Şerefeler Şenlensin

                                                    

Geçen sene kızımın Türkçe öğretmeni, öğrencilerinin kitap okumalarına renk katmak için bir etkinlik düzenledi. Çocukların ilgi çekici değişik mekânlarda kitaplarıyla birlikte fotoğraf çekinmelerini istedi. Değerlendirme sonunda birinci olan öğrenciye ufak bir ödül verilecekti.

Hafta sonumuzu kızımın etkinliğine ayırdık. Kitap, kızım ve eşim şehre en hâkim yere, tarihi kaleye çıktık. En iyi fotoğrafı ancak, tarih, manzara ve yeşilin buluştuğu kalede çekebilirdik.  Objektifi  bazen kitaba zumladık, bazen kaleye, bazen Elif’e. Elinde kitapla, dön duvarın gediğine girdi Elif, dön surların tepesine bindi. Dön yamaçlara tırmandı, dön yokuştan sallandı. En sonunda üçümüzün de gözü hisardaki tarihi mescide odaklandı. Oysa, ilim denilince, kitap denilince ilk mescid gelmeliydi aklımıza. Çünkü  Medîne’deki  mescidde okunmuştu kitapların özü, yeryüzüne buradan yayılmıştı ilimlerin hası… 

Germiyanoğulları zamanında yapılmış olan bu küçük mescid bizi kendine çekti. Mescidin tuğladan örülmüş küçük bir de minaresi vardı. Bu şirin minareyi görünce, çocukken çıktığım minare geldi aklıma. Küçük dar merdivenlerden döne döne çıkmış ama minarenin kapısından şerfeye adımımı zor atmıştım. Minarenin duvarına sırtımı yaslayıp, bir süre kıpırdamadan kalakalmıştım. Şehre bu kadar yüksekten bakmanın tadına ilk orada varmıştım. Korkudan etrafını dolanamasam  da minareye çıkmanın gururunu yaşamıştım. Çünkü cami hocamız, yazları Kur’an kursuna gelen talebelerinden çalışkan olanların minareye çıkmasına izin verirdi. Bazen de sesi güzel olan erkek çocuklara ezan okuturdu. Minareden gelen çocuk sesini duyan mahalleli “mâşallah, bârekallah” diyerek duâlar ederdi. Ne güzel de yakışır camiye çocuk neşesi, ezân-ı şerife çocuğun mâsum sesi… 

Mescide doğru taş basamaklardan birer birer inerken, bir yandan da aklıma gelen hatıraları anlatıyordum. Eşim de çocukluğunda minareye çok kez çıktığını söyledi. Merdivenin son basamağında eşimle önce minareye, sonra birbirimize, sonra da Elif’imize baktık. Kızımızın da unutulmaz bir anısı olmalıydı minareye dâir. Hem elinde kitabıyla Elif’im ne güzel yakışırdı şerefeye. Elif gibidir yurdumun minareleri de, doğruluğun, güvenin ve şerefin timsalidir. “Keşke” dedim içimden, gerçekten kitap da okunsa şerefelerden. Bütün şehir,  “Oku!” emrine uysa… Canlar kulak kesilse, yollar mektebe dönse… 

Niyetimizi aldık ve mescide girdik. İçeride kimse yoktu. Tahiyyetü’l mescid namazımızı kıldık. Sonra fotoğraflarımızı çektik. Fakat en büyük isteğimiz minareye çıkmaktı. Minareye çıkabilmek için mescidin hocasını görme umuduyla dışarı çıktık, etrafımıza bakındık. Mescidin önünde bir çeşme vardır. Çeşmenin önünde harç karmakla meşgul iki kişi gördük ve onlara cami hocasının yerini sorduk. İçlerinden biri “hoca benim, buyurun” dedi. Kızımın  ödevinden bahsederek minareye çıkmak için izin istedik. Cami imamı minarenin girişine kullanılmayan eşyaları koyduklarını, eşyaları çekmenin zor olacağını, yıllardır minareye çıkılmadığını  söyledi. Fakat Elif’in üzülmesine dayanamamış olacak, “haydi gel bakalım hep birlikte minareyi açalım” dedi. 

Minarenin kilitli kapısı besmeleyle açıldı. Merdivenin önündeki eşyalar kenara çekildi. Hocamız son uyarısını yineledi. “Senelerdir çıkılmıyor kardeşim, çok tozludur. Aman dikkat edin!” Eşim önde, arkasında kızım, en sonda ben. Yavaş yavaş çıkmaya başladık merdivenlerden. Kapıdan gelen ışık iyice azalınca telefonlarımızın ışıklarını açtık. Açıkçası duvarlardan sarkan örümcek ağları ve  simsiyah duvarlarla karşılaşırım zannetmiştim. Hele örümcek varsa vazgeçerim demiştim. Tahminlerimin aksine örümcek falan yoktu. Ama abartısız dört parmak toz vardı her yerde. Açık gri renk toz, pudra gibi bütün basamakların ve tuğla duvarların üzerini örtmüştü. Bastıkça tozlar puf puf havalanıyordu. Küçücük daracık merdivenlere ayaklarımız zor sığıyordu. Yukarı doğru çıktıkça her tarafı toz dumanı sardı. Burun deliklerimiz tozla kaplandığı için kurumuş ve ciğerlerimize toz dolmuştu. Gözümü bile tozdan açamıyordum.  Minare dışarıdan çok kısa ve duvarları oldukça geniş gözüküyordu. Meğer gözüktüğü gibi değilmiş. Bir kişinin zor sığdığı minarenin yuvarlak duvarları, basamaklardan çıktıkça iyice daralmıştı. Katır kutur bir sürtünme sesiyle birlikte, yerden havalanan toz yetmiyormuş gibi yağmur olup başımızdan aşağı yağmaya başladı. Çünkü merdiven iyice daralmış ve eşimin omuzları minarenin tozlu tuğlalarına sürtünmeye başlamıştı. Neyse ki minareye sıkışıp kalmadan, şerefeye çıkmayı başardık. 

Yüzümüzdeki, gözümüzdeki tozları sildik. Mis gibi temiz havayı ciğerimize çektik. Şehrin kuşbakışı manzarasıyla kendimize geldik. Minare çok yüksek değildi evet, fakat cami hisarın en ucundaydı ve aşağısı uçurumdu. Dolayısıyla minareye çıkınca çok daha fazla yükseğe çıkmış hissi yaşatıyordu insana. Şerefenin etrafını dolandık. Aşağıdan bize bakan cami imamını selamladık. Fotoğraflarımızı çektik. Fotoğrafın  minarede çekildiği anlaşılmadığı için, “ben aşağıya ineyim, oradan çekeyim” diyerek, yavaş yavaş indim minareden. Doğruca mescidin yanındaki  çeşmeye vardım. Buz gibi sudan bir yudum alıp rahatladım. Mescidin hocası hemen yanıma gelmişti. Ben üzerimdeki tozları silkelemeye çalışırken o da bana “minarede hasar var mı?  Şerefeye bir şey olmuş mu? Merdivenlerden kolay çıktınız mı?” şeklinde merakla sorular soruyordu. En sonunda minareye çıkarken korkup korkmadığımı sordu. Korkmadığımı söyleyince,  çenesini kaşıyarak “hımm, tamam o zaman” dedi kendi kendine ve sustu. Minarenin karşısına geçip fotoğraflarını çektim. Minaredeki hareketliliği gören yabancı turistler de etrafına toplandı. Eşimle birlikte kızım da minareden inerek yanımıza geldi. Hocamız bana sorduğu soruları merakla eşime ve kızıma da sordu. En sonunda kızıma dönerek. “Sen de mi korkmadın?” dedi. Meğerse adamcağızın yükseklik korkusu varmış. Ezanların merkezden okunmasıyla ihtiyaç da olmamış ve bugüne kadar minareye hiç çıkmamış. Biraz utanarak, biraz sıkılarak da olsa söylemiş ve rahatlamıştı. Bizden sonra da turistler çıktı şerefeye. Etraftan görenler de katıldı bu şenliğe. Bayram yerine döndü bu şirin minare.

Teşekkür ederek ayrıldık oradan. Az ilerideki ağaçlık alana geldik. Elif’i ağaca çıkardık, eline kitabını tutuşturduk. Karşısına geçip fotoğraf çekeceğim sıra minarede birinin el salladığını fark ettim. Bir de baktım caminin hocası minareye çıkmış, gururla el sallıyor bize. Ama nasıl el sallıyor, iki kolunu açmış halkı selamlayan komutan edasıyla. Fetih heyecanı ve coşkusuyla… 

Mekanların da ruhu vardır derler ya, o gün bu duyguyu yaşadık gözlerimiz dola dola. Müezzininden ayrı kalmış bu minare, çocuk sesinden mahrum olmuş bu şerefe, o gün bayram yeriydi. Hisarın en uç yerindeki bu mescid, o gün fethi yeniden yaşar gibiydi. Sırtına komutanını almış, şehri selamlarken şahlanmış bir tay gibiydi. Duâlarla hisardan eve dönerken. Çocuklar minareye çıkmalı dedim. Şerefeden yayılmalı kitabın sesi. “Oku!” emrine cemaat uymalı dedim. İçimden yükseldi şâirin sesi. Gelin birlikte kulak verelim… 

………

Allah’a giden yol buralardadır,

Kapılar açılır şerefelerden,

Burdan uğurlanır mübarek aylar,

Bayram burda başlar arifelerden.

 

Mihraplar, kemerler, kubbeler yapmış,

Sultanı, çerisi, piri, veziri,

Nesilden nesile götürsün diye

Kanatlar üstünde şanlı TEKBİRİ.

……….

Uzaklarda kırık minârelerden

Gökte bir kapıyı vurur leylekler;

Birgün açılacak o büyük kapı

Ve kanatlar yere inmeyecekler.

 

Taraf taraf, kol kol şu yamaçlardan

Aktıkça fetihler tarihi Türk’ün

Kubbeler erecek bir gün murada.

Ve minareler dal verecek bir gün.

 

Geçenlerde altından bu loş kemerin

Menekşe menekşe gül güldür içi…

Kapanmaz kapısı Allah evinin

Ki beş vakit gürül gürüldür içi.

………..

Taşıyacak daha çağlar boyunca

Ve yer çekmeyecek, yere koyunca.

Yolları arkada bırakan hızla;

Kanatlarımızla, atlarımızla

Aşarken toprağı, taşı, denizi

Bu kurşun memeler emzirdi bizi.

 

Böyle bir gemide, yendi suyu Nuh…

Ve bu yelkenlerde kanatlandı ruh.

            Arif Nihat ASYA    

                                       

                                                                                                                             Sevil DAĞCI                                                                                                    

Yazar
Sevil DAĞCI

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen