Bendeki Ben

Neden en harcıâlem kendini tüketir, en çok kendine kıyar insan… Kendine kıyar da kendine hizmet etsin diye yine kendisine sunulan ne varsa bir türlü kıyamaz…

Hep ötelere saklar, hep yarınları bekler, hep düğün dernek, bayram seyran, misafir gözetir, güzel olanı kullanmak, keyfini sürmek, güzelliğini yaşamak için…

En güzel porselenler, bardaklar, çatal bıçak takımları, en şık nevresimler, en gösterişli salon takımları, örtüler, en güzel giysiler, pabuçlar… Hep birilerini, hep en özel günleri bekler sunulmak için.

Sunulmak.

İlle başkasına mı?

Elbette özel anların özel takımları olsun. Davet yemekleri mesela. Lohusa yatakları mesela. Sünnet yatakları mesela. Hasta yatakları mesela. Bayram sofraları. Kutlu günler. Doğum günleri. Yıldönümleri. Tanışma sofraları. Güzel olsun, özenli olsun, daima olandan az farklı olsun. Ama hep de beklenmesin. Bir şeyler raflardan inmek, vitrinlerden çıkarılmak, masalara gelmek, kullanılmak, serilmek, paylaşılmak için. Sunulmak için…

Onun, onların vazifesi de hizmet değil mi? İnsan için yaratılmamışlar mı? Nimetin binler türlüsünden biri değiller mi?

İnsan…

Halbuki ne kutlu, ne değerli varlık. Onca alemin şahı insan. Kâinat ona hizmete amade. Tabiat… arzdan arşa alemlerin tümü.

Yaratan sunmuş. Layık görmüş. Ama farkında mıyız Hakkın bize verdiği bu değerin?.. Sanmıyorum…

Öyle olsa harcar mıyız zaman sermayemiz içinde en çok kendimizi?.. Hep öteleri, yarınları bekler miyiz güzellliği güzelce, asilce, edeplice, şükürle yaşamak için?

İnsan…

Ne çok yok sayıyor kendisini. Sanırım en çok da kadınlar. Hizmete, sevdiklerine adanmış kadınlar. Hem kendi çalışkanlığının, hem kendi tembelliğinin kurbanı olmuş kadınlar. Çalışkanlık, sınırsız hizmet söz konusu ise. Kendini yok sayma pahasına..! Tembellik kısmı  ise, kendini görme, kendine hizmet kısmında. Asla kıyamayan kadınlar. Misafirine sunduğu kahveyi, ona sakladığı fincanla, bir kez olsun sadece ve sadece kendisi için kullanamamış kadınlar. Misafirleri için sakladığı yatak takımlarında bir kez olsun keyfince yatamamış kadınlar. Misafirlik ya da gezmelik “Gerilik” saklanan ne varsa, dünya gözü, dünya tadıyla ferah feza kullanamamış kadınlar…

Ev söz konusu ise kadınlar diyelim. Çoğu beyde bu ayrım yoktur hatta hanımları da bu konuda çokça eleştirirler ama, onlar da bilmez çok zaman, imkânları nispetinde en kendilerine layık şekilde yeyip içip, giyinip kuşanıp gezmeyi.

Her şey daima başkaları varsa, başkaları için yapılır. Ne yazık…

Halbuki öğrenmeliyiz sadece kendimizken, sadece kendimizle en özenli ilişkiyi yaşamayı. En el, en âlem gibi kendimize davranmayı.

En güzel fincanla sadece kendimizleyken kahve içmeyi. En güzel çaraflarda yatmayı. Olabilecek en kaliteli çamaşırları, giysiyi, terliği, pabucu kendimiz için kullanmayı. Her sabah aynaya bakmadan önce bir yabancıya merhaba diyecekmişcesine özenle bakmayı. Yapayalnızken bile ilahi nazarın muhatabı olduğumuzu. En büyük makamın yine kendimiz olduğunu. En çok kendimize ‘en yabancıymış’ gibi ihtimam gösterebilmeyi. Tertibi, temizliği, düzeni en çok kendimiz için sağlamamız gerekliliğini. En temiz ortamı hep kendimiz için sağlamalı olduğumuzu. En çok saygıyı, en çok kendimize duymamız gereğini.  En güzel ne varsa elimizin altında kendimizi onunla sevmeyi. En çok ama en çok hep kendimizi görmeyi. Kendimizle iyi geçinmeyi. Hakkın en büyüğünü kendimize vermeyi… “Amaann kim görecek?” kandırmacasını elimizden, dilimizden, zihnimizden, bilincimizden silmeyi…

Bir başarabilsek. Neye layık olduğumuzu bir görebilsek. Bize hizmet etmeyen eşyaya hizmetten vazgeçip, kendimizin ve onların hakkını görüp, verebilsek. Onlarda olan hakkımızı bir alabilsek…

Hayatın ahengini huzurla yakalaksak. Emek versek kendimize önce! Sefaleti dindarlık sanmaktan bir aysak, uyansak… Boş verecek, nemelazımla geçirecek tek bir nefesimiz olmadığını bir görebilsek. Asaletin yaşayış biçimimizde, tarzımızda, tercihlerimizle oluşabileceğini ve nesillerimize aktarabileceğimizi… Bir görsek.

Çok mu zor?

Zamanı ve hayatı kendimizi merkeze koyarak yeniden düzenlemek?

Tüketmemek. Boşa harcadığımız her an ve her şeyde önce kandimizi.

Oysa sadece bugün var değil mi? Ya da sadece şimdi.

Bırakmak gerek tez. Yarına saklamayı güzel olanı, güzellikleri.

Öğrenmeliyiz tez. Bir başınayken bile asla bir başına olmadığımızı. Daim en kalabalık yerde en özel olanmış gibi yaşamayı.

Belli ki kendine özen, kendine itibar göstermeyenin bunu kimseciklerden beklemeye de hakkı yok.

En saygılı en sevgili ben bana olmazsam ne yâr olabileceğim ne yâren…

Ömür geri sayıma kurgulu bir zaman makinesi sanki. Zaman sermayesi henüz tükenmemişken, bugün, şimdi en çok “ben”i sevse herkes.

İnse vitrindeki fincan sadece benim için pişse en köpüklü kahve.

Ben beni alsam karşıma sadece benim için ve şükretsem varlığıma.

Desem ki ben bana; iyi ki varsın. Hayat benimle güzel. Sevince güzel. Sevilince güzel.

Haydi gel benimle ol. Biz en çok bizdeki “ben”i sevelim sayalım. En çok bizi duyalım, bizi görelim. Telafi edelim harcadığımız zamanı. Elini ver bana. Gezelim, görelim, sevelim, sevilelim gel bunu hep önce biz yapalım.

En kuytuda, en görünmezde en güzeli biz yaşayalım.

Edeple, sevgiyle, saygıyla ben olalım.

Ki sıradaki daha güzellere erelim.

Ferah kahvelerimiz olsun efendim.

Hatrı kadim, keyfi daim, bereketi huzurda olsun.

Hadi kendimizle başbaşa.

En güzel fincanımızla…

Yazar
Canan ASLAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen