Arınç’ın Kürtçüleri ilk pohpohlaması değildi ki… Neler, neler söylemişti… Bir ikisini aktarayım;

“Artık Sayın Öcalan demek suç olmaktan çıktı. PKK’nın kendine ait bayrağını elinde taşımak, Öcalan posterini elinde taşımak suç olmaktan çıktı. Hatta ‘Türkiye’nin sistemi böyle olmalıdır, eyaletler, demokratik özerklik…’ demek, bunların hiç biri artık suç değil. Geçmişte bu suçlamalarla cezaevinde yatanların hepsi çıktı.”

“Ben bir BDP’li kadın milletvekiline çok kızıyordum, çok beddua ediyordum. Onunla ilgili bir hatırayı dinledim, şimdi artık kızmıyorum. Çünkü 17 yaşındaki bir genç kızken Diyarbakır Cezaevi’nde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki o kadar kendisini zorlamışlar ki ben de aklıma gelse dağa çıkardım.” 

“Size üç arkadaştan bahsedeyim; üç kişi Anadolu’dan gelmişler, ….. Anadolu’dan gelen bu öğrenciler bu yurtta bir aradalar. Üçü namaz kılıyorlar, üçü de inançlı insanlar. Çok iyi arkadaşlıkları var, Maltepe Camisi’ne gidiyorlar, ders çalışıyorlar……Üçüncüsü de Abdullah Öcalan. Tapu Kadastro Meslek Lisesi’nin öğrenci yurdunda, birbirlerini çok seven, namazı beraber kılan, orucu beraber tutan, iftarlara, sahurlara beraber kalkan bu insanların hayatları hangi noktada kesişmiş, hangi noktada ayrılmış. Türkiye’nin son 50-100 yılını bu tablonun içinde görebilirsiniz. İşte Abdullah Öcalan da aynen öyle, belki bir karanlığın kurbanı olarak bu yollara götürülmüş, sevk edilmiş, içinde MİT’in parmağı da olabilecek şekilde, başkalarının da desteklemesi suretiyle şimdi İmralı’da, 11-12 seneden beri tecrit halinde yaşayan bir insan. Ama bir çocukluğu, bir gençliği var….. Kürtlüğü inkâr ederseniz, senin dilin yoktur derseniz, var diyenlere de cezaevi yoluna gösterirseniz bu işin çözümü olmaz.”

Osman Kavala iddianamesinde bir şey var mı yok mu bilmem… Ama dünyadaki küresel darbelerin çoğunun arkasında, mesela Gürcistan’daki, mesela Ukrayna’daki darbelerin arkasında, “Arap Baharı” diye yutturulan kalkışmaların arkasında hep Soros vardı… Pekiyi Soros’un Türkiye temsilcisi kim? Bilmeyenler için söyleyeyim: Osman Kavala.

Ben ne yargıcım ne savcı… Ne Bülent Arınç gibi savunabilir, ne de suçlayabilirim. Ama Soros’un Dünyanın tüm ülkeleri için ve özellikle Türkiye için büyük tehlike olduğunu bilirim… Nasıl Sayın Arınç Selahattin Demirtaş’ın kitabını tavsiye etmişse, bir kitap da ben tavsiye edeyim: Mustafa Yıldırım’ın “Sivil Örümceğin Ağında”. Soros’u ve Soros’un Türkiye yapılanmasını öğreneceğiniz bir kitap…

Cumhurbaşkanlığı İstişare Kurulu adı üzerinde bir danışma organı.  Orada farklı düşüncede olan insanlar da olmalı… Eski TBMM Başkanı olması nedeniyle Hikmet Çetin’e de üyelik teklif edilmişti. Herkes aynı şeyleri söylerse istişarenin bir anlamı kalmaz ki… Bence Arınç YİK’den değil, siyasi duruşuyla ters düştüğü Ak Partiden istifa edebilmeliydi… Arınç akıllı adam, İstişare kurulundan istifa ederek Ak Partiden ihraç edilmesinin önünü kesti…

Ne diyelim ilginç bir adam… Çıkışlarıyla, düşünceleriyle, sözleriyle… Yazıyı onun bir sözüyle bitirelim; “Şeyini şey ettiğimin şeyi…”

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen