Yücel Teşkilatı

“Cenk meydanında nice koç yiğit
Din ve yurt için oldular şehit,
Ocağı tütsün, sönmesin ümit,Şehidi mahzun etme ya Rabbi!
Soyunu zebun etme ya Rabbi!”

Kızıl Elma – Ziya Gökalp

Bugün sizleri, gözleri umut, yürekleri inançla dolu birkaç serdengeçti genç ile tanıştıracağım. Birazdan Makedonya’da kimlik ve varlık mücadelesi vererek, inançlarını özgürce yaşamak isteyen  bu gençlerin öyküsüne vâkıf olacağız. Tarihin sayfalarına dalalım ve bu kıymetli mücevherleri unutuldukları yerden bulup çıkaralım.

II. Dünya Savaşı, Avrupa ve Balkanlar’ın korkunç yılları. Pek çokları gibi Makedonya’daki Türkler de kendilerini güvende hissetmiyor, geleceklerini göremiyorlardı.

“Ağır baskıya ve Arnavutlaştırma tehlikesine karşın Makedonyalı Türk gençler, hem bir tepki olarak, hem de savunma gayesi ile kendi teşkilatını kurmuşlardır,” der dönemin ünlü direnişçilerinden Altan Deliorman. YÜCEL TEŞKİLATI’dır bu teşkilatın adı. Hiç duymadık belki ismini, nice kayıp giden yıldızlar gibi…

93 harbinin ağır neticeleriyle birçok insan Anadolu’ya göç etmek zorunda kalırken, geride kalanlara ise ağır koşullar nefes aldırmıyordu. Dört yüz yıldır o topraklarda yaşayan Makedonyalılar, Bulgarların baskılarına ve aşağılamalarına maruz kalıyorlardı. İşte Yücel Teşkilatı böyle bir iklimde doğdu. Kuruluş tarihi 1941-42 yılları olmasına rağmen, aslında 1939 yılında Üsküp Yardım Cemiyeti ile şekillenmeye başlamıştı.

Neydi bu aydın gençlerin derdi? Makedonya’daki gençlerin Türkçe eğitim görmeleri, nüfusları oranında devlet kademelerinde temsil edilmeleri ve sosyal, kültürel, siyasi haklarına kavuşmak.

Neler yapıyordu bu teşkilat?

Kurslar, piknikler, çeşitli eğlenceler ve kültürel faaliyetlerle gençleri hem bir arada tutuyor hem de morallerini yükseltiyorlardı. Kendi kimliklerini korumak adına Atatürk’ün Nutuk’unu, Mehmet Akif’in Sefahat’ini, Mehmet Emin Yurdakul’u, Ziya Gökalp’i, Namık Kemal’i, Yahya Kemal’i okuyarak toplumu bilinçlendirmeye çalışıyorlardı.

İlk kez bir Türk okulu kurup Türkçe yayın yapan radyoyu faaliyete geçirdiler. Öğretmen ve öğrencileriyle kurslar düzenlediler.

Teşkilata girmek için Kur’an, bayrak ve silaha yemin ediyorlardı. Anadolu’daki İstiklal Harbi’nden yaklaşık yirmi yıl sonra tıpkı Kuvvacılar gibi yemin ederek kendi istiklal harplerini veriyorlardı.

Kimdi bu gençler? Şuayip Aziz, Ali Abdurrahman, Nazmi Ömer, Adem Ali ve daha niceleri…

Bu  isimler dönemin en aydın gençleridir. Milli manevi değerlerini korumak amaçlı kurdukları Yücel Teşkilatı, Türk konsolosu ile halkları ve hakları hakkında görüşüyor, Balkanlardaki Türklerden Türkiye’yi de haberdar ediyorlardı.     

Ancak zaman olağan akışında ilerlerken, 1945 yılında dönemin rejimi Yücel teşkilatından haberdar olur. 19 Eylül 1947’de ilk tutuklanmalar başlar. Ve çok kısa bir sürede bu teşkilat tarih sahnesinden silinir…

Peki suçlamalar nelerdir? Yugoslavya’yı yıkmak teşebbüsü, Antikomünizm, Türkiye ile olan ve ayrıca diğer illegal teşkilatlar ile olduğu düşünülen bağları!..

Bu aydın gençlerin hepsi, ayakkabılarını dahi giymeye izin verilmeden, üzerlerinde ne varsa öylece alınıp karga tulumba evlerinden toplanır, ağır işkencelerden geçirilir. Mahkemeye halk da davet edilir. Hakimin ağır suçlamalarına karşı toplananlar galeyana gelir. Mahkeme konuşmaları tutanaklar megafon aracılığı ile sokaklarda yankılanır.

Bu psikolojik baskıya dayanamayan Türkler yeni bir göçe zorlanır. Beş günlük ağır sorgu sonrası dört pırlanta gibi gencimiz, tıpkı bir vatan haini gibi bir kayanın önünde kurşuna dizilir.

Bugün mezarları nerededir bilinmez. Yüze yakın genç ise yirmi yıl hapis cezası ile -ki daha üstü kanunda yoktur- bir ay sürgüne varan değişik cezalara çarptırılmıştır. Cezaevi koşullarını yazmaya artık yüreğim dayanmayacak. Varın siz tahmin edin gerisini…

Yücel Teşkilatı başkanı Şuayip Aziz, idamından hemen önce son kez tel örgüler ardından ailesi ile görüşmüştür. Ziyarette getirilen çikolata paketinin kağıdına kurşun kalemle son mektubunu yazmış, infazından sonra ailesine teslim edilen paltosunun astarı içinde bulunmuştur. (orijinal haliyle)

“Hayat Arkadaşım Nigar,

Evlatlarım Ülker, Turan, Ertan ve küçük yavrucuğum (Arslan) artık sizden ayrılıyorum. Size doyamadım. Kader böyle yazmış yazımı. Nigar, evlatlarına güvensin, bunları iki gözün gibi baksın, beni de hatırından çıkarma. Hakkını helal et, anne de hakkını helal etsin. Ağabeyinde hakkını helal etsin. Ellerinden öperim.

Çocuklarımı her vakit benim için öpesin ve koklayasın. Onları okutmaya çalış. O evde yaşatma başka bir binada yaşatmaya çalış. Reşit Akşar yardımı ile belki yavrularıma bir selamet yolu bulursunuz. Bu günden sonra o yavrularımın babaları yok,yalnız bir anaları vardır. Hem kimsesiz bir anaları var. Ona güvensinler. Helal ediniz, helal ediniz, MİLLETİMİN KURBANIYIM…            

Şuayip Abdülaziz, 

27 Şubat 1948

Fotoğraflarımı çocuklarıma bekliyesiniz. Gözlerinizden öperim.”

Kurban olduğu milleti onu anlayabilmiş miydi? Peki bizler, canını milletine hediye eden bu gençleri anlayabiliyor muyuz? Kimin ruhuna El Fatiha?

Yazar
Gökçen DEMİRAY ERKEK

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen