Bağlanıp Kalmak    

Bağlanmak kuvvetli bir duygu. İnsan farkında olarak yada farkına varmadan bağlar kuruyor. Cansız bir varlığa canlıymış gibi bağlanıp, bir parçası gibi hissedebiliyor. Bağlarımız, bağlanma yetimizle ilişkili…

Hangi eşyaya bir insan gibi bağlandığımı düşündüğümde, aklıma babamın aldığı ilk araba geldi. Kan kırmızı rengi ve adının Anadol olması sebebiyle ayrı bir yakınlık duymuş, aileden biri gibi hissetmiş olabilirim. Görünüşündeki sadelik ve mütevazilik, saf bir Anadolu insanını anımsatıyordu. İttire kaktıra çalışsa da, ağır ağır yol alışı insana güven veriyordu. Anadol hakkında duyduğum sözler, onu ömür boyu korumam gerektiğini hissettirmişti. Duyduklarım hâlâ kulaklarımda yankılanır “âbi, bu araba diğer arabalar gibi değil, hurdaya çıksa eşek bile kemirir.” Gözümde bir an canlandırdığım o “kemirme” sahnesi beni derinden sarsmıştı. Bu sözler, cânım Anadol’u övmek maksatlı mıydı, yermek maksatlı mıydı bilemiyorum. Fakat adamın bu söylediklerinden sonra attığı kahkaha, filmlerdeki kötü karakteri aratmayacak cinstendi. Anadol’un satıldığı gün evden biri gitmiş gibi hissettiğimi hatırlıyorum. Annemle birlikte ardından bakakalmış ve yeni gelen arabaya sevinememiştik. Anadolla aramızda bir bağ oluştuğunu sattığımız gün farketmiştik. 

Bağlanmak fıtratımızda var. Anne ile yeni doğan bebeğin arasındaki bağ, yaşantısındaki diğer bütün bağlanmaları da etkiliyormuş. Hatta insanın Allah (c.c.)’a olan bağlılığında bile bebekken annesiyle kurduğu yada kuramadığı o sevgi bağının etkisi varmış.

 Anne ile bebek arasında görünenin ötesinde çok derin bağlar vardır. Onlar için sözlerin anlamı yoktur. Konuşmadan anlaşır, bakışarak söyleşir, kokularıyla bilişirler. Sadece süte acıkmaz bebek, en çok da anne kokusuna acıkır. Yalnızca süte susamaz bebek, en hararetlisinden anne bakışına, şevkatine, ve sımsıcak kucağına susar. Anneler ve yavruları cennet kokusunu birbirlerinde duyarlar. En derin uykulardan uyandırır o dayanılmaz koku…

Şehirlerin annesinde duymuştum aynı kokuyu. İlk defa görmüş olmama rağmen, hissetmiştim bu derin bağı. Sanki orasıydı vatanım. Sanki Kâbe’nin kucağında büyüdüm. O’na doğru her adımımda coştu duygularım. Annesinden ayrı kalmış da  bir anda karşısında görmüş küçük bir çocuğun sevincini duydu kalbim. Eteklerine yapışıp taaa içime çektim kokusunu. Sürdüm yüzümü gözümü. Kollarımı açarak yapıştım sımsıcak duvarlarına, anne kucağına yapışan bebek gibi. Ruhumun açlığını hissettim orada. Kana kana içtim, mânâ sütünden. 

Kâbe’nin kokusu siner insanın üstüne. Uyandırır en derin uykulardan. Mıknatısın demiri çektiği gibi çeker insanı. Gecenin bir vakti yine onun eteklerinde bulursunuz kendinizi. Kuş olur insan, kuş gibi hafif ve özgür…

Zaman, saat yönünün tersine akar orada. Aktıkça arındırır. Özüne, fıtratına, bebeklikteki saflığına döner insan. O vakit hisseder açlığını, susamışlığını, yetim ve mahrum kalmışlığını. Bir daha ayrılamam zanneder. Bir adım dahi uzağına atamam. Ama gün gelip vakit tamam olunca, yanarak gitmek nedir öğrenir. Döner insan göğsünde ateş gibi bir korla, boğazında hıçkırık, ciğerine işleyen Kâbe kokusuyla…

Sonra, insan unutur her şeyi. Değişir o güzel hâli. Hâlbuki sadece mekân olmalıydı değişen. Kul değişmemeli hep o saflaşmış halde kalmalıydı. Onu görenler, anne kokusu duyar gibi duymalıydı Kâbe’nin kokusunu. Gözlerine bakanlar görmeliydi Sevgili’nin nûrunu. Hâli intikâl etmeliydi yanına yaklaşanlara. Zamanın seyrine dönünce insan, hayat seline kaptırıyor kazandıklarını.  Hissetmiyor ruhunun acıktığını ve susadığını. Bebeğin büyüyüp, anne sütünü unutması gibi unutuyor. Anlatamıyor evlatlarına, sevdiremiyor en kutsal, en yüce, en kıymetlisini. Aktaramıyor, kısır kalıyor. Geriye kalırsa bir âcizlik kalıyor kulda, bir de duâ…

“Ey Allah’ım! Bu beytin (Kâbe’nin) şeref, azamet, kerem ve yüceliğini artır. Selâm sensin, selâm sendendir. Ey Rabbimiz! Bizi selâmla yaşat! Ey Allah’ım selam evine bizi koy.

Ey Kâbe’nin Rabbi olan Allahım!

Biz yoktuk sen var ettin, varlığından haberdâr ettin. Aşkınla gönlümüzü bîkarâr ettin. İnayetine sığındık, kapına geldik. Hidayetine sığındık, lütfuna geldik. Kulluk edemedik, affına geldik. Şaşırtma bizi doğruyu söylet. Yanıltma bizi Hakk’a yönelt, Neş’eni duyur hakîkati bizlere öğret Allah’ım…”

 

                                                                                                           Sevil DAĞCI

Yazar
Sevil DAĞCI

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen