Dinle Kaktüsten Kim Hikâyet Etmede

 kaktus

Beklemek… Her şeyin bir vakti olduğunun bilincinde olarak beklemek. Bahar gelince yağacak yağmurları. Yaz gelince açacak çiçekleri.  Kış mevsiminde bembeyaz kar tanelerinin, âhenkle yeryüzüne inişini beklemek gibi. Sessiz, sakin ve  suskun. Belki de küskün. Unutulmuş tenha bir köşede… 

Ne kadar acele edersek edelim, zaman öğretiyor beklemeyi. En çok da değer verilmeyi bekliyor insan. Sevilmeyi, sevildiğini bilmeyi… 

Bir bekleyiş hikâyesi anlatacağım size. Şekilsiz, garip bir kaktüsün hikâyesi bu… Değer vermediğimiz, dış görünüşüne, mesleğine, dinine, diline, ırkına, mezhebine, meşrebine bakarak ayırdığımız, şucu-bucu diyerek dışladığımız, bir nevi kaktüs muamelesi yaptığımız insanların hikâyesi. Çünkü horlanan kişi, diğer çiçeklerin arasındaki kaktüs gibidir bir nevi. 

Seneler önce oğlum, küçük şirin bir kaktüs hediye etmişti. Minik saksısında oldukça sevimli bir görünüşü vardı. Zaman ilerledikçe kaktüs büyüdü ve şirin görüntüsünü kaybetti. Bu nazlanmayı bilmeyen, albenisi olmayan çiçeği çoğu zaman unutuyor, haftalarca su bile vermediğim oluyordu. Ne güneşten yandım der, ne soğuktan dondum der, ne de bakımsızlıktan sararıp solardı. Saksısının dar geldiğini bile bir kaç sene sonra farketmiştim. 

Sebebini hatırlamadığım bir sebepten mahzun bir şekilde oturmuşken, balkonun bir köşesinde duran kaktüsüm gözüme çarptı. O da benim gibi boynunu bükmüş duruyordu. Öyle sessiz ve düşünceli… Unutulmuş, diğer açan, kokan, gösterişli çiçeklerin arasında âdeta kaybolmuştu. Onun bu bakımsız, saksıdan kökleri dışları fırlamış, yana doğru yatmış garip halini farkedince gözlerimden yaş süzüldüğünü hatırlıyorum. Kendimi görmüştüm onda. Elime aldım. Dikenleri ancak karşıdan sevilmeye izin veriyordu. “Olsun” dedim.  “Gülün yok ama dikenine de katlanırım. Belki de sana değer verirsem, çiçek bile açarsın. Öyle ya, çok güzel açan kaktüsler de var. Açsan da açmasan da seni seviyorum. Çünkü içinde âb-ı hayat mevcut biliyorum.” Önceden çok beğenerek aldığım ve içine güzel bir çiçek  dikmek için beklettiğim saksı geldi aklıma. Bu güzel saksıya evdeki hiçbir çiçeği lâyık görmemiştim. Metalden yapılmış, beyaz yağlı boyayla boyanmış saksının üzerinde, pembe gül motifi vardı ve dışında yine beyaz metalden yapılmış kafes şeklinde koruması vardı. Kaktüsümü bu saksıya diktim ve sehpanın üzerine yerleştirdim. Artık gözümün önünde duracaktı çiçeğim.

Yeni yerine yerleşen ve rahata eren kaktüs, hâlâ şekilsiz ve çirkince görünüyordu. Üstelik dalları da orantısız bir büyüme çabasına girmişti. Dalının biri gövdesini geride bırakırcasına büyümüş ve aşağı doğru sarkmıştı. Bu kalın, dikenli kaktüs dalı, biraz daha büyüyünce sehpaya deyecekti. Çiçeği aşağı doğru rahatça uzayabileceği bir yere koymalıydım. Yoksa sehpaya dayanan odunsu dal, oturduğu yerden bastonunu yere dayayıp ayağa kalkmaya çalışan yaşlı bir kimse gibi çiçeğin köklerini saksıdan ayırıp havaya kaldıracak, kaktüs ya kuruyacak yada devrilecekti. Fakat araya işlerin girmesiyle çiçeğimin yerini değiştirmeyi unuttum.

Yaz tatilinde Bursa’ya gitmiş, ancak birkaç ay sonra eve dönmüştük. Eşyaları yerleştirdikten sonra çiçeklere su vermek için sürahiyi doldururken sehpanın üzerinde unuttuğum kaktüs geldi aklıma. Hemen balkona geldim ve merakla ona baktım. Sanki gözlerime bakıp, “hoş geldin, işte bana biçtiğin pâyeye büründüm” der gibiydi. Çiçeğim onca gün susuz kalmasına rağmen hiç bozulmamıştı. Aşağıya doğru sarkıttığı dalın kenarlarından küçük küçük sürgün vermiş, âdeta ince nârin uzun parmaklar oluşmuştu. Üstelik sehpaya değmesine santimler kala hissetmiş ve o narin parmaklarını duâya açılmış el gibi yukarıya doğru kıvırmıştı. Gözlerimi ondan alamıyordum. Çünkü karşımda beyaz tennûreler içinde, göğsüne gül nakşedilmiş, sağ elini kaldırmış, sol elini daldırmış, mevlevî bir derviş duruyordu. 

Düşünceler de duygular gibi zamanını bekler ifâde bulmak için ve harf kalıplarına girerek yazıya dönüşmek için. Tıpkı bu yazının meydana çıkmak için üç yıl beklediği gibi. Üç yıl önce fotoğrafını çektiğim çiçeğim şimdi saltanat kayığına benzeyen bir saksının içinde hükmünü sürüyor başköşede. 

 

Yazar
Sevil DAĞCI

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen